İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin öne çıkardığı anahtar kavram ‘istikrar’ idi. Bununla amacı, kurduğu sömürü düzeninin devamını sağlamaktı. Çıkarına uygun cereyan etmeyen olaylara istikrarı korumak adına anında müdahale ediyordu. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, istikrar kavramı yerine ‘demokrasi’ ve ‘değişim’ kavramlarını koydu. Demokrasi ve değişimi kabul etmeyen Müslümanları da terörist ilân etti. Bu ilânın haklılığını ispat edip, kendi ve dünya kamuoyunu yanına almak için de 11 Eylül saldırılarını tertipledi.
İtalya eski Cumhurbaşkanı Francesco Cossiga, İtalya’nın en itibarlı gazetelerinden Corriere dell Sera’ya verdiği bir mülâkatta şöyle demiştir: “Amerika ve Avrupa’nın bütün demokratik unsurları gayet iyi biliyor ki, bu feci saldırı (11 Eylül saldırıları) CIA ve MOSSAD tarafından Arap dünyasını suçlamak ve Batılı güçleri Irak ve Afganistan’a müdahaleye tahrik etmek için plânlanıp gerçekleştirildi. El Kaide lideri Üsama bin Lâdin’in saldırıyı itiraf ettiği video kaydı ise bir tahrifattı.” Tertiplenen bu 11 Eylül saldırılarından sonra Irak ve Afganistan’a kanla demokrasi getirildi, zulüm ve gözyaşı ile yaşatılıyor. ABD için önemli olan sömürü düzeni kurmak ve sömürüyü sürdürecek işbirlikçileri bulmaktır. Gerisi lâf ü güzaftır.
Kendi ülkesinde demokrasiyi önemsemeyen, gerektiğinde onu rafa kaldırmakta tereddüt etmeyen ABD, başka ülkelere gerçek demokrasinin gelmesi için uğraşır mı? ABD tarihinde, güvenlik ile demokrasi sık sık karşı karşıya gelmiştir. Her seferinde de güvenlikten yana tavır alınmış, demokrasi, özgürlük ve insan hakları ihlâl edilmiştir. Buna, 11 Eylül saldırılarından sonra, alınan güvenlik tedbirleri, en bariz örnektir. Özellikle Müslümanlara karşı alınan onur kırıcı güvenlik tedbirleri, hâlâ hafızalardadır.
ABD ve Batılı sömürücüler, ülkelerin siyasi rejimlerine değil, ekonomik sistemlerine önem verirler. Çünkü sömürüye engel olan ekonomik sistemlerdir. Ekonomik sistem sömürüye imkân veriyorsa, sorun yoktur. Siyasi rejim ne olursa olsun, ona bakmazlar. Demokrasiymiş, diktatörlükmüş, hiç fark etmez.
ABD’liler, “demokrasi şeffaflık ve açıklık isteyen bir rejimdir” derler. Derler ama bütün işleri gizlilik içerisinde sürdürürler. Gerektiğinde CIA’yı devreye koyarak, suikast, katliam, darbe, adam kaçırma… Gibi eylemler de düzenlerler. ABD, demokratik yolla iktidara gelmiş nice hükümetleri darbelerle alaşağı etmiştir. Şimdi bu ABD, Ortadoğu’ya demokrasi getirecekmiş. Buna inananlara yazıklar olsun.
Aslında ABD, Ortadoğu’ya demokrasi getirmek bahanesiyle bölücü anayasalar dayatıyor. Irak’ta bunu işgal yoluyla gerçekleştirdi. Türkiye’yi de ileri demokrasi telkiniyle buna zorluyor. Dayattığı anayasal, bölünme temellerini atan ve taşlarını döşeyen anayasalardır. ABD’nin Ortadoğu’yu etnik devletçiklere bölmek istediği, gün gibi aşikârdır. Buna rağmen hükümetimiz, ABD’nin bu şer projesini engellemek yerine, ona destek olan politikalar izliyor.
AKP hükümeti, demokratik yolla aldığı her kararın doğruluğuna ve kendisini sorumluluktan kurtaracağına inanıyor. Bu, çok yanlış bir inanıştır. İlme ve akla aykırıdır. Her demokratik karar doğru ve adil olamaz. Tam aksine, dünyada alınan en zalim ve en haksız kararlar, parlamentolarda çoğunlukla alınmış demokratik kararlardır. Bunun sebebi, alınan kararların sorumluluğunun çok kişiler tarafından paylaşılmasıdır. En çarpıcı örnek, Peygamber (sav) Efendimizi katletmek için Darun-Nedve parlamentosunda alınan demokratik karardır. Sokrat’ın idam kararı da demokratikti. Peki, o kararları alanlar, sorumluluktan kendilerini kurtarabilmişler mi? Karar alıcılar, hangi kararı alırlarsa alsınlar, önce o kararın hakka, hukuka, adalete ve milli çıkarlara uygun olup olmamasına bakmalıdırlar. Oy oranına ve şakşakçı kuru kalabalıklara bakanlar ve güvenenler, her zaman aldanmışlar ve peşlerinden gidenleri de aldatmışlardır.
İtalya eski Cumhurbaşkanı Francesco Cossiga, İtalya’nın en itibarlı gazetelerinden Corriere dell Sera’ya verdiği bir mülâkatta şöyle demiştir: “Amerika ve Avrupa’nın bütün demokratik unsurları gayet iyi biliyor ki, bu feci saldırı (11 Eylül saldırıları) CIA ve MOSSAD tarafından Arap dünyasını suçlamak ve Batılı güçleri Irak ve Afganistan’a müdahaleye tahrik etmek için plânlanıp gerçekleştirildi. El Kaide lideri Üsama bin Lâdin’in saldırıyı itiraf ettiği video kaydı ise bir tahrifattı.” Tertiplenen bu 11 Eylül saldırılarından sonra Irak ve Afganistan’a kanla demokrasi getirildi, zulüm ve gözyaşı ile yaşatılıyor. ABD için önemli olan sömürü düzeni kurmak ve sömürüyü sürdürecek işbirlikçileri bulmaktır. Gerisi lâf ü güzaftır.
Kendi ülkesinde demokrasiyi önemsemeyen, gerektiğinde onu rafa kaldırmakta tereddüt etmeyen ABD, başka ülkelere gerçek demokrasinin gelmesi için uğraşır mı? ABD tarihinde, güvenlik ile demokrasi sık sık karşı karşıya gelmiştir. Her seferinde de güvenlikten yana tavır alınmış, demokrasi, özgürlük ve insan hakları ihlâl edilmiştir. Buna, 11 Eylül saldırılarından sonra, alınan güvenlik tedbirleri, en bariz örnektir. Özellikle Müslümanlara karşı alınan onur kırıcı güvenlik tedbirleri, hâlâ hafızalardadır.
ABD ve Batılı sömürücüler, ülkelerin siyasi rejimlerine değil, ekonomik sistemlerine önem verirler. Çünkü sömürüye engel olan ekonomik sistemlerdir. Ekonomik sistem sömürüye imkân veriyorsa, sorun yoktur. Siyasi rejim ne olursa olsun, ona bakmazlar. Demokrasiymiş, diktatörlükmüş, hiç fark etmez.
ABD’liler, “demokrasi şeffaflık ve açıklık isteyen bir rejimdir” derler. Derler ama bütün işleri gizlilik içerisinde sürdürürler. Gerektiğinde CIA’yı devreye koyarak, suikast, katliam, darbe, adam kaçırma… Gibi eylemler de düzenlerler. ABD, demokratik yolla iktidara gelmiş nice hükümetleri darbelerle alaşağı etmiştir. Şimdi bu ABD, Ortadoğu’ya demokrasi getirecekmiş. Buna inananlara yazıklar olsun.
Aslında ABD, Ortadoğu’ya demokrasi getirmek bahanesiyle bölücü anayasalar dayatıyor. Irak’ta bunu işgal yoluyla gerçekleştirdi. Türkiye’yi de ileri demokrasi telkiniyle buna zorluyor. Dayattığı anayasal, bölünme temellerini atan ve taşlarını döşeyen anayasalardır. ABD’nin Ortadoğu’yu etnik devletçiklere bölmek istediği, gün gibi aşikârdır. Buna rağmen hükümetimiz, ABD’nin bu şer projesini engellemek yerine, ona destek olan politikalar izliyor.
AKP hükümeti, demokratik yolla aldığı her kararın doğruluğuna ve kendisini sorumluluktan kurtaracağına inanıyor. Bu, çok yanlış bir inanıştır. İlme ve akla aykırıdır. Her demokratik karar doğru ve adil olamaz. Tam aksine, dünyada alınan en zalim ve en haksız kararlar, parlamentolarda çoğunlukla alınmış demokratik kararlardır. Bunun sebebi, alınan kararların sorumluluğunun çok kişiler tarafından paylaşılmasıdır. En çarpıcı örnek, Peygamber (sav) Efendimizi katletmek için Darun-Nedve parlamentosunda alınan demokratik karardır. Sokrat’ın idam kararı da demokratikti. Peki, o kararları alanlar, sorumluluktan kendilerini kurtarabilmişler mi? Karar alıcılar, hangi kararı alırlarsa alsınlar, önce o kararın hakka, hukuka, adalete ve milli çıkarlara uygun olup olmamasına bakmalıdırlar. Oy oranına ve şakşakçı kuru kalabalıklara bakanlar ve güvenenler, her zaman aldanmışlar ve peşlerinden gidenleri de aldatmışlardır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018