"Türkiyeli!" bazı aydın, yazar, edebiyatçı, siyasetçi güruhu, bir Avrupa ülkesinden ya da Amerika'dan veya şuradan buradan kendilerine ödül verilmesini, nişan takılmasını itibarlarını artıran bir şey olarak telakki ediyorlar. Çalışmalarını, faaliyetlerini de hep Haçlı Batıdan ödül ve nişan almaya göre ayarlıyorlar. Haçlı-Siyon ittifakı olan emperyalizmin kendilerini takdir etmelerini, beğenmelerini, aferin diye taltif edilmelerini önemseyerek, bunu bir şeref gibi belleyerek Türk milleti üzerinde tahakküm kurmaya çalışıyorlar. Mesela Fransızların Legion d'Honneur yani Fransız devlet nişanını almak, bu mankurtlaşmış, batıcı, kozmopolit çevreler için cennetin tapusunu almak gibi bir şeydir. Bu kişi ve kurumlar, sadece Allah'ın ve Türk milletinin beğenisini kazanmaya değil, sadece gavurun aferinini almaya dönük bir çaba içerisindeler. Bu bir zillet halidir, bu bir eziklik, küçüklük, yanaşmalık, sığıntılık psikolojisidir ve hastalıktır.
Türk beyi olmak, büyük bir meziyet, onurlu bir yükümlülük, ağır bir yüktür. Türk beyi olmak, Allah'tan başka kimsenin önünde eğilmemek, özgür ruhlu Türk milletini temsil edebilme şerefine talip olmak demektir.
Türk beyi, sadece Allah'ına, vicdanına ve milletine hesap verir. Bu üç temel unsurun dışında ne Amerika'ya, ne Avrupa Birliği'ne, ne Rusya'ya, ne Çin'e, ne İran'a, ne şuna ne buna; kimseye, hiçbir devlete, hiçbir odağa, kişiye ve ideolojiye hesap vermez, boyun da eğmez.
Türk beyi, her anlamda tam istiklâlcidir. Yani yüzde yüz bağımsızlıkçıdır. Tam istiklâlci olmanın şartları ve özellikleri çoktur. Önce zihin, ruh, kalp, kafa ve gönül istiklâlci olacaktır.
Türk beyi, Allah'a isyan etmiş, kula zulmetmiş gâvurdan ödül, nişan, aferin almayı, onun tarafından taltif edilmeyi, beğenilmeyi zül addeder. İstiklâlci Türk beyi, Allah ve kul hakkını gaspetmiş gâvurun beğenisini gözetirse, alçağın gölgesi altında serinlemeyi umarsa iyice ufalmış olur.
Türk milleti olarak bizim gerileyişimiz, çöküşümüz, batıcılıkla batıllaşma sürecimizin önemli bir kesiti olan Tanzimat'la birlikte artmıştır. Tanzimat'tan önce Türk beyleri gâvurdan nişan, ödül, aferin almayı zül addederler, hatta böyle bir şey kimsenin aklına gelmezdi. Hatta gâvurun bile aklına gelmezdi Türk beyine nişan vermek. Gavur bile o zamanlar, Türk beyine nişan verme liyakatinde ve ehliyetinde olmadığını bilirdi. Yani haddini bilirdi. O zamanlar sadece bir şey bilinirdi, o da nişan verme hakkının sadece Türk beyinde olması.
Tanzimat'tan sonraki süreçte istiklâlci ruhumuzu kaybedince gavura yanaşma, gavurdan medet umma, gavuru büyük ve efendi bilme zilleti, alçalışı hızla ilerledi. Güçlü İslam imanını kaybeden Türk, artık Allah'a, kendine ve milletine güvenmek yerine gâvura güvenmeye, gâvurdan yardım dilenmeye, ancak gâvurun kanatları altında yaşayabileceğine inanmaya başladı. Bütün sorunlarımızın, geriliğimizin, mağlubiyetimizin temelinde bu zelil ruh hâli vardır. Özgüveni yok olmuş, ufku gavurun müsaadesiyle sınırlı Türk beyi, Türk milletinin önünde takozdur.
Amerikalı Yahudi bilmem ne kuruluşundan cesaret nişanı almak, Avrupa Birliği bilmem ne kuruluşundan Avrupa'nın en iyi kent ödülü almak, Nobel edebiyat, şu bu ödülü almak, eurovizyon bilmem ne yarışmasından ödül beklemek, Amerika ve Avrupa Birliği kaynaklı değişik şer odaklarından ödül, nişan, taltif bilmem ne almak, ummak, alınca da böbürlenmek, Türk millî ruh ve şuurunun silinmiş olmasının bir göstergesidir.
İstiklâlci Türk beyi, gavurun verdiği ödülle yükselmez, geriye düşer. O bilir ki gavur, sadece kendi emellerine en iyi hizmet edene, kendi projelerine en başarılı şekilde taşeronluk yapana ödül verir, aferin der. Gavurun verdiği nişan ve ödülle iftihar eden, şımaran, gururlanan kişi de milletine değil, gavura hizmet etmekle ödüllendirilmenin kıvancıyla pişkince sırıtıyor demektir ki bu, Türk milletinin hazmedebileceği bir durum değildir. İstiklâlci Türk beyi, sadece ve sadece, Allah'ın rızası, milletinin memnuniyeti ve vicdanının itminanı ile yükselir.
Gavurdan nişan almayı marifet bilen Türk beyi, beyliğinden vazgeçmiş, ufkunu karartmış ve özgür ruhunu köreltmiş demektir. Zira gâvurdan aferin almayı marifet bilen kişi, özgürce kendi istediği şekilde ve tamamen milletinin talepleri doğrultusunda değil, kendisini, kabiliyetlerini, niyetlerini, becerisini, birikimini, imkânlarını gâvurun hoşuna gidecek şekilde iş yapmaya ayarlamıştır.
Gerçek istiklâlci, şahsiyetli, onurlu Türk beyi gavurdan nişan almaz. O, ancak gavura nişan takabilir. Nitekim bugün Avrupa Birliği, Amerika ve İsrail'den nişan, ödül, madalya alan, almayı dört gözle bekleyen, başarısını buna bağlayan kişilere gerçek bir istiklâlci Türk beyini örnek vererek akıllarını başlarına almaya davet ediyorum.
Kırım Savaşında büyük kahramanlıklar gösterdiğinden dolayı Fransız hükûmetince kendisine nişan takılan Deli Hasan Ağa'nın bu nişanını takmadığını gören Fuad Paşa, Hasan Ağaya:
-Aldığın nişanı ne yaptın? diye sorunca Hasan Ağa, cebinden nişan kutusunu çıkarıp:
-İşte burada, cevabını vermiş. Fuad Paşa'nın da:
-O pek büyük bir nişandır. Niçin göğsüne takmıyorsun, demesi üzerine ihtiyar, yeleğini çözüp, göğsündeki yaraları göstererek:
-Paşam, benim vücudumda harpte kazanılmış yedi nişan var. Onlar varken elin frenginin (gavurunun) nişanını ben ne yapayım, demiş. (Ali Haydar Bayat, Keçecizade Mehmed Fuat Paşa'nın N.Ş.N.H.Y.Ş., Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1988, s.59-60)
Bu tavır, tam özgür istiklâlci bir Türk beyi tavrıdır. Bu oldukça yüksek bir şahsiyet göstergesidir, büyük bir fazilettir. Türk tarihi ve milleti büyükse böyle istiklâlci beylerimiz sayesinde büyüktür. Bugün Türk milleti tasfiye edilme sürecini yaşıyorsa, batı emperyalizminin oyuncağı olmuşsa istiklâlci ruhunu kaybetmiş sömürge valileri sayesindedir.
Efendi ödül almaz, ödül verir. Türk beyleri uzun zamandır efendi olmayı, yüksek Türk ruh, şahsiyet ve şuurunu kaybettiklerinden, gavur bize ne zaman ödül verecek, ne zaman bize aferin diyecek diye el açar haldeler ve batı ufkuna doğru kısık, fersiz, yalvaran gözlerle bakmaktalar.
Tanzimat'tan itibaren gavur, uyguladığı değişik yöntemlerle Türk'ün yüksek millî ruhunu yok etti, sonra da borç para, nasihat, ödül ve nişan vererek Türk'ü esir etmenin yollarını aradı. Gavurdan nişan, madalya, ödül almak demek, ona esir olmayı, onun talimatlarına göre hareket etmeyi, onun belirlediği ilkelere, kurallara ve kurumlara uygun davranmayı kabul etmek demektir. Gavurun aferinine bakan, ufkunu kaybetmiş, kendine ait özgün proje üretmeyi unutmuş, millî hedeflerini kendi elleriyle yok etmiş, kendisini gâvurun iltifat sınırları içine hapsetmiş demektir.
Büyük Türk istiklâli, önce ruhuyla, kalbiyle, gönlüyle, zihniyle, duygu, düşünce ve hayalleriyle gavurun esaret zincirlerini kırıp atmış, her anlamda tam istiklâlci bir ruh kazanmış asaletli milliyetçi Türk beylerine sahip olmakla başlayacaktır.
Türk beyi olmak, büyük bir meziyet, onurlu bir yükümlülük, ağır bir yüktür. Türk beyi olmak, Allah'tan başka kimsenin önünde eğilmemek, özgür ruhlu Türk milletini temsil edebilme şerefine talip olmak demektir.
Türk beyi, sadece Allah'ına, vicdanına ve milletine hesap verir. Bu üç temel unsurun dışında ne Amerika'ya, ne Avrupa Birliği'ne, ne Rusya'ya, ne Çin'e, ne İran'a, ne şuna ne buna; kimseye, hiçbir devlete, hiçbir odağa, kişiye ve ideolojiye hesap vermez, boyun da eğmez.
Türk beyi, her anlamda tam istiklâlcidir. Yani yüzde yüz bağımsızlıkçıdır. Tam istiklâlci olmanın şartları ve özellikleri çoktur. Önce zihin, ruh, kalp, kafa ve gönül istiklâlci olacaktır.
Türk beyi, Allah'a isyan etmiş, kula zulmetmiş gâvurdan ödül, nişan, aferin almayı, onun tarafından taltif edilmeyi, beğenilmeyi zül addeder. İstiklâlci Türk beyi, Allah ve kul hakkını gaspetmiş gâvurun beğenisini gözetirse, alçağın gölgesi altında serinlemeyi umarsa iyice ufalmış olur.
Türk milleti olarak bizim gerileyişimiz, çöküşümüz, batıcılıkla batıllaşma sürecimizin önemli bir kesiti olan Tanzimat'la birlikte artmıştır. Tanzimat'tan önce Türk beyleri gâvurdan nişan, ödül, aferin almayı zül addederler, hatta böyle bir şey kimsenin aklına gelmezdi. Hatta gâvurun bile aklına gelmezdi Türk beyine nişan vermek. Gavur bile o zamanlar, Türk beyine nişan verme liyakatinde ve ehliyetinde olmadığını bilirdi. Yani haddini bilirdi. O zamanlar sadece bir şey bilinirdi, o da nişan verme hakkının sadece Türk beyinde olması.
Tanzimat'tan sonraki süreçte istiklâlci ruhumuzu kaybedince gavura yanaşma, gavurdan medet umma, gavuru büyük ve efendi bilme zilleti, alçalışı hızla ilerledi. Güçlü İslam imanını kaybeden Türk, artık Allah'a, kendine ve milletine güvenmek yerine gâvura güvenmeye, gâvurdan yardım dilenmeye, ancak gâvurun kanatları altında yaşayabileceğine inanmaya başladı. Bütün sorunlarımızın, geriliğimizin, mağlubiyetimizin temelinde bu zelil ruh hâli vardır. Özgüveni yok olmuş, ufku gavurun müsaadesiyle sınırlı Türk beyi, Türk milletinin önünde takozdur.
Amerikalı Yahudi bilmem ne kuruluşundan cesaret nişanı almak, Avrupa Birliği bilmem ne kuruluşundan Avrupa'nın en iyi kent ödülü almak, Nobel edebiyat, şu bu ödülü almak, eurovizyon bilmem ne yarışmasından ödül beklemek, Amerika ve Avrupa Birliği kaynaklı değişik şer odaklarından ödül, nişan, taltif bilmem ne almak, ummak, alınca da böbürlenmek, Türk millî ruh ve şuurunun silinmiş olmasının bir göstergesidir.
İstiklâlci Türk beyi, gavurun verdiği ödülle yükselmez, geriye düşer. O bilir ki gavur, sadece kendi emellerine en iyi hizmet edene, kendi projelerine en başarılı şekilde taşeronluk yapana ödül verir, aferin der. Gavurun verdiği nişan ve ödülle iftihar eden, şımaran, gururlanan kişi de milletine değil, gavura hizmet etmekle ödüllendirilmenin kıvancıyla pişkince sırıtıyor demektir ki bu, Türk milletinin hazmedebileceği bir durum değildir. İstiklâlci Türk beyi, sadece ve sadece, Allah'ın rızası, milletinin memnuniyeti ve vicdanının itminanı ile yükselir.
Gavurdan nişan almayı marifet bilen Türk beyi, beyliğinden vazgeçmiş, ufkunu karartmış ve özgür ruhunu köreltmiş demektir. Zira gâvurdan aferin almayı marifet bilen kişi, özgürce kendi istediği şekilde ve tamamen milletinin talepleri doğrultusunda değil, kendisini, kabiliyetlerini, niyetlerini, becerisini, birikimini, imkânlarını gâvurun hoşuna gidecek şekilde iş yapmaya ayarlamıştır.
Gerçek istiklâlci, şahsiyetli, onurlu Türk beyi gavurdan nişan almaz. O, ancak gavura nişan takabilir. Nitekim bugün Avrupa Birliği, Amerika ve İsrail'den nişan, ödül, madalya alan, almayı dört gözle bekleyen, başarısını buna bağlayan kişilere gerçek bir istiklâlci Türk beyini örnek vererek akıllarını başlarına almaya davet ediyorum.
Kırım Savaşında büyük kahramanlıklar gösterdiğinden dolayı Fransız hükûmetince kendisine nişan takılan Deli Hasan Ağa'nın bu nişanını takmadığını gören Fuad Paşa, Hasan Ağaya:
-Aldığın nişanı ne yaptın? diye sorunca Hasan Ağa, cebinden nişan kutusunu çıkarıp:
-İşte burada, cevabını vermiş. Fuad Paşa'nın da:
-O pek büyük bir nişandır. Niçin göğsüne takmıyorsun, demesi üzerine ihtiyar, yeleğini çözüp, göğsündeki yaraları göstererek:
-Paşam, benim vücudumda harpte kazanılmış yedi nişan var. Onlar varken elin frenginin (gavurunun) nişanını ben ne yapayım, demiş. (Ali Haydar Bayat, Keçecizade Mehmed Fuat Paşa'nın N.Ş.N.H.Y.Ş., Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1988, s.59-60)
Bu tavır, tam özgür istiklâlci bir Türk beyi tavrıdır. Bu oldukça yüksek bir şahsiyet göstergesidir, büyük bir fazilettir. Türk tarihi ve milleti büyükse böyle istiklâlci beylerimiz sayesinde büyüktür. Bugün Türk milleti tasfiye edilme sürecini yaşıyorsa, batı emperyalizminin oyuncağı olmuşsa istiklâlci ruhunu kaybetmiş sömürge valileri sayesindedir.
Efendi ödül almaz, ödül verir. Türk beyleri uzun zamandır efendi olmayı, yüksek Türk ruh, şahsiyet ve şuurunu kaybettiklerinden, gavur bize ne zaman ödül verecek, ne zaman bize aferin diyecek diye el açar haldeler ve batı ufkuna doğru kısık, fersiz, yalvaran gözlerle bakmaktalar.
Tanzimat'tan itibaren gavur, uyguladığı değişik yöntemlerle Türk'ün yüksek millî ruhunu yok etti, sonra da borç para, nasihat, ödül ve nişan vererek Türk'ü esir etmenin yollarını aradı. Gavurdan nişan, madalya, ödül almak demek, ona esir olmayı, onun talimatlarına göre hareket etmeyi, onun belirlediği ilkelere, kurallara ve kurumlara uygun davranmayı kabul etmek demektir. Gavurun aferinine bakan, ufkunu kaybetmiş, kendine ait özgün proje üretmeyi unutmuş, millî hedeflerini kendi elleriyle yok etmiş, kendisini gâvurun iltifat sınırları içine hapsetmiş demektir.
Büyük Türk istiklâli, önce ruhuyla, kalbiyle, gönlüyle, zihniyle, duygu, düşünce ve hayalleriyle gavurun esaret zincirlerini kırıp atmış, her anlamda tam istiklâlci bir ruh kazanmış asaletli milliyetçi Türk beylerine sahip olmakla başlayacaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Nurullah Çetin / diğer yazıları
- Dayatılan kapitalist stil / 26.12.2015
- "Karıştır barıştır"a karşı "birleştir savuştur" / 30.11.2015
- Öğretmenler Günü'nü kutlamak / 26.11.2015
- İşin sırrı dengede / 20.11.2015
- IŞİD terörist peki Fransa nedir? / 18.11.2015
- Anaları ağlamasın diye Fransa'ya çözüm süreci desteği / 17.11.2015
- Bir 10 Kasım yazısı / 12.11.2015
- Ölmek ve köle olmak dışında üçüncü bir seçenek / 11.11.2015
- Türk sosyalistlerini marabalıktan kurtulmaya davet / 09.11.2015
- Yandakların istilası / 05.11.2015
- "Karıştır barıştır"a karşı "birleştir savuştur" / 30.11.2015
- Öğretmenler Günü'nü kutlamak / 26.11.2015
- İşin sırrı dengede / 20.11.2015
- IŞİD terörist peki Fransa nedir? / 18.11.2015
- Anaları ağlamasın diye Fransa'ya çözüm süreci desteği / 17.11.2015
- Bir 10 Kasım yazısı / 12.11.2015
- Ölmek ve köle olmak dışında üçüncü bir seçenek / 11.11.2015
- Türk sosyalistlerini marabalıktan kurtulmaya davet / 09.11.2015
- Yandakların istilası / 05.11.2015