‘İşte böyle, gazabımdan emin olmayın’
Cebrail ve Mikail, “Ya Rabbi, Senin gazabından emin olamıyoruz. Aynı şeyin bizim de başımıza gelmesinden korkuyoruz” diye hallerini arz ettiklerinde, Hak Teâlâ şöyle buyurdu: “İşte böyle olun, gazabımdan emin olmayın”
09.10.2023 21:00:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş





Korku işinde peygamberlerin durumu hakkında İmam Gazali Hazretleri şöyle buyuruyor:
Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor:
"Her ne zaman hava bozulsa yahut sert bir rüzgâr esmeye başlasa, Peygamber Efendimizin rengi değişir. Ayağa kalkar, hücrede gider gelir... Bir ileri, bir geri... Dışarı çıkar, içeri girerdi. Bunları, Allah'ın azabından korktuğu için yapardı."
Çok kere Peygamber Efendimiz Hakka sûresini okur; baygın düşerdi.
Allah Teâlâ, Musa Peygamberin de, azamet-i İlahiye karşısında bayılıp düştüğünü bir ayet-i kerimede haber verir (Araf, 143).
Peygamber Efendimiz bir defa, Cibril'i geyik suretinde görmüş ve ansızın korkup bağırmıştı.
Bir hadis-i şerifinde, Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: "Cibril her gelişinde Cebbar olan Allah Teâlâ'nın korkusundan, gök gürültüsü gibi sesler çıkararak gelirdi."
Derler ki, şeytanın başına malûm felâket geldikten sonra, Cibril ve Mikâîl ağlamaya başladı. Allah Teâlâ sebebini sordu: "Size ne oluyor, niçin ağlarsınız?"
Durumlarını şöyle arz ettiler: "Ya Rabbi, Senin gazabından emin olamıyoruz. Aynı şeyin bizim de başımıza gelmesinden korkuyoruz."
Bunun üzerine Hak Teâlâ şöyle buyurdu: "İşte böyle olun, gazabımdan emin olmayın."
Ebû Derda (r.a.) diyor ki: "İbrahim Peygamber (a.s.) namaza kalktığı zaman, kalbinin iniltisini, ehl-i hal bir mil öteden duyardı. Onun bu hali, Allah Teâlâ'dan korktuğu için olurdu."
Mücahid şöyle anlatıyor: "Davud (a.s.) kırk gün secdeden başını kaldırmadı ve devamlı ağladı. Öyle ki, gözyaşlarının akıntısından otlar bitti. O biten otlar başını örttü. Onun bu hali sonunda şöyle bir nida geldi: 'Ya Davud! Aç mısın, yemek mi istersin? Susadın da su mu içmek dilersin? Çıplaksın da elbise mi arzularsın?'
O bu sözlerle teskin olmuyordu. Ev, nefesi kokusundan dolmuştu. İçi o kadar ateşliydi ki oraya bir şey değdirmek kabil olsaydı da; değseydi, yanardı.
Allah Teâlâ ona acıdı ve tövbesini kabul etti. Ve 'Ya Rabbi, hatamı avucuma nakşet' dedi ve arzusu oldu. Yemek için ve içmek için, ellerini her açtıkça o hatasını okurdu. Ve o hata kendini saatlerce ağlatırdı."
Derler ki: "Davud Peygambere sunulan kadehin üçte ikisi daima dolu kalırdı. Elini yemeğe uzatınca, avucu içinde yazılı hatasını görür, lokmayı alıp dudağına götüremezdi."
Davud Peygamberi anlatanlar diyor ki: "O hayatı boyunca bir defa bile semâya başkaldırıp bakmadı. Böyle bir şeyi yapmaya, Allah'a karşı utanç duygusu mani oluyordu."
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor:
"Her ne zaman hava bozulsa yahut sert bir rüzgâr esmeye başlasa, Peygamber Efendimizin rengi değişir. Ayağa kalkar, hücrede gider gelir... Bir ileri, bir geri... Dışarı çıkar, içeri girerdi. Bunları, Allah'ın azabından korktuğu için yapardı."
Çok kere Peygamber Efendimiz Hakka sûresini okur; baygın düşerdi.
Allah Teâlâ, Musa Peygamberin de, azamet-i İlahiye karşısında bayılıp düştüğünü bir ayet-i kerimede haber verir (Araf, 143).
Peygamber Efendimiz bir defa, Cibril'i geyik suretinde görmüş ve ansızın korkup bağırmıştı.
Bir hadis-i şerifinde, Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: "Cibril her gelişinde Cebbar olan Allah Teâlâ'nın korkusundan, gök gürültüsü gibi sesler çıkararak gelirdi."
Derler ki, şeytanın başına malûm felâket geldikten sonra, Cibril ve Mikâîl ağlamaya başladı. Allah Teâlâ sebebini sordu: "Size ne oluyor, niçin ağlarsınız?"
Durumlarını şöyle arz ettiler: "Ya Rabbi, Senin gazabından emin olamıyoruz. Aynı şeyin bizim de başımıza gelmesinden korkuyoruz."
Bunun üzerine Hak Teâlâ şöyle buyurdu: "İşte böyle olun, gazabımdan emin olmayın."
Ebû Derda (r.a.) diyor ki: "İbrahim Peygamber (a.s.) namaza kalktığı zaman, kalbinin iniltisini, ehl-i hal bir mil öteden duyardı. Onun bu hali, Allah Teâlâ'dan korktuğu için olurdu."
Mücahid şöyle anlatıyor: "Davud (a.s.) kırk gün secdeden başını kaldırmadı ve devamlı ağladı. Öyle ki, gözyaşlarının akıntısından otlar bitti. O biten otlar başını örttü. Onun bu hali sonunda şöyle bir nida geldi: 'Ya Davud! Aç mısın, yemek mi istersin? Susadın da su mu içmek dilersin? Çıplaksın da elbise mi arzularsın?'
O bu sözlerle teskin olmuyordu. Ev, nefesi kokusundan dolmuştu. İçi o kadar ateşliydi ki oraya bir şey değdirmek kabil olsaydı da; değseydi, yanardı.
Allah Teâlâ ona acıdı ve tövbesini kabul etti. Ve 'Ya Rabbi, hatamı avucuma nakşet' dedi ve arzusu oldu. Yemek için ve içmek için, ellerini her açtıkça o hatasını okurdu. Ve o hata kendini saatlerce ağlatırdı."
Derler ki: "Davud Peygambere sunulan kadehin üçte ikisi daima dolu kalırdı. Elini yemeğe uzatınca, avucu içinde yazılı hatasını görür, lokmayı alıp dudağına götüremezdi."
Davud Peygamberi anlatanlar diyor ki: "O hayatı boyunca bir defa bile semâya başkaldırıp bakmadı. Böyle bir şeyi yapmaya, Allah'a karşı utanç duygusu mani oluyordu."
(El-Mürşidü'l-Emîn ilâ Mev'izeti'l-Mü'minîn'den...)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.