İsrail'in üç Arap ülkesinin ordularını Haziran 1967'de olduğu gibi altı günde mağlup ettiği zamanlar geride kalmış gibi görünüyor. Lübnan fiyaskosu, Ortadoğu'ya barış getirmenin en iyi yolunun güç kullanmak olmayabileceğine dair bir başka uyarı olarak görülmeli.
Belki de Lübnan çatışması İsrail'in girmek zorunda olduğu bir şeydi. Ve belki de bu çatışma, aynı Irak'ın ABD'nin askeri gücünün bütün sorunlarına yanıt olamadığını göstermesi gibi, İsrail'in gücünün sınırlarını gösterdi. Bu, Ortadoğu'ya barış ve istikrar getirmenin en iyi yolunun güç kullanmak olmayabileceğine dair bir başka uyarı olarak görülmeli. İsrail'in bu çatışmadaki hedefleri açıktı: Hizbullah savaşçıları tarafından 12 Temmuz'da kaçırılan iki askerin koşulsuz bırakılmasını sağlamak, Litani Nehri'ne dek güney Lübnan'ı nüfustan arındırıp işgal etmek, Hizbullah'ı yok etmek, İsrail'e meydan okumaya niyetli diğer güçlere ders olacak şekilde Lübnan'a zarar vermek ve ardından, güçlü olunan bir noktada, uygun bir zamanda askerlerini aşamalı olarak çekmek. Bu kadar direniş beklenmiyordu Bu hedeflerin ardında, İsrail ve ABD'nin daha geniş çaplı ortak amacı yer alıyordu: Suriye ve Lübnan, Hizbullah ve İran arasındaki bağları zayıflatmak, böylece Irak fiyaskosunun bir sonucu olarak bölgede Suriye ile İran lehine bozulan stratejik dengeyi tekrar yerli yerine oturtmak. Duruma hangi açıdan bakılırsa bakılsın, İsrail bu hedeflere ulaşmayı başaramadı. İsrail ve Bush yönetiminin bütün beklentilerinin aksine, Hizbullah ve lideri Hasan Nasrallah İsrail saldırısına beklentilerin de ötesinde karşı koydu. Sıkı savaştılar ve İsrailli birliklerle sivillere ağır kayıplar verdirdiler. İsrail şu ana dek 117 asker ve 40 sivil kaybetti, yaralananlar, hasar gören mülkler ve ekonomik maliyetleri de cabası. Psikolojik darbe Lübnan ve Hizbullah'a verilen hasarla kıyaslandığında İsrail'in kayıpları oldukça az görünüyor. Fakat İsrail bu ölçekte kayıplara hiç alışkın değildir. Geçmişte birçok başarılı savaş verdi, fakat İsrail'in üç Arap ülkesinin ordularını Haziran 1967'de olduğu gibi altı günde mağlup ettiği zamanlar geride kalmış gibi görünüyor. Böyle bir yargıya varmak için sadece İsrail'in askeri stratejisi ve gücünün etkinliğine değil, psikolojik dönüşümüne de bakmak gerekir. İsrail 530 Hizbullah savaşçısını öldürdüğünü söylüyor, Hizbullah'a göreyse bu sayı 80. Hangisi doğru olursa olsun, Hizbullah'ın 1982-2000 yılları arasındaki 18 yıllık İsrail işgali sırasında olduğu gibi, Güney Lübnan'da gerilla savaşı yürütme ve İsrail'i daha uzun menzilli füzelerle vurma kapasitesi yerli yerinde duruyor. Bu noktada da bir BM barış gücünün (veya Lübnan ordusunun) Hizbullah'ı tamamen silahsızlandırabilmesi konusunda ciddi soru işaretleri ortaya çıkıyor. Prestijleri arttı Şunu bir kenara not etmek lazım: Hizbullah'ın güçlerini Lübnan ordusuna entegre etme seçeneği var, zaten siyasi kanadı da Lübnan hükümetinin bir parçası. Geçen ayki çatışma Hizbullah ve liderinin İsrail'e karşı koyabilen yegâne güç niteliğindeki konumunu, sadece Lübnanlılar arasında değil, bütün Arap ve Müslüman dünyada önemli ölçüde güçlendirdi. İsrail yönetimi şimdi diplomatik müzakerelere ve kendisini Lübnan'dan koruyabilecek güçlü bir Lübnanlı ve uluslararası gücün konuşlandırılmasına bel bağlamak durumunda. Dahası, İsrailli liderler beklenmedik sonuçlar doğuran bu çatışmadan kaynaklı ciddi ülke içi eleştirilere göğüs germek zorunda kalacak: Bölünmeler ve çatlak sesler, siyaseti sarsmaya başladı bile. İsrail'in uluslararası hasımlarının suiistimal edebileceği bir gelişme bu. Filistin çözülmeden barış zor Eğer İsrail bölgede gerçekten barışçı, güvenli ve normal bir hayat sürmek istiyorsa, liderliği komşularıyla köprü kurmayı öngören 1701 sayılı BM kararını değerlendirmelidir. Bunun merkezi bir bileşeni mahiyetinde, Filistin sorununa, uluslararası alanda desteklenen iki devletli çözüm temelinde acilen eğilmek zorundadır. Mısır ve Ürdün, İsrail ile barış anlaşması imzalamış ve İsrail devletini tanımış durumda; kalan Arap devletleri ise, Mart 2002'deki Beyrut deklarasyonu uyarınca, Filistin devleti karşılığında İsrail'i tam olarak tanımayı teklif ettiler. Emin Saykal/ Radikal
Belki de Lübnan çatışması İsrail'in girmek zorunda olduğu bir şeydi. Ve belki de bu çatışma, aynı Irak'ın ABD'nin askeri gücünün bütün sorunlarına yanıt olamadığını göstermesi gibi, İsrail'in gücünün sınırlarını gösterdi. Bu, Ortadoğu'ya barış ve istikrar getirmenin en iyi yolunun güç kullanmak olmayabileceğine dair bir başka uyarı olarak görülmeli. İsrail'in bu çatışmadaki hedefleri açıktı: Hizbullah savaşçıları tarafından 12 Temmuz'da kaçırılan iki askerin koşulsuz bırakılmasını sağlamak, Litani Nehri'ne dek güney Lübnan'ı nüfustan arındırıp işgal etmek, Hizbullah'ı yok etmek, İsrail'e meydan okumaya niyetli diğer güçlere ders olacak şekilde Lübnan'a zarar vermek ve ardından, güçlü olunan bir noktada, uygun bir zamanda askerlerini aşamalı olarak çekmek. Bu kadar direniş beklenmiyordu Bu hedeflerin ardında, İsrail ve ABD'nin daha geniş çaplı ortak amacı yer alıyordu: Suriye ve Lübnan, Hizbullah ve İran arasındaki bağları zayıflatmak, böylece Irak fiyaskosunun bir sonucu olarak bölgede Suriye ile İran lehine bozulan stratejik dengeyi tekrar yerli yerine oturtmak. Duruma hangi açıdan bakılırsa bakılsın, İsrail bu hedeflere ulaşmayı başaramadı. İsrail ve Bush yönetiminin bütün beklentilerinin aksine, Hizbullah ve lideri Hasan Nasrallah İsrail saldırısına beklentilerin de ötesinde karşı koydu. Sıkı savaştılar ve İsrailli birliklerle sivillere ağır kayıplar verdirdiler. İsrail şu ana dek 117 asker ve 40 sivil kaybetti, yaralananlar, hasar gören mülkler ve ekonomik maliyetleri de cabası. Psikolojik darbe Lübnan ve Hizbullah'a verilen hasarla kıyaslandığında İsrail'in kayıpları oldukça az görünüyor. Fakat İsrail bu ölçekte kayıplara hiç alışkın değildir. Geçmişte birçok başarılı savaş verdi, fakat İsrail'in üç Arap ülkesinin ordularını Haziran 1967'de olduğu gibi altı günde mağlup ettiği zamanlar geride kalmış gibi görünüyor. Böyle bir yargıya varmak için sadece İsrail'in askeri stratejisi ve gücünün etkinliğine değil, psikolojik dönüşümüne de bakmak gerekir. İsrail 530 Hizbullah savaşçısını öldürdüğünü söylüyor, Hizbullah'a göreyse bu sayı 80. Hangisi doğru olursa olsun, Hizbullah'ın 1982-2000 yılları arasındaki 18 yıllık İsrail işgali sırasında olduğu gibi, Güney Lübnan'da gerilla savaşı yürütme ve İsrail'i daha uzun menzilli füzelerle vurma kapasitesi yerli yerinde duruyor. Bu noktada da bir BM barış gücünün (veya Lübnan ordusunun) Hizbullah'ı tamamen silahsızlandırabilmesi konusunda ciddi soru işaretleri ortaya çıkıyor. Prestijleri arttı Şunu bir kenara not etmek lazım: Hizbullah'ın güçlerini Lübnan ordusuna entegre etme seçeneği var, zaten siyasi kanadı da Lübnan hükümetinin bir parçası. Geçen ayki çatışma Hizbullah ve liderinin İsrail'e karşı koyabilen yegâne güç niteliğindeki konumunu, sadece Lübnanlılar arasında değil, bütün Arap ve Müslüman dünyada önemli ölçüde güçlendirdi. İsrail yönetimi şimdi diplomatik müzakerelere ve kendisini Lübnan'dan koruyabilecek güçlü bir Lübnanlı ve uluslararası gücün konuşlandırılmasına bel bağlamak durumunda. Dahası, İsrailli liderler beklenmedik sonuçlar doğuran bu çatışmadan kaynaklı ciddi ülke içi eleştirilere göğüs germek zorunda kalacak: Bölünmeler ve çatlak sesler, siyaseti sarsmaya başladı bile. İsrail'in uluslararası hasımlarının suiistimal edebileceği bir gelişme bu. Filistin çözülmeden barış zor Eğer İsrail bölgede gerçekten barışçı, güvenli ve normal bir hayat sürmek istiyorsa, liderliği komşularıyla köprü kurmayı öngören 1701 sayılı BM kararını değerlendirmelidir. Bunun merkezi bir bileşeni mahiyetinde, Filistin sorununa, uluslararası alanda desteklenen iki devletli çözüm temelinde acilen eğilmek zorundadır. Mısır ve Ürdün, İsrail ile barış anlaşması imzalamış ve İsrail devletini tanımış durumda; kalan Arap devletleri ise, Mart 2002'deki Beyrut deklarasyonu uyarınca, Filistin devleti karşılığında İsrail'i tam olarak tanımayı teklif ettiler. Emin Saykal/ Radikal
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.