1 Mart tezkeresinin Meclis'e sevkine 1 aydan az bir süre kalmıştı. Abdullah Gül Başbakandı...
Hükümet verdiği sözler nedeniyle Washington tarafından sıkıştırılıyor, fakat halkın sivil itaatsizliği her geçen gün artıyordu. Üstelik Abdullah Gül de zaten bırakacağı Başbakanlık koltuğu için bu tarihi riskin altına "kolayca" girmek istemiyordu.
Konunun kilitlendiği, Amerikan tehditlerinin "söz verdiniz yerine getirin" baskısından fiili tehdide dönüştüğü bir ortamda, parlak bir danışman, formülü Abdullah Gül'ün önüne koydu:
"Efendim Irak'a komşu 6-7 İslam ülkesini İstanbul'da toplayalım. Böylece kamuoyuna elimizden geleni yaptık deme imkanımız doğar."
Teklif derhal hayata geçirildi. Davetiyeler çıkarıldı ve kısa bir süre sonra Mısır'dan İran'a kadar 6 ülkenin devlet başkanları ya da başbakanları İstanbul'da bir araya geldiler.
Toplantı basında "Türkiye, Irak savaşı çıkmasın diye elinden geleni yapıyor" şeklinde propaganda edildi. Hatta savaş karşıtı Almanya Dışişleri Bakanı bile bu yalana inanmış olacak ki sürpriz bir ziyaretle toplantının yapıldığı gün İstanbul'a indi.
Sonuçta çok büyük organizasyon skandallarıyla da olsa zirve başladı. Toplantıya katılanlar Amerikan karşıtı bir duruşun ortaya çıkacağını, bunun da sonuç bildirgesine yansıyacağını zannediyorlardı. Fakat toplantı büyük bir sürprizle başladı. Ev sahibi olmanın avantajlarını kullanan Türkiye, ısrarla Saddam'ın suçlanmasını istiyordu.
Katılımcı ülkelerden; Ürdün'den, Mısır'dan bile tepkiler geldi. Saddam'ı zaten Amerika yeterince suçluyordu. Eğer bu toplantının amacı savaşı durdurmak idiyse, uyarılması gereken adres ABD olmalıydı.
Abdullah Gül ve danışmanları ABD'nin kınanması ve Irak'ın suçlanması gerektiğini sonuna kadar savundular.
Sonuçta toplantı Türkiye'nin inadı ve ısrarı nedeniyle Saddam dolayısıyla Irak'ı suçlayan bir platforma dönüştü. Katılımcı ülkeler tam bir hayal kırıklığı ile dönerken, Türkiye'nin "2. toplantıyı da yapalım" teklifinin yüzüne bile bakmadılar.
Sonuçta Abdullah Gül zirveyi bir şova çevirerek "Bakın biz elimizden geleni yaptık" havasını kamuoyuna yansıttı.
Ardından da ünlü 1 Mart tezkeresi TBMM'ye sevk edildi.
* * *
Bu hikayeyi tahmin edeceğiniz gibi Başbakan Erdoğan'ın Tahran ziyareti nedeniyle anlattık. Erdoğan, şimdi İran'da bulunuyor ve sanki ABD'ye rağmen bir dizi anlaşma yapacakmış havası içinde temaslar gerçekleştiriyor.
Oysa dünkü bir gazetede manşetten verildiği gibi Tayyip Erdoğan oraya Ankara için değil, Washington adına gidiyor. Muhtemeldir ki Tahran'a "Bak, Irak'ın başına gelenleri siz de yaşayacaksınız. Amerika çoook büyük ülke" diyecek!
Yani Erdoğan, Washington adına konuşacak. Zaten gelen haberler Tahran'ın, Erdoğan'ın kimliği konusundaki tereddütlerini ve şöyle düşündüğünü ortaya koyuyor:
"ABD'ye en yakın Türk Başbakanı..."
"Son dakika sürprizi" şeklinde verilen "İran'la bir anlaşma Amerikan ambargosuna takılır" haberleri de aynı tiyatroya dekor vazifesi görüyor.
Çünkü ne bu konu son dakika sürprizidir, ne de Erdoğan Washington'un hilafına Tahran'da tek bir adım atabilir! Ne de zaten öyle bir niyet söz konusu!
Olsa olsa bir gerilim varmış gibi gözüken siyaset, Türkiye'nin İran'a yönelik politikalarını iyice İsrail kıvamına oturtur.
Kim bilir belki de bu ziyaretin ardından, İran'ı vuracak uçaklar, Türk hava sahasını kullanır! Kim bilir?
Hükümet verdiği sözler nedeniyle Washington tarafından sıkıştırılıyor, fakat halkın sivil itaatsizliği her geçen gün artıyordu. Üstelik Abdullah Gül de zaten bırakacağı Başbakanlık koltuğu için bu tarihi riskin altına "kolayca" girmek istemiyordu.
Konunun kilitlendiği, Amerikan tehditlerinin "söz verdiniz yerine getirin" baskısından fiili tehdide dönüştüğü bir ortamda, parlak bir danışman, formülü Abdullah Gül'ün önüne koydu:
"Efendim Irak'a komşu 6-7 İslam ülkesini İstanbul'da toplayalım. Böylece kamuoyuna elimizden geleni yaptık deme imkanımız doğar."
Teklif derhal hayata geçirildi. Davetiyeler çıkarıldı ve kısa bir süre sonra Mısır'dan İran'a kadar 6 ülkenin devlet başkanları ya da başbakanları İstanbul'da bir araya geldiler.
Toplantı basında "Türkiye, Irak savaşı çıkmasın diye elinden geleni yapıyor" şeklinde propaganda edildi. Hatta savaş karşıtı Almanya Dışişleri Bakanı bile bu yalana inanmış olacak ki sürpriz bir ziyaretle toplantının yapıldığı gün İstanbul'a indi.
Sonuçta çok büyük organizasyon skandallarıyla da olsa zirve başladı. Toplantıya katılanlar Amerikan karşıtı bir duruşun ortaya çıkacağını, bunun da sonuç bildirgesine yansıyacağını zannediyorlardı. Fakat toplantı büyük bir sürprizle başladı. Ev sahibi olmanın avantajlarını kullanan Türkiye, ısrarla Saddam'ın suçlanmasını istiyordu.
Katılımcı ülkelerden; Ürdün'den, Mısır'dan bile tepkiler geldi. Saddam'ı zaten Amerika yeterince suçluyordu. Eğer bu toplantının amacı savaşı durdurmak idiyse, uyarılması gereken adres ABD olmalıydı.
Abdullah Gül ve danışmanları ABD'nin kınanması ve Irak'ın suçlanması gerektiğini sonuna kadar savundular.
Sonuçta toplantı Türkiye'nin inadı ve ısrarı nedeniyle Saddam dolayısıyla Irak'ı suçlayan bir platforma dönüştü. Katılımcı ülkeler tam bir hayal kırıklığı ile dönerken, Türkiye'nin "2. toplantıyı da yapalım" teklifinin yüzüne bile bakmadılar.
Sonuçta Abdullah Gül zirveyi bir şova çevirerek "Bakın biz elimizden geleni yaptık" havasını kamuoyuna yansıttı.
Ardından da ünlü 1 Mart tezkeresi TBMM'ye sevk edildi.
* * *
Bu hikayeyi tahmin edeceğiniz gibi Başbakan Erdoğan'ın Tahran ziyareti nedeniyle anlattık. Erdoğan, şimdi İran'da bulunuyor ve sanki ABD'ye rağmen bir dizi anlaşma yapacakmış havası içinde temaslar gerçekleştiriyor.
Oysa dünkü bir gazetede manşetten verildiği gibi Tayyip Erdoğan oraya Ankara için değil, Washington adına gidiyor. Muhtemeldir ki Tahran'a "Bak, Irak'ın başına gelenleri siz de yaşayacaksınız. Amerika çoook büyük ülke" diyecek!
Yani Erdoğan, Washington adına konuşacak. Zaten gelen haberler Tahran'ın, Erdoğan'ın kimliği konusundaki tereddütlerini ve şöyle düşündüğünü ortaya koyuyor:
"ABD'ye en yakın Türk Başbakanı..."
"Son dakika sürprizi" şeklinde verilen "İran'la bir anlaşma Amerikan ambargosuna takılır" haberleri de aynı tiyatroya dekor vazifesi görüyor.
Çünkü ne bu konu son dakika sürprizidir, ne de Erdoğan Washington'un hilafına Tahran'da tek bir adım atabilir! Ne de zaten öyle bir niyet söz konusu!
Olsa olsa bir gerilim varmış gibi gözüken siyaset, Türkiye'nin İran'a yönelik politikalarını iyice İsrail kıvamına oturtur.
Kim bilir belki de bu ziyaretin ardından, İran'ı vuracak uçaklar, Türk hava sahasını kullanır! Kim bilir?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ahmet Erimhan / diğer yazıları
- Sahili olmayan umman / 14.04.2022
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021