İnsanın nefsinde iki ana karakteristik vasıf vardır
İnsan, günlük hayatta çeşitli olaylarla karşı karşıya kalır. İyisinden kötüsüne bu olaylar onu etkiler. Bu etkilenme neticesinde imanında zaaf görülebilir
01.11.2024 18:12:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
İnsan, günlük hayatta çeşitli olaylarla karşı karşıya kalır. İyisinden kötüsüne bu olaylar onu etkiler. Bu etkilenme neticesinde imanında zaaf görülebilir.
Bu gerçeğe işaretle Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: "Sizden her birinizde iman, elbisenin eskimesi gibi eskir. Allah'tan kalplerinizdeki imanı yenilemesini dileyin!"
Bir başka hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: "İmanınızı yenileyin!"
Denildi ki: "Ey Allah Resûlü! İmanımızı nasıl yenileyelim?"
Hz. Peygamber cevaben, "Lâ ilâhe illallah'ı çok söyleyin!" buyurur.
Peygamber Efendimiz İslam'ı anlatırken; "İslam beş şey üzerine kurulmuştur. Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah resulü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek, Ramazan orucunu tutmak" buyurdu.
Resûlullah, İslam'ın beş şey üzerine bina edildiğini beyan etti. Birincisi kelime-i şehadettir. Yani Allah'a şahitlik, Resûlüne şahitliktir. Ondan sonra namaz gelir; namaz kılmak, inanılan şeyin, amelle ispatıdır. Oruç tutmak, hacca gitmek, zekât vermek de öyledir. Kelime-i şehadet, bu şartlardan bir tanesidir ki, o da amelin bir göstergesidir.
Şehâdet bir kere söylenilip geçilen bir şey değildir. İmanı tazelemek, Resûlullah'ın (s.a.a.) bildirdiği üzere; şahitliği bol bol yapmakla mümkündür.
İman etme konusunda Cenâb-ı Hakk Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Gerçekten mü'minler (inananlar) kurtuluşa ermiştir"
Kurtuluşun birinci şartı imandır. Bunun dışında insan, çok şey yapsa ve fakat bu maddeyi bilerek ya da bilmeyerek ihlal etse, kurtulması mümkün değildir.
İbn Ömer'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Amelsiz iman kabul olunmaz. İmansız amel de kabul olunmaz."
İslam'da bazı esaslar vardır ki, bunların ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir. Bunlar, "nikah, talak ve iman"dır. Yani bir insan şakadan inkâr etmiş olsa, inkârı sahihtir.
Bazı şeyler vardır ki, bunların ciddiyetinin her ân korunması lazımdır. Bunların başında iman gelir. İman konusunu çok ciddiye almamız lazımdır. Sahabi, imandan sonra küfre düşmektense, ateşe düşüp yanmayı yeğlerdi.
Allah'ı çokça zikir ve ibâdât u taat, insanı bu hâllerden korur. İbâdet, insanın dimağından, aklından, şuurundan nefsanî bütün duygu ve düşüncelerine ve hissiyatına kadar onu temizler.
Nitekim Cenâb-ı Hakk; "Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibâdetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir" buyuruyor.
Çünkü namazı kılan insanın hayatı tertemizdir. Nefsini temizlemiştir. Tezkiye etmiştir. Şuurunu, ruhunu, dimağını temizlemiştir. Akl-ı selim sahibi olmuştur. Böylece de her türlü kötülüğü terk edecektir. Ubûdiyete devam etmek, Cenâb-ı Hakk'ın lutfuyla ona bu hasletleri kazandırır.
İnsanın nefsinde iki ana karakteristik vasıf vardır. Bunun bir tanesi inkâr üzeredir. Bir tanesi de ikrar üzeredir.
Kul ibâdete devam edince onun ruhânî tarafı daima aydınlık kalır. Nefsânî, ruh-i hayvan tarafı da daima gizlenir.
Ruh-i sultan, ruh-i hayvan tarafını huy olarak, tabiat olarak devamlı ihata etmeye başlar. Ruh-i hayvan tarafı ubûdiyetle beraber setredilir, gizlenir. İbâdet onu gizler veya ibâdet onu ruhânî hallere tebdil eder. Onun hâlini değiştirir.
"Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanın" ölçüsünden de murad, nefsânî hâllerinizi, ruhunuzda mevcut olanı İlâhî, ruhânî, Rabbanî hâllere tebdil edin demektir. İşte bu hâl, ibâdetle temin edilir. Kul ibâdette sebat ve ısrar ettiğinde, O'nun boyasına boyanır.
Ahlâkı, Cenâb-ı Hakk'ın ahlâkına dönüşür. Ahlâk-ı zemime ahlâk-ı hamideye tebdil olur. Tertemiz olunur. Böyle temizlenince de kötülüklerden uzaklaşılır ki, Cenâb-ı Hakk'ın namaz için hatırlattığı bereket kulda hâsıl olur:
"(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibâdetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.
Demek ki, ibâdetin ruhuna mâlik olarak ibâdet yapmak, kötülüklerden fersah fersah uzaklaşmak demektir. Fuhuştan, menhiyattan, hırsızlıktan, namussuzluktan, yolsuzluktan vs. tüm kötülüklerden uzaklaşmak demektir.
İbâdetle insan, önce hukukullah'a/Allah'ın hukukuna, hududullah'a/Allah'ın çizdiği ölçülere dikkat eder. Ondan sonra kulların hukuna, herkesin hukukuna riâyet eder. Bilir ki, herkesin hukuku, Allah'ın hukuku ile ilgilidir. Karıncayı bile incitmez.
İbâdet insanı diriltir, inşâ eder. Kalbi ölmüş insanın bedeni yaşasa da fark etmez. Ama diri kalp, Allah sevgisi ve sevdası ile doludur. Allah'a olan sevgi onun mahlûku ile bağlantılıdır. Direkt ilgilidir. İstense de kopartılamaz. Yani Allah'ı seven bir insan istese de O'nun mahlûkuna ihanet edemez. Hayvanından bitkisine, çiçeğine kadar...
Nitekim bu hikmeti Yunus şöyle hatırlatmıştır: "Yaratılmışı severim; Yaratan'dan ötürü." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Bu gerçeğe işaretle Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: "Sizden her birinizde iman, elbisenin eskimesi gibi eskir. Allah'tan kalplerinizdeki imanı yenilemesini dileyin!"
Bir başka hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: "İmanınızı yenileyin!"
Denildi ki: "Ey Allah Resûlü! İmanımızı nasıl yenileyelim?"
Hz. Peygamber cevaben, "Lâ ilâhe illallah'ı çok söyleyin!" buyurur.
Peygamber Efendimiz İslam'ı anlatırken; "İslam beş şey üzerine kurulmuştur. Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah resulü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek, Ramazan orucunu tutmak" buyurdu.
Resûlullah, İslam'ın beş şey üzerine bina edildiğini beyan etti. Birincisi kelime-i şehadettir. Yani Allah'a şahitlik, Resûlüne şahitliktir. Ondan sonra namaz gelir; namaz kılmak, inanılan şeyin, amelle ispatıdır. Oruç tutmak, hacca gitmek, zekât vermek de öyledir. Kelime-i şehadet, bu şartlardan bir tanesidir ki, o da amelin bir göstergesidir.
Şehâdet bir kere söylenilip geçilen bir şey değildir. İmanı tazelemek, Resûlullah'ın (s.a.a.) bildirdiği üzere; şahitliği bol bol yapmakla mümkündür.
İman etme konusunda Cenâb-ı Hakk Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Gerçekten mü'minler (inananlar) kurtuluşa ermiştir"
Kurtuluşun birinci şartı imandır. Bunun dışında insan, çok şey yapsa ve fakat bu maddeyi bilerek ya da bilmeyerek ihlal etse, kurtulması mümkün değildir.
İbn Ömer'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Amelsiz iman kabul olunmaz. İmansız amel de kabul olunmaz."
İslam'da bazı esaslar vardır ki, bunların ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir. Bunlar, "nikah, talak ve iman"dır. Yani bir insan şakadan inkâr etmiş olsa, inkârı sahihtir.
Bazı şeyler vardır ki, bunların ciddiyetinin her ân korunması lazımdır. Bunların başında iman gelir. İman konusunu çok ciddiye almamız lazımdır. Sahabi, imandan sonra küfre düşmektense, ateşe düşüp yanmayı yeğlerdi.
Allah'ı çokça zikir ve ibâdât u taat, insanı bu hâllerden korur. İbâdet, insanın dimağından, aklından, şuurundan nefsanî bütün duygu ve düşüncelerine ve hissiyatına kadar onu temizler.
Nitekim Cenâb-ı Hakk; "Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibâdetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir" buyuruyor.
Çünkü namazı kılan insanın hayatı tertemizdir. Nefsini temizlemiştir. Tezkiye etmiştir. Şuurunu, ruhunu, dimağını temizlemiştir. Akl-ı selim sahibi olmuştur. Böylece de her türlü kötülüğü terk edecektir. Ubûdiyete devam etmek, Cenâb-ı Hakk'ın lutfuyla ona bu hasletleri kazandırır.
İnsanın nefsinde iki ana karakteristik vasıf vardır. Bunun bir tanesi inkâr üzeredir. Bir tanesi de ikrar üzeredir.
Kul ibâdete devam edince onun ruhânî tarafı daima aydınlık kalır. Nefsânî, ruh-i hayvan tarafı da daima gizlenir.
Ruh-i sultan, ruh-i hayvan tarafını huy olarak, tabiat olarak devamlı ihata etmeye başlar. Ruh-i hayvan tarafı ubûdiyetle beraber setredilir, gizlenir. İbâdet onu gizler veya ibâdet onu ruhânî hallere tebdil eder. Onun hâlini değiştirir.
"Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanın" ölçüsünden de murad, nefsânî hâllerinizi, ruhunuzda mevcut olanı İlâhî, ruhânî, Rabbanî hâllere tebdil edin demektir. İşte bu hâl, ibâdetle temin edilir. Kul ibâdette sebat ve ısrar ettiğinde, O'nun boyasına boyanır.
Ahlâkı, Cenâb-ı Hakk'ın ahlâkına dönüşür. Ahlâk-ı zemime ahlâk-ı hamideye tebdil olur. Tertemiz olunur. Böyle temizlenince de kötülüklerden uzaklaşılır ki, Cenâb-ı Hakk'ın namaz için hatırlattığı bereket kulda hâsıl olur:
"(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibâdetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.
Demek ki, ibâdetin ruhuna mâlik olarak ibâdet yapmak, kötülüklerden fersah fersah uzaklaşmak demektir. Fuhuştan, menhiyattan, hırsızlıktan, namussuzluktan, yolsuzluktan vs. tüm kötülüklerden uzaklaşmak demektir.
İbâdetle insan, önce hukukullah'a/Allah'ın hukukuna, hududullah'a/Allah'ın çizdiği ölçülere dikkat eder. Ondan sonra kulların hukuna, herkesin hukukuna riâyet eder. Bilir ki, herkesin hukuku, Allah'ın hukuku ile ilgilidir. Karıncayı bile incitmez.
İbâdet insanı diriltir, inşâ eder. Kalbi ölmüş insanın bedeni yaşasa da fark etmez. Ama diri kalp, Allah sevgisi ve sevdası ile doludur. Allah'a olan sevgi onun mahlûku ile bağlantılıdır. Direkt ilgilidir. İstense de kopartılamaz. Yani Allah'ı seven bir insan istese de O'nun mahlûkuna ihanet edemez. Hayvanından bitkisine, çiçeğine kadar...
Nitekim bu hikmeti Yunus şöyle hatırlatmıştır: "Yaratılmışı severim; Yaratan'dan ötürü." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)