İmam Hüseyin (a.s.) babasının son anlarında yanında idi
Hz. Ali (a.s.) İbn-i Mülcem'in kılıç darbesi ile yaralandığı zaman Hz. Hasan (a.s.) ve Hz. Hüseyin (a.s.) onu bir yatak üzerine koyarak mescidden çıkardılar
23.03.2022 23:50:00
Hz. Ali (a.s.) İbn-i Mülcem'in kılıç darbesi ile yaralandığı zaman Hz. Hasan (a.s.) ve Hz. Hüseyin (a.s.) onu bir yatak üzerine koyarak mescidden çıkardılar.
Hazreti Ali'yyul-Murteza dedi ki: "Ey ciğer köşelerim! Beni doğu tarafına tutun."
Onu maşrıka doğru tuttular. Dedi ki: "Ey gerçek sabah, gömleğini şevkiyle yırttığın o Allah hakkı için Mahşer gününde şahit olasın ki, Hazreti Resul'den namaz öğrenmiş olduğum günden bugüne kadar sen, beni gafil bulmadın ve daima ben, seni karşıladım."
Bu sözleri söyledikten sonra gökyüzüne doğru gözlerini dikerek buyurdu: "Ey Rabbim! Sen bu hâllere şahitsin ki, Mahşer gününde Arş altında hazır bulunacak olan yüz yirmi dört bin peygamber ve velilerin, şehitlerin ruhu için buna şehadet et!"
Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in Ehl-i Beyt'inin ileri gelenleri feryat ve figân ettikçe Hazreti Ali (a.s.) onlara teselli vererek, "Ey şehzadeler! Ben, Hazreti Mustafa'nın yanında bulunmakta ve ananız Fatıma'tüz-Zehra'nın sohbeti ile şeref bulmaktayım.
Benim için üzülmeyin ve acı çekmeyin. Çünkü bu gece rüyamda gördüm ki, Hazreti Resul (s.a.v.) mübarek esvabının yeniyle yüzümdeki tozları temizledi. Bu da canımın "yüz"ünden vücut tozlarının atılacağına delildir."
Hz. Ali (a.s), vasiyetini yazdırdı. Evlatları ile vedalaştı. Kızı Ümmü Gülsüm'e dedi ki: "Yavrum, babanın kapısını kapat."
Ümmü Gülsüm odanın kapısını kapattı. Hasan ve Hüseyin kapı dışında ağlaya ağlaya otururken ansızın bir takım sedalar işittiler. Gökten bir ses şöyle derdi: "O halde ateşe atılan mı hayırlıdır, yoksa kıyamet gününde azaptan emin olarak gelen mi daha hayırlıdır."
Bir rivayete göre odadan "La ilahe illallah" seslerini duydular.
Şehzade Hasan ve Hüseyin kendilerinde olmadan içeri daldıklarında babalarının Bekâ dünyasına göçtüğünü gördüler."
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in babalarını defnettikten sonra karşılaştıkları derviş
"Rivayet edilmiştir ki; Hasan (a.s.) ve Hüseyin (a.s.) Emir Hazretlerini gömüp geri döndüğü zaman bir fakire rast geldiler ki, hazin bir sesle ağlayıp duruyordu.
Hâlini sordular, adam, "Ey azizler, bir garip göçmenim. Mihnetim çok, arkadaşım yoldaşım yok" diye cevap verdi.
Yeniden sordular: "Bu vakte kadar arkadaşın kimdi?"
Fakir: "Bir yıl kadar var ki, her gün bu şehirden bir kimse, bana doğru gelir benimle dostluk eder, bütün ihtiyaçlarımı verir, giderdi."
"İsmi nedir?"
Cevap verdi: "Ben de ismini sormuştum. Bana, "Benim merhametim Hakkın rızası içindir, ün için değil" dedi.
"Şekli, hâli nasıl bir kimseydi?"
"Ben bir gözsüzüm fakat şu kadar biliyorum ki, iki gündür bana mübarek ayağıyla gelmiyor. Hâlimden şefkatli bakışlarımı eksik etti."
Sordular: "Tavrının nişanesi ne idi?"
Fakir cevap verdi: "İşi gücü Allah'ın mübarek ismini diline tesbih eylemekti. Şu gerçek ki, onun tesbih ve tehlil sesine gökteki meleklerden cevap işittim. Her saat benimle konuşmaktan sevinç duyup, "Tevazuu seven mütevazı olarak oturur, garip de garip olarak oturur" derdi.
Hasan ve Hüseyin bu sözlerden çok müteessir oldular. Ağladılar. "Ey derviş! Bu nişaneler Ebu Tâlib oğlu Ali'ye ait nişanelerdir" dediler.
Derviş, "Ey şehzadeler ona ne oldu?" diye sordu.
Cevap verdiler: "Bahtsızın biri onu şehit etti ve şimdi biz onun mezarından geliyoruz."
Derviş bu haberden ıstırap duyarak ağlamaya, hıçkırmaya başladı. "Ey şehzadeler! Sevgili ananız ve makamı yüce babanız hakkı için beni o şehriyârın mezarı üzere götürmeye yardım edin" dedi.
Bir elinden Hasan (a.s.) ve bir elinden Hüseyin (a.s.) tuttular. Dervişi Emir Hazretlerinin mübarek mezarı başına götürdüler. Ama adam kabrin üzerine düştü, "İlahi, bu mübarek mezarın sahibi için beni arkadaşsız koyma. O derdimi ortadan kaldıranın yanına beni gönder" diye dua etti.
Yakarışı Allah (c.c.) tarafından kabul olundu. Şehzadeler, bu dervişin üzerine namaz kılıp hemen oracığa gömdüler." (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Hüseyin eserinden)
Hazreti Ali'yyul-Murteza dedi ki: "Ey ciğer köşelerim! Beni doğu tarafına tutun."
Onu maşrıka doğru tuttular. Dedi ki: "Ey gerçek sabah, gömleğini şevkiyle yırttığın o Allah hakkı için Mahşer gününde şahit olasın ki, Hazreti Resul'den namaz öğrenmiş olduğum günden bugüne kadar sen, beni gafil bulmadın ve daima ben, seni karşıladım."
Bu sözleri söyledikten sonra gökyüzüne doğru gözlerini dikerek buyurdu: "Ey Rabbim! Sen bu hâllere şahitsin ki, Mahşer gününde Arş altında hazır bulunacak olan yüz yirmi dört bin peygamber ve velilerin, şehitlerin ruhu için buna şehadet et!"
Hazreti Muhammed (s.a.v.)'in Ehl-i Beyt'inin ileri gelenleri feryat ve figân ettikçe Hazreti Ali (a.s.) onlara teselli vererek, "Ey şehzadeler! Ben, Hazreti Mustafa'nın yanında bulunmakta ve ananız Fatıma'tüz-Zehra'nın sohbeti ile şeref bulmaktayım.
Benim için üzülmeyin ve acı çekmeyin. Çünkü bu gece rüyamda gördüm ki, Hazreti Resul (s.a.v.) mübarek esvabının yeniyle yüzümdeki tozları temizledi. Bu da canımın "yüz"ünden vücut tozlarının atılacağına delildir."
Hz. Ali (a.s), vasiyetini yazdırdı. Evlatları ile vedalaştı. Kızı Ümmü Gülsüm'e dedi ki: "Yavrum, babanın kapısını kapat."
Ümmü Gülsüm odanın kapısını kapattı. Hasan ve Hüseyin kapı dışında ağlaya ağlaya otururken ansızın bir takım sedalar işittiler. Gökten bir ses şöyle derdi: "O halde ateşe atılan mı hayırlıdır, yoksa kıyamet gününde azaptan emin olarak gelen mi daha hayırlıdır."
Bir rivayete göre odadan "La ilahe illallah" seslerini duydular.
Şehzade Hasan ve Hüseyin kendilerinde olmadan içeri daldıklarında babalarının Bekâ dünyasına göçtüğünü gördüler."
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in babalarını defnettikten sonra karşılaştıkları derviş
"Rivayet edilmiştir ki; Hasan (a.s.) ve Hüseyin (a.s.) Emir Hazretlerini gömüp geri döndüğü zaman bir fakire rast geldiler ki, hazin bir sesle ağlayıp duruyordu.
Hâlini sordular, adam, "Ey azizler, bir garip göçmenim. Mihnetim çok, arkadaşım yoldaşım yok" diye cevap verdi.
Yeniden sordular: "Bu vakte kadar arkadaşın kimdi?"
Fakir: "Bir yıl kadar var ki, her gün bu şehirden bir kimse, bana doğru gelir benimle dostluk eder, bütün ihtiyaçlarımı verir, giderdi."
"İsmi nedir?"
Cevap verdi: "Ben de ismini sormuştum. Bana, "Benim merhametim Hakkın rızası içindir, ün için değil" dedi.
"Şekli, hâli nasıl bir kimseydi?"
"Ben bir gözsüzüm fakat şu kadar biliyorum ki, iki gündür bana mübarek ayağıyla gelmiyor. Hâlimden şefkatli bakışlarımı eksik etti."
Sordular: "Tavrının nişanesi ne idi?"
Fakir cevap verdi: "İşi gücü Allah'ın mübarek ismini diline tesbih eylemekti. Şu gerçek ki, onun tesbih ve tehlil sesine gökteki meleklerden cevap işittim. Her saat benimle konuşmaktan sevinç duyup, "Tevazuu seven mütevazı olarak oturur, garip de garip olarak oturur" derdi.
Hasan ve Hüseyin bu sözlerden çok müteessir oldular. Ağladılar. "Ey derviş! Bu nişaneler Ebu Tâlib oğlu Ali'ye ait nişanelerdir" dediler.
Derviş, "Ey şehzadeler ona ne oldu?" diye sordu.
Cevap verdiler: "Bahtsızın biri onu şehit etti ve şimdi biz onun mezarından geliyoruz."
Derviş bu haberden ıstırap duyarak ağlamaya, hıçkırmaya başladı. "Ey şehzadeler! Sevgili ananız ve makamı yüce babanız hakkı için beni o şehriyârın mezarı üzere götürmeye yardım edin" dedi.
Bir elinden Hasan (a.s.) ve bir elinden Hüseyin (a.s.) tuttular. Dervişi Emir Hazretlerinin mübarek mezarı başına götürdüler. Ama adam kabrin üzerine düştü, "İlahi, bu mübarek mezarın sahibi için beni arkadaşsız koyma. O derdimi ortadan kaldıranın yanına beni gönder" diye dua etti.
Yakarışı Allah (c.c.) tarafından kabul olundu. Şehzadeler, bu dervişin üzerine namaz kılıp hemen oracığa gömdüler." (Prof. Dr. Haydar Baş, İmam Hüseyin eserinden)