Her strateji, her dönemde geçerli olmayabilir. O bakımdan, döneme uygun stratejiler uygulanır. Sömürgeciliğin önderi ve öncüsü olan İngilizler, bu konuda mahirdirler. Zamana, mekâna ve şartlara uygun sömürge yöntemleri geliştirmişlerdir. İngilizlerin yerini alan Amerikalılar da, aynı yolu izlemektedirler. İngilizler, merkezden atadıkları valilerle idare ettikleri sömürgelerini, daha fazla idare edemeyeceklerini anlayınca, strateji değiştirdiler. O ülkelere monarşi yönetimleri kurdular, kendi içlerinden, İngiltere’ye bağlı kralları da başlarına geçirip, sözde bağımsızlık vererek ayrıldılar.
Bunu da “idarecileri idare etme stratejisi” olarak adlandırdılar. Dediler ki: “Bundan böyle sömürgeleri biz idare edemeyiz. İdarecilerini idare ederek, o ülkeleri idare edebiliriz”. Söz konusu strateji, çok geçerli oldu, çok kabul gördü. Öyle ki, aynı strateji, hiç sömürge olmamış, bağımsızlık için canını vermiş, kanını dökmüş milletler içinde sahneye konuldu. Bu gerçeği gören Arap şairi Münebbi şöyle demiştir: “Her ülkenin idarecileri kendinden biridir. İslâm ülkelerinin idarecileri ise yabancılardır.”
Tabii olarak ‘yabancı’ derken, kastedilen inanç, kültür, fikir ve düşünce bakımından yabancılıktır. Bu yabancılığı görebilmek için şuurlu bir Müslüman olmak gerekir. Bakınız, İngiliz ajanı Ryan, 25 Aralık 1919’da hükümetine verdiği raporda ne diyor: “Biz gerçek ideali din imiş gibi davranacak menfaatçi bir grubu idareci olarak takdime çalışacağız. İslâm birliğini ezeceğiz. Bu, tıpkı Batı’daki milliyetçilik gibidir. Bizim şimdilik gayemiz, arkadaş gibi davranıp kazanmak ve sonra hükmetmek olmalıdır.” Demek ki, Batılıların ve yerli işbirlikçilerinin en temel politikaları, idare ettikleri halkın dini duygularını istismar etmektir. Napolyon, bu politikayı şu sözlerle itiraf eder: “Ben Katolik geçinerek Vendee Savaşını kazandım, Müslüman geçinerek Mısır’a yerleştim, Papacı geçinerek İtalya’da gönülleri kazandım. Bir Yahudi halkını yönetecek olsam, Süleyman Tapınağı’nı yeniden kurardım.” (Bkz. G.Bouthol, Politika Sanatı, s. 171).
Bazıları, “idarecileri idare etme stratejisi, her ülkede uygulanabilir, ama Türkiye’de asla” diyebilir. Ah, keşke öyle olsa… Maalesef olmuyor. Sömürgeciler işbirlikçi, dahası hain bulmakta hiç güçlük çekmiyorlar. Merhum Attilâ İlhan şöyle demiştir: “Türkiye’nin yüzde 10’luk hain kontenjanı vardır.” Merhum İlhan, “bazı aydınları Batı’nın manevi ajanları” olarak görür ve hain kontenjanına ilâve eder. Kâmran İnan’a göre de, “Türkiye hain yetiştiren ülkelerin başında gelmektedir.” İşin en acısı ve en kötüsü de, işte budur, yani hainleri kendi ellerimizle yetiştirmek.
İdarecileri idare etme stratejisinin gerçekleşmesinde, yabancıların yardımlarıyla, değişik adlar altında kurulan ‘Sivil Toplum Örgütleri’ ve özellikle de kökü dışarı olan Mason Locaları büyük rol oynamaktadır. ‘Asaru’l Masoniyye’ adlı kitapta şöyle denir: “Mason, bir ülkenin vatandaşı olabilir. Ama her şeyden önce mason olmak kaydıyla. Yani bütün kalbiyle masonluğa bağlandıktan sonra memur, milletvekili, Cumhurbaşkanı da olabilir. Ancak, ilhamını daima masonluk fikirlerinden almalıdır”. Masonların mevkisi ne kadar yüksek olursa olsun, bağlı oldukları localardan emir almak zorundadırlar. En hayati bir anda localardan emir alarak, çok ters icraatlarda bulunabilirler. Örnek olarak Balkan Savaşı sırasında Hasan Tahsin Paşa’nın yaptığını gösterebiliriz. Hasan Tahsin Paşa, Selânik’te başında bulunduğu 70 bin kişilik Kolorduyu bağlı bulunduğu locadan aldığı emirle tek kurşun atmadan düşman kuvvetlerine teslim etmiştir.
Bu tarihi gerçekler, idarecileri idare etme stratejisini geçersiz kılma yolunun, idarecileri çok iyi tanımaktan geçtiğini göstermektedir. Eğer idarecilerimiz, kâmillerimizin kemalinden, ariflerimizin irfanından, âlimlerimizin ilminden istifade ediyorsa, onlar bizdendir, bize hizmet edebilirler. Diğerleri ise mutlak surette, bu stratejiye alet olmaktan kurtulamazlar.
Bunu da “idarecileri idare etme stratejisi” olarak adlandırdılar. Dediler ki: “Bundan böyle sömürgeleri biz idare edemeyiz. İdarecilerini idare ederek, o ülkeleri idare edebiliriz”. Söz konusu strateji, çok geçerli oldu, çok kabul gördü. Öyle ki, aynı strateji, hiç sömürge olmamış, bağımsızlık için canını vermiş, kanını dökmüş milletler içinde sahneye konuldu. Bu gerçeği gören Arap şairi Münebbi şöyle demiştir: “Her ülkenin idarecileri kendinden biridir. İslâm ülkelerinin idarecileri ise yabancılardır.”
Tabii olarak ‘yabancı’ derken, kastedilen inanç, kültür, fikir ve düşünce bakımından yabancılıktır. Bu yabancılığı görebilmek için şuurlu bir Müslüman olmak gerekir. Bakınız, İngiliz ajanı Ryan, 25 Aralık 1919’da hükümetine verdiği raporda ne diyor: “Biz gerçek ideali din imiş gibi davranacak menfaatçi bir grubu idareci olarak takdime çalışacağız. İslâm birliğini ezeceğiz. Bu, tıpkı Batı’daki milliyetçilik gibidir. Bizim şimdilik gayemiz, arkadaş gibi davranıp kazanmak ve sonra hükmetmek olmalıdır.” Demek ki, Batılıların ve yerli işbirlikçilerinin en temel politikaları, idare ettikleri halkın dini duygularını istismar etmektir. Napolyon, bu politikayı şu sözlerle itiraf eder: “Ben Katolik geçinerek Vendee Savaşını kazandım, Müslüman geçinerek Mısır’a yerleştim, Papacı geçinerek İtalya’da gönülleri kazandım. Bir Yahudi halkını yönetecek olsam, Süleyman Tapınağı’nı yeniden kurardım.” (Bkz. G.Bouthol, Politika Sanatı, s. 171).
Bazıları, “idarecileri idare etme stratejisi, her ülkede uygulanabilir, ama Türkiye’de asla” diyebilir. Ah, keşke öyle olsa… Maalesef olmuyor. Sömürgeciler işbirlikçi, dahası hain bulmakta hiç güçlük çekmiyorlar. Merhum Attilâ İlhan şöyle demiştir: “Türkiye’nin yüzde 10’luk hain kontenjanı vardır.” Merhum İlhan, “bazı aydınları Batı’nın manevi ajanları” olarak görür ve hain kontenjanına ilâve eder. Kâmran İnan’a göre de, “Türkiye hain yetiştiren ülkelerin başında gelmektedir.” İşin en acısı ve en kötüsü de, işte budur, yani hainleri kendi ellerimizle yetiştirmek.
İdarecileri idare etme stratejisinin gerçekleşmesinde, yabancıların yardımlarıyla, değişik adlar altında kurulan ‘Sivil Toplum Örgütleri’ ve özellikle de kökü dışarı olan Mason Locaları büyük rol oynamaktadır. ‘Asaru’l Masoniyye’ adlı kitapta şöyle denir: “Mason, bir ülkenin vatandaşı olabilir. Ama her şeyden önce mason olmak kaydıyla. Yani bütün kalbiyle masonluğa bağlandıktan sonra memur, milletvekili, Cumhurbaşkanı da olabilir. Ancak, ilhamını daima masonluk fikirlerinden almalıdır”. Masonların mevkisi ne kadar yüksek olursa olsun, bağlı oldukları localardan emir almak zorundadırlar. En hayati bir anda localardan emir alarak, çok ters icraatlarda bulunabilirler. Örnek olarak Balkan Savaşı sırasında Hasan Tahsin Paşa’nın yaptığını gösterebiliriz. Hasan Tahsin Paşa, Selânik’te başında bulunduğu 70 bin kişilik Kolorduyu bağlı bulunduğu locadan aldığı emirle tek kurşun atmadan düşman kuvvetlerine teslim etmiştir.
Bu tarihi gerçekler, idarecileri idare etme stratejisini geçersiz kılma yolunun, idarecileri çok iyi tanımaktan geçtiğini göstermektedir. Eğer idarecilerimiz, kâmillerimizin kemalinden, ariflerimizin irfanından, âlimlerimizin ilminden istifade ediyorsa, onlar bizdendir, bize hizmet edebilirler. Diğerleri ise mutlak surette, bu stratejiye alet olmaktan kurtulamazlar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018