Hz. Fatıma, kadınlara İslam’ı anlatan bir mürebbiye idi -2
Kureyş kadınlarının gururu kalktı, düşünceleri darmadağın oldu. Birbirlerine: “Bu hangi şahsın kızıdır ki, hâli, tavrı, güzelliği eşsizdir
10.06.2023 19:44:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Kureyş kadınlarının gururu kalktı, düşünceleri darmadağın oldu. Birbirlerine: "Bu hangi şahsın kızıdır ki, hâli, tavrı, güzelliği eşsizdir!"
Öğrendiler ki, bu Resûlullah (s.a.v.)'in kızı Fâtıma-i Zehra'dır. Nasibi olanlar O'na sokuldular, "hoş geldin safâ geldin" dediler ve ikramda bulundular. Nasibi olmayanlar hasetlerinden çatladılar, meclisi terk edip gittiler.
Kalanlara Hz. Fâtıma-i Zehra (a.s.): "Ey Kureyş'in sevgilileri! Bizim manevi gıdamız tesbih ve tehlildir. Bundan Hakk'a ta'zim ve tesbih doğar. Babamın getirdikleri dünya ve ahiret saadetini sağlar. Bize yakın olmak isterseniz, gönlünüzde iman ışığı yakın" buyurdu ve oradakilerin hepsi Müslüman oldular.
Yezid bin Abdülmelik şöyle diyor: "İmam Bâkır (a.s.) şöyle buyurdu: Hz. Fâtıma (a.s.) doğduğunda Allah -azze ve celle- bir meleğe, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) mübarek diline O'nun ismini söyletmesi için vahyetti. (Yani Resûlullah'a, O'nun ismini söyletti). O da O'na Fâtıma adını verdi.
Daha sonra da şöyle buyurdu: 'Seni ilimle (bilgisizlikten) ayırdım ve kadınların müptela olduklarından da münezzeh kıldım.'
Daha sonra İmam Bâkır (a.s.) şöyle buyurdu: Allah'a and olsun, Allah Tebarek ve Teala O'nu daha ezelî misakta ilimle ayırdı ve kadınların müptela olduklarından münezzeh kıldı."
Fizze, Hz. Fâtıma'nın (a.s.) cariyesi idi. O'nun yanında eğitilmişti, uzun bir zamandan itibaren sözlerini Kur'an ayetleriyle karşı tarafa anlatıyordu.
Ebu'l-Kâsım Kuşeyrî bir şahıstan şöyle naklediyor: "Mekke'den hareket eden bir kafileden ayrılmıştım ve çölde (şaşkınlık ve üzüntü içerisinde olan) bir kadınla karşılaştım. Ondan ne sordumsa, Kur'an ayetleriyle cevabımı veriyordu.
'Sen kimsin' diye sordum.
Cevaben dedi ki: 'Kul selamun, fe sevfe ta'lemûn.' (Selam de. Artık onlar bilecekler).
Ben selam verip dedim ki: 'Burada ne yapıyorsun?'
Cevaben dedi ki: 'Men yehdillah fema lehu min mudill.' (Allah kimi hidayete eriştirirse, onun için bir saptırıcı yoktur).
Onun bu sözünden yolu kaybettiğini anladım.
'Cinlerden misin, insanlardan mısın?' diye sordum.
Cevaben dedi ki: 'Yâ ben-i Adem huzû zîynetekum.' (Ey Adem oğulları, her mescid yanında ziynetleriniz takının).
Bu sözüyle insanlardanım demek istedi.
'Nereden geliyorsun?' diye sordum.
Cevaben dedi ki: 'Yunadevne min mekanin beid.' (Uzak bir yerlerden seslenirlerdi).
Bu sözüyle uzak bir yerden geldiğini anladım.
'Nereye gidiyorsun?' diye sordum.
Cevaben dedi ki: 'Ve lillahi ale'n-nasi hiccu'l-beyt.' (Ona bir yol bulup güç ye- tirenlerin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır).
Mekke'ye gitmek istediğini anladım.
'Yol yürüyemediğine göre seni devemin sırtına alayım mı?' dedim.
Dedi ki: 'Lev kane fî hima alihetün illellahu lefesedeta.' (Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilahları olsaydı, hiç tartışmasız ikisi de bozulup giderdi).
Yani erkekle mahrem kadının bir deveye binmesi bozgunculuğa yol açar. Bu sözünden dolayı ben deveden inerek onun binmesini istedim.
Bu duruma karşılık şöyle dedi: 'Subhanellezi sehhare lena haza.' (Bunu bize râm eden Allah münezzehtir).
Bu sözüyle Allah'ı tenzih ve ona şükretti.
Kafileye ulaşınca, 'Kafilede akrabalarından bir kimse var mıdır?' diye sordum.
Dedi ki: 'Ya Davudu inna cealnake halifeten fi'l-arzi' 'Ve ma Muhammedun illa resul' "Ya Yahya huzil kitabe bikuvvetin' 'Ya Musa inni ene rebbuk.'
Kafilede dört kişinin, onun akrabalarından olduğunu ve isimlerinin de; Davud, Muhammed, Yahya, Musa olduğunu anladım.
Bu esnada onları çağırdı, onlar da koşarak ona doğru geldiler.
'Bunlar senin neyin oluyorlar' diye sordum.
Cevaben dedi ki: 'El-malu ve'l-benûne ziynetu'l-hayati'd-dünya.'
Bu dört kişinin onun oğulları olduğunu anlamış oldum.
Onlar annelerinin yanına geldiklerinde anneleri şöyle dedi: 'Ya ebeti iste'cirhu inne hayre meniste'certe'l-kaviyyu'l-emin.'
Bu ayeti okumakla bana ücret vermelerini onlara anlatmış oldu, onlar da bana bir miktar para verdiler.
Daha sonra şöyle dedi: 'Vallahu yuzaifu limen yeşau.'
Bu ayeti okumakla ücretimi arttırmalarını istemiş olduğunu anlamış oldum; onlar da arttırdılar.
Onlara, 'Bu kadın kimdir?' diye sordum.
Dediler ki: Bu kadın, Hz. Fâtıma'nın (a.s.) cariyesi olan annemiz Fizze'dir; o yirmi yıldır, Kur'an ayetleri dışında bir söz söylememiştir."
İmam Hasan Askerî'den (a.s.) şöyle nakledilmiştir:
"Biri inatçı düşman, diğeri ise mü'min olan iki kadın, bir dinî meselede ihtilaf edince, ihtilafın çözümü için Hz. Fâtıma'nın (a.s.) huzuruna gelip, meseleyi O'na anlattılar.
Hak mü'min kadınla olduğu için Hz. Fâtıma (a.s.) delil ve bur-han ile O'nu teyid etti. Ve böylece inatçı düşman kadın yenilgiye uğradı. Mü'min kadın buna çok sevindi.
Hz. Fâtıma (a.s.) şöyle buyurdu: 'Allah'ın melekleri, bu galibiyetten dolayı senden daha çok sevindiler. Şeytanın (ve takipçilerinin) üzüntüsü de düşman olan kadının üzüntüsünden daha çok oldu.'
İmam Hasan Askerî (a.s.) daha sonra şöyle buyurdu:
İşte bundan dolayı Allah-u Teala meleklerine; 'Fâtıma'nın bu hizmeti karşılığında O'na cennet ve nimetlerini, önce verilenden bir milyon kat daha arttırın ve bu işi, ilmiyle mü'min bir kimseyi düşmana galip kıldıran her âlim ve bilgin hakkında da yapın; onun da sevabını bir milyon kat arttırın' buyurdu."
Resûlullah (s.a.v.)'in kızı Fâtıma (a.s.) şöyle der:
"Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Ümmetimin en kötüleri türlü nimetlerle beslenenlerdir. Bunlar türlü yiyecekler yerler, çeşitli elbiseler giyerler ve avurtlarını çatlatarak çekinmeden konuşurlar."
Fâtıma bint-i Hüseyin (a.s.) büyük annesi Fâtımatü'z-Zehra'dan (a.s.) şöyle rivayet eder:
"Resûlullah (s.a.v.) mescide girdiği zaman, Muhammed'e salat ve selam getirir ve şöyle derdi: 'Allah'ım! Günahlarımı bağışla. Rahmetinin kapılarını üzerime aç.' Mescitten çıktığı zaman da şöyle derdi: Allah'ım! Günahlarımı bağışla ve lütuf ve kereminin kapılarını üzerime aç."
Hz. Fâtıma (a.s.) şöyle demiştir:
"Kim yüce Allah'ın katına ihlaslı ibadetini gönderirse, Allah, katından ona en yararlı olan şeyi indirir." (Prof. Dr. Haydar Baş Hz. Fatıma eserinden)
Öğrendiler ki, bu Resûlullah (s.a.v.)'in kızı Fâtıma-i Zehra'dır. Nasibi olanlar O'na sokuldular, "hoş geldin safâ geldin" dediler ve ikramda bulundular. Nasibi olmayanlar hasetlerinden çatladılar, meclisi terk edip gittiler.
Kalanlara Hz. Fâtıma-i Zehra (a.s.): "Ey Kureyş'in sevgilileri! Bizim manevi gıdamız tesbih ve tehlildir. Bundan Hakk'a ta'zim ve tesbih doğar. Babamın getirdikleri dünya ve ahiret saadetini sağlar. Bize yakın olmak isterseniz, gönlünüzde iman ışığı yakın" buyurdu ve oradakilerin hepsi Müslüman oldular.
Yezid bin Abdülmelik şöyle diyor: "İmam Bâkır (a.s.) şöyle buyurdu: Hz. Fâtıma (a.s.) doğduğunda Allah -azze ve celle- bir meleğe, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) mübarek diline O'nun ismini söyletmesi için vahyetti. (Yani Resûlullah'a, O'nun ismini söyletti). O da O'na Fâtıma adını verdi.
Daha sonra da şöyle buyurdu: 'Seni ilimle (bilgisizlikten) ayırdım ve kadınların müptela olduklarından da münezzeh kıldım.'
Daha sonra İmam Bâkır (a.s.) şöyle buyurdu: Allah'a and olsun, Allah Tebarek ve Teala O'nu daha ezelî misakta ilimle ayırdı ve kadınların müptela olduklarından münezzeh kıldı."
Fizze, Hz. Fâtıma'nın (a.s.) cariyesi idi. O'nun yanında eğitilmişti, uzun bir zamandan itibaren sözlerini Kur'an ayetleriyle karşı tarafa anlatıyordu.
Ebu'l-Kâsım Kuşeyrî bir şahıstan şöyle naklediyor: "Mekke'den hareket eden bir kafileden ayrılmıştım ve çölde (şaşkınlık ve üzüntü içerisinde olan) bir kadınla karşılaştım. Ondan ne sordumsa, Kur'an ayetleriyle cevabımı veriyordu.
'Sen kimsin' diye sordum.
Cevaben dedi ki: 'Kul selamun, fe sevfe ta'lemûn.' (Selam de. Artık onlar bilecekler).
Ben selam verip dedim ki: 'Burada ne yapıyorsun?'
Cevaben dedi ki: 'Men yehdillah fema lehu min mudill.' (Allah kimi hidayete eriştirirse, onun için bir saptırıcı yoktur).
Onun bu sözünden yolu kaybettiğini anladım.
'Cinlerden misin, insanlardan mısın?' diye sordum.
Cevaben dedi ki: 'Yâ ben-i Adem huzû zîynetekum.' (Ey Adem oğulları, her mescid yanında ziynetleriniz takının).
Bu sözüyle insanlardanım demek istedi.
'Nereden geliyorsun?' diye sordum.
Cevaben dedi ki: 'Yunadevne min mekanin beid.' (Uzak bir yerlerden seslenirlerdi).
Bu sözüyle uzak bir yerden geldiğini anladım.
'Nereye gidiyorsun?' diye sordum.
Cevaben dedi ki: 'Ve lillahi ale'n-nasi hiccu'l-beyt.' (Ona bir yol bulup güç ye- tirenlerin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır).
Mekke'ye gitmek istediğini anladım.
'Yol yürüyemediğine göre seni devemin sırtına alayım mı?' dedim.
Dedi ki: 'Lev kane fî hima alihetün illellahu lefesedeta.' (Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilahları olsaydı, hiç tartışmasız ikisi de bozulup giderdi).
Yani erkekle mahrem kadının bir deveye binmesi bozgunculuğa yol açar. Bu sözünden dolayı ben deveden inerek onun binmesini istedim.
Bu duruma karşılık şöyle dedi: 'Subhanellezi sehhare lena haza.' (Bunu bize râm eden Allah münezzehtir).
Bu sözüyle Allah'ı tenzih ve ona şükretti.
Kafileye ulaşınca, 'Kafilede akrabalarından bir kimse var mıdır?' diye sordum.
Dedi ki: 'Ya Davudu inna cealnake halifeten fi'l-arzi' 'Ve ma Muhammedun illa resul' "Ya Yahya huzil kitabe bikuvvetin' 'Ya Musa inni ene rebbuk.'
Kafilede dört kişinin, onun akrabalarından olduğunu ve isimlerinin de; Davud, Muhammed, Yahya, Musa olduğunu anladım.
Bu esnada onları çağırdı, onlar da koşarak ona doğru geldiler.
'Bunlar senin neyin oluyorlar' diye sordum.
Cevaben dedi ki: 'El-malu ve'l-benûne ziynetu'l-hayati'd-dünya.'
Bu dört kişinin onun oğulları olduğunu anlamış oldum.
Onlar annelerinin yanına geldiklerinde anneleri şöyle dedi: 'Ya ebeti iste'cirhu inne hayre meniste'certe'l-kaviyyu'l-emin.'
Bu ayeti okumakla bana ücret vermelerini onlara anlatmış oldu, onlar da bana bir miktar para verdiler.
Daha sonra şöyle dedi: 'Vallahu yuzaifu limen yeşau.'
Bu ayeti okumakla ücretimi arttırmalarını istemiş olduğunu anlamış oldum; onlar da arttırdılar.
Onlara, 'Bu kadın kimdir?' diye sordum.
Dediler ki: Bu kadın, Hz. Fâtıma'nın (a.s.) cariyesi olan annemiz Fizze'dir; o yirmi yıldır, Kur'an ayetleri dışında bir söz söylememiştir."
İmam Hasan Askerî'den (a.s.) şöyle nakledilmiştir:
"Biri inatçı düşman, diğeri ise mü'min olan iki kadın, bir dinî meselede ihtilaf edince, ihtilafın çözümü için Hz. Fâtıma'nın (a.s.) huzuruna gelip, meseleyi O'na anlattılar.
Hak mü'min kadınla olduğu için Hz. Fâtıma (a.s.) delil ve bur-han ile O'nu teyid etti. Ve böylece inatçı düşman kadın yenilgiye uğradı. Mü'min kadın buna çok sevindi.
Hz. Fâtıma (a.s.) şöyle buyurdu: 'Allah'ın melekleri, bu galibiyetten dolayı senden daha çok sevindiler. Şeytanın (ve takipçilerinin) üzüntüsü de düşman olan kadının üzüntüsünden daha çok oldu.'
İmam Hasan Askerî (a.s.) daha sonra şöyle buyurdu:
İşte bundan dolayı Allah-u Teala meleklerine; 'Fâtıma'nın bu hizmeti karşılığında O'na cennet ve nimetlerini, önce verilenden bir milyon kat daha arttırın ve bu işi, ilmiyle mü'min bir kimseyi düşmana galip kıldıran her âlim ve bilgin hakkında da yapın; onun da sevabını bir milyon kat arttırın' buyurdu."
Resûlullah (s.a.v.)'in kızı Fâtıma (a.s.) şöyle der:
"Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Ümmetimin en kötüleri türlü nimetlerle beslenenlerdir. Bunlar türlü yiyecekler yerler, çeşitli elbiseler giyerler ve avurtlarını çatlatarak çekinmeden konuşurlar."
Fâtıma bint-i Hüseyin (a.s.) büyük annesi Fâtımatü'z-Zehra'dan (a.s.) şöyle rivayet eder:
"Resûlullah (s.a.v.) mescide girdiği zaman, Muhammed'e salat ve selam getirir ve şöyle derdi: 'Allah'ım! Günahlarımı bağışla. Rahmetinin kapılarını üzerime aç.' Mescitten çıktığı zaman da şöyle derdi: Allah'ım! Günahlarımı bağışla ve lütuf ve kereminin kapılarını üzerime aç."
Hz. Fâtıma (a.s.) şöyle demiştir:
"Kim yüce Allah'ın katına ihlaslı ibadetini gönderirse, Allah, katından ona en yararlı olan şeyi indirir." (Prof. Dr. Haydar Baş Hz. Fatıma eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.