Hz. Ali’nin edebî kişiliği -1
Hz. Ali’nin ilmî ve edebî yönü üzerinde önemle durmak gerekir. Zira Hz. Ali, Arap dilinin inceliklerine hâkim bir konuşmacı, belagat, fesahat ve sanat yönünden eşsiz bir hatiptir
21.04.2023 20:32:00
![Hz. Ali’nin edebî kişiliği -1](resimler/haberler/35/hz-alinin-edebi-kisiligi-1-H1479284-11.jpg)
![](temalar/resimler/bos.gif)
![Hz. Ali’nin edebî kişiliği -1](resimler/haberler/35/hz-alinin-edebi-kisiligi-1-H1479284-12.jpg)
![](temalar/resimler/bos.gif)
![](temalar/resimler/bos.gif)
Hz. Ali'nin ilmî ve edebî yönü üzerinde önemle durmak gerekir. Zira Hz. Ali, Arap dilinin inceliklerine hâkim bir konuşmacı, belagat, fesahat ve sanat yönünden eşsiz bir hatiptir.
Hz. Ali tarafından söylenmiş şiirler Şerif Murtaza lakabıyla ünlü Ebu'l Kasım Ali b. Tahir tarafından derlenmiştir.
Şerif Murtaza'nın kardeşi olan ve Şerif Radi olarak bilinen Ebu'l Hasan b. Ebi Tahir Ahmed el-Hüseyin b. Musa, Hz. Ali'nin hutbe, mektup, dua, vasiyet ve sözlerini ihtiva eden (Nehcü'l-Belağa) adlı eseri kaleme almıştır.
Şerif Radi, Hz. Ali ve Hz. Fâtımâ'nın çocuklarının şeceresini düzenlemiş ve seyyid olan kişilerin işlerine nezaret etme vazifesi olan nakiplik görevini yürütmüştür.
Şerif Radi, hem anne, hem de baba tarafından seyyid idi. Yaşadığı dönemde Bağdat da Büveyhiler hüküm sürmekteydi. Ve
O yıllarda Hz. Peygamberin soyundan gelenlere büyük bir değer verilmekte ve alaka gösterilmekteydi.
Adı geçen bu iki kardeş büyük bir hizmette bulunmuşlar, Şerif Murtaza Hz. Ali'nin şiirlerini derlemiş ve Hz. Ali Divan'ını oluşturmuş, Şerif Radi ise Hz. Ali'nin hutbe, mektup, dua ve konuşmalarını bir araya toplamış ve esere (Nehcü'l-Belağa) adını vermiştir.
Ancak bir kısım tarihçi ve yazar, Şerif Radi'nin güvenilir bir ilim adamı olmadığını, bu eserin de Hz. Ali'den tüm üç buçuk asır sonra kaleme alındığını, bu sebeple güvenilir kabul edilemeyeceğini söylemektedirler.
Bu iddiaların cevabını, bizzat Şerif Radi'nin ağzından dinleyelim.
Şerif Radi, Nehcü'l-Belağa'yı düzenlerken yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
"Ömrümün genç yıllarında İmamların özellik, durumlarına ait haber ve onların incilere benzeyen sözlerini ihtiva eden bir kitap yazmaya başlamıştım.
Hz. Ali'nin özelliklerini belirten eseri toplamış olmakla beraber zamanın meydana çıkardığı engeller o kitabı tamamlamama mâni olmuştu.
Kitabımı birkaç kısım ve bölüme ayırmıştım. Son bölümde de uzun hutbelere değil de öğüt, hikmet adaba ait bazı sözleri derç etmiştim.
Dostlardan, kardeşlerden bir kısmı o kitabı okudu, beğendi. Hz. Emir'in sözlerinin eşsiz, örneksiz oluşuna, fesahat ve belagatine hayran oldular. Çeşitli konu ve dallara ayrılan sözlerinden bir seçme meydana getirmemi istediler.
Çünkü biliyorlardı ki, O'nun hutbe, mektup, öğüt ve hikmetlerinde bulunan ve Arapça'nın şaşılacak derecede zengin belagat ve fesahatini, din ve dünyaya ait bütün hikmetleri o derecede toplu olarak ihtiva eden başka bir söz ve kitap yoktu.
Çünkü Hz. Ali gerçekten de fesahat ve belagatin kaynağıdır. Sanki belagat O'nunla başlamış ve fesahat kuralları O'nun sözleriyle yayılmıştır. Hiçbir hatip yoktur ki O'na benzer söz söyleyebilsin ve hiçbir vaiz yoktur ki O'nun sözlerinden istifade etmemiş olsun.
Çünkü O'nun sözleri Allah bilgisiyle aydınlanmış ve parıldamıştır. O sözlerde Peygamberin kokusu vardır ve okundukça o koku etrafa yayılmaktadır.
Hâsılı isteklerine uydum. Bu kitabı ve bu kitaptaki sözleri toplamaya koyuldum.
Biliyordum ki halk bu kitaptan yararlanacak ve bu kitabın şöhreti bütün âleme yayılacak, ecir ve sevabı ahiret gününde bana azık olacaktır.
Maksadım O'nun ilim, amel, takva, şecaat ve diğer yüceliği gibi belagatteki yüceliğinin de bilinmesi; kendilerinden önce gelip geçen ve kendilerinden pek az rivayetlerde bulunulan bilginlerin, belagat sahiplerinin, hatiplerin belagatinden daha üstün bir belagate sahip olduğunun, hiçbirinin O'nunla boy ölçüşemeyeceğinin meydana çıkmasıydı.
Gerçekten de O'nun sözleri ucu-bucağı, kıyısı-dibi olmayan bir denizden coşmaktadır ki, o deniz, suyunun çoğalmasıyla taşmaz, başkalarının sözleriyle de bulanmaz.
Gördüm ki, O'nun sözleri birkaç mihver etrafında dönmektedir. İlk olarak hutbeleri, emirnameleri var. İkinci olarak mektupları, üçüncü olarak da hikmet ve öğütleri vardır.
O'nun şaşılacak hâllerinden biri de hiç kimsenin kendisiyle yarışamayacağı bir fesahat ve belagate sahip olmasıdır.
Denilebilir ki zahitlikte, öğüt vermede ve korkutmada O'nun düşünce-sine ulaşmak güçtür. O yücelikte söz söylemek ve O'nun kuşattığı alana erişmek mümkün değildir.
Hz. Ali'nin sözlerini okuyup ibretle düşünen kişi zanneder ki, O'nun dünyadan nasibi ancak zahidliktir.
Allah'a kullukta bulunurken bu dünyayı terk etmektir. O bir bucağa çekilmiş yahut bir dağ eteğine sığınmış, halktan ayrılmıştır.
Kendi duygusundan başka bir şey duymaz, kendi soluğundan başka bir soluk teneffüs etmez. Kendinden başka kimseyi görmez.
Bu sözlerin, savaş denizlerinde dalgalar yutan, coşup köpüren, kavga ve boğuşma deryalarına dalıp çıkan, elinde yalın kılıç, haktan baş çekenlerin başlarını bedenlerinden ayıran, ünlü kahramanları Allah'a kulluk ve itaat yolunda helak toprağına seren, kılıcından kanlar damlaya damlaya, canlar döküle saçıla ve meydanlarda nara atarak dönen birisinin sözleri olduğuna inanmaz.
Oysa ki, bu durumlarla birlikte yine de zühd ve takvada, gönül açıklığında, Allah'a kulluk etmede dünyanın bütün zahidlerinden daha üstündür.
Hz. Ali, zıtlıkları nefsinde toplayan, yiğitlikle gönül alçaklığını, yücelikle kulluğu bir arada yürüten eşsiz bir insandır. Dikkat ve ihtimama rağmen O'nun sözlerinden hiçbirini bırakmadım, hepsini yazdım gibi bir davaya girişmeme imkân bulunamaz.
Bana ulaşmayan sözlerinin ulaşanlarından daha fazla olması da mümkündür. Ben ancak kudretimin yettiği kadar çalışıp çabaladım. Gerçeği aydınlatıp doğru yolu apaçık göstermek ancak Allah-u Teala'nın sonsuz lütfuyla olur.
Bütün bu çalışmanın sonucu olarak meydana gelen bu kitaba "Nehcü'l-Belağa" adını vermeyi uygun buldum.
Çünkü bu kitap, okuyanlara, arzu edenlere belagat kapılarını açan, fesahat kaidelerini onlara ulaştıran bir kitaptır. Hem âlimlerin ve hem de bilgiyi elde etmek isteyenlerin bu kitaba ihtiyaçları vardır. Belagat ve hitabet erbabı bu eseri ellerinden düşüremezler." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali eserinden)
Hz. Ali tarafından söylenmiş şiirler Şerif Murtaza lakabıyla ünlü Ebu'l Kasım Ali b. Tahir tarafından derlenmiştir.
Şerif Murtaza'nın kardeşi olan ve Şerif Radi olarak bilinen Ebu'l Hasan b. Ebi Tahir Ahmed el-Hüseyin b. Musa, Hz. Ali'nin hutbe, mektup, dua, vasiyet ve sözlerini ihtiva eden (Nehcü'l-Belağa) adlı eseri kaleme almıştır.
Şerif Radi, Hz. Ali ve Hz. Fâtımâ'nın çocuklarının şeceresini düzenlemiş ve seyyid olan kişilerin işlerine nezaret etme vazifesi olan nakiplik görevini yürütmüştür.
Şerif Radi, hem anne, hem de baba tarafından seyyid idi. Yaşadığı dönemde Bağdat da Büveyhiler hüküm sürmekteydi. Ve
O yıllarda Hz. Peygamberin soyundan gelenlere büyük bir değer verilmekte ve alaka gösterilmekteydi.
Adı geçen bu iki kardeş büyük bir hizmette bulunmuşlar, Şerif Murtaza Hz. Ali'nin şiirlerini derlemiş ve Hz. Ali Divan'ını oluşturmuş, Şerif Radi ise Hz. Ali'nin hutbe, mektup, dua ve konuşmalarını bir araya toplamış ve esere (Nehcü'l-Belağa) adını vermiştir.
Ancak bir kısım tarihçi ve yazar, Şerif Radi'nin güvenilir bir ilim adamı olmadığını, bu eserin de Hz. Ali'den tüm üç buçuk asır sonra kaleme alındığını, bu sebeple güvenilir kabul edilemeyeceğini söylemektedirler.
Bu iddiaların cevabını, bizzat Şerif Radi'nin ağzından dinleyelim.
Şerif Radi, Nehcü'l-Belağa'yı düzenlerken yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
"Ömrümün genç yıllarında İmamların özellik, durumlarına ait haber ve onların incilere benzeyen sözlerini ihtiva eden bir kitap yazmaya başlamıştım.
Hz. Ali'nin özelliklerini belirten eseri toplamış olmakla beraber zamanın meydana çıkardığı engeller o kitabı tamamlamama mâni olmuştu.
Kitabımı birkaç kısım ve bölüme ayırmıştım. Son bölümde de uzun hutbelere değil de öğüt, hikmet adaba ait bazı sözleri derç etmiştim.
Dostlardan, kardeşlerden bir kısmı o kitabı okudu, beğendi. Hz. Emir'in sözlerinin eşsiz, örneksiz oluşuna, fesahat ve belagatine hayran oldular. Çeşitli konu ve dallara ayrılan sözlerinden bir seçme meydana getirmemi istediler.
Çünkü biliyorlardı ki, O'nun hutbe, mektup, öğüt ve hikmetlerinde bulunan ve Arapça'nın şaşılacak derecede zengin belagat ve fesahatini, din ve dünyaya ait bütün hikmetleri o derecede toplu olarak ihtiva eden başka bir söz ve kitap yoktu.
Çünkü Hz. Ali gerçekten de fesahat ve belagatin kaynağıdır. Sanki belagat O'nunla başlamış ve fesahat kuralları O'nun sözleriyle yayılmıştır. Hiçbir hatip yoktur ki O'na benzer söz söyleyebilsin ve hiçbir vaiz yoktur ki O'nun sözlerinden istifade etmemiş olsun.
Çünkü O'nun sözleri Allah bilgisiyle aydınlanmış ve parıldamıştır. O sözlerde Peygamberin kokusu vardır ve okundukça o koku etrafa yayılmaktadır.
Hâsılı isteklerine uydum. Bu kitabı ve bu kitaptaki sözleri toplamaya koyuldum.
Biliyordum ki halk bu kitaptan yararlanacak ve bu kitabın şöhreti bütün âleme yayılacak, ecir ve sevabı ahiret gününde bana azık olacaktır.
Maksadım O'nun ilim, amel, takva, şecaat ve diğer yüceliği gibi belagatteki yüceliğinin de bilinmesi; kendilerinden önce gelip geçen ve kendilerinden pek az rivayetlerde bulunulan bilginlerin, belagat sahiplerinin, hatiplerin belagatinden daha üstün bir belagate sahip olduğunun, hiçbirinin O'nunla boy ölçüşemeyeceğinin meydana çıkmasıydı.
Gerçekten de O'nun sözleri ucu-bucağı, kıyısı-dibi olmayan bir denizden coşmaktadır ki, o deniz, suyunun çoğalmasıyla taşmaz, başkalarının sözleriyle de bulanmaz.
Gördüm ki, O'nun sözleri birkaç mihver etrafında dönmektedir. İlk olarak hutbeleri, emirnameleri var. İkinci olarak mektupları, üçüncü olarak da hikmet ve öğütleri vardır.
O'nun şaşılacak hâllerinden biri de hiç kimsenin kendisiyle yarışamayacağı bir fesahat ve belagate sahip olmasıdır.
Denilebilir ki zahitlikte, öğüt vermede ve korkutmada O'nun düşünce-sine ulaşmak güçtür. O yücelikte söz söylemek ve O'nun kuşattığı alana erişmek mümkün değildir.
Hz. Ali'nin sözlerini okuyup ibretle düşünen kişi zanneder ki, O'nun dünyadan nasibi ancak zahidliktir.
Allah'a kullukta bulunurken bu dünyayı terk etmektir. O bir bucağa çekilmiş yahut bir dağ eteğine sığınmış, halktan ayrılmıştır.
Kendi duygusundan başka bir şey duymaz, kendi soluğundan başka bir soluk teneffüs etmez. Kendinden başka kimseyi görmez.
Bu sözlerin, savaş denizlerinde dalgalar yutan, coşup köpüren, kavga ve boğuşma deryalarına dalıp çıkan, elinde yalın kılıç, haktan baş çekenlerin başlarını bedenlerinden ayıran, ünlü kahramanları Allah'a kulluk ve itaat yolunda helak toprağına seren, kılıcından kanlar damlaya damlaya, canlar döküle saçıla ve meydanlarda nara atarak dönen birisinin sözleri olduğuna inanmaz.
Oysa ki, bu durumlarla birlikte yine de zühd ve takvada, gönül açıklığında, Allah'a kulluk etmede dünyanın bütün zahidlerinden daha üstündür.
Hz. Ali, zıtlıkları nefsinde toplayan, yiğitlikle gönül alçaklığını, yücelikle kulluğu bir arada yürüten eşsiz bir insandır. Dikkat ve ihtimama rağmen O'nun sözlerinden hiçbirini bırakmadım, hepsini yazdım gibi bir davaya girişmeme imkân bulunamaz.
Bana ulaşmayan sözlerinin ulaşanlarından daha fazla olması da mümkündür. Ben ancak kudretimin yettiği kadar çalışıp çabaladım. Gerçeği aydınlatıp doğru yolu apaçık göstermek ancak Allah-u Teala'nın sonsuz lütfuyla olur.
Bütün bu çalışmanın sonucu olarak meydana gelen bu kitaba "Nehcü'l-Belağa" adını vermeyi uygun buldum.
Çünkü bu kitap, okuyanlara, arzu edenlere belagat kapılarını açan, fesahat kaidelerini onlara ulaştıran bir kitaptır. Hem âlimlerin ve hem de bilgiyi elde etmek isteyenlerin bu kitaba ihtiyaçları vardır. Belagat ve hitabet erbabı bu eseri ellerinden düşüremezler." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.