Halife olanlar O'nun peşinden koşmuştur! Hilafetin kendisine gelmesi durumunda ise Efendimiz Ali O'nu bir sorumluluk olarak kabul etmiştir, hatta kabul etmek zorunda kalmıştır. Yoksa Hz. Ali'nin özgüveni çok yüksektir. Kendisinden emindir. Bunun rahatlığı vardır Onda!
Hz. Ali'nin hilafete ilişkin ortaya koyduğu tavra bir bakalım? Anasının ak sütü gibi helal olan, aksini bırakınız ispatı, iddia etmenin dahi en hafif ifade ile delilik olduğu bir hakkın gasbı için Hz. Ali Efendimiz niçin savaşmamıştır? Savaş meydanlarının yenilgisiz aslanı, tek başına bir orduya bedel Hz. Ali, niçin rıza göstermediği bir iş için kan dökmemiştir?Bunu anlamak için öncelikle başka bir frekansa geçmek lazımdır? Üstad'ın "İmam Ali" eserinden öğreniyoruz ki bir kere Hz. Ali, gaybın kendisinden kalktığı birisidir. Ahmet b. Hanbel'den ve başkaca ravilerden rivayet ile Hz. Ali minberde buyuruyorlar: "Beni kaybetmeden bana Allah'ın Kitabından sorun. Her ayetin nerde nazil olduğunu, dağda mı, yumuşak toprakta mı indiğini herkesten daha iyi bilirim. Bana fitneleri sorun. Her fitnenin ne zaman kopacağını ve onda öldürülecekleri bilirim".Olacaklar kendisine Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz tarafından haber verilmiştir. O, kendisine Resulullah neyi haber verdi ise öyle davranmıştır. Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın "İmam Ali" adlı eserin 362. sayfasından okuyoruz: "Resulullah (s.a.v.) bana hitaben buyurdu ki: Sen Kâbe'nin menzilindesin. Sana gelirler, Sen gitmezsin, şayet bu toplum sana gelip hilafeti teslim ederse kabul et, vermezler ise gitme, ta ki onlar Sana gelsin!"
O'nun özgüveni çok yüksektirİşte meselenin sırrı ve tüm yaşananlar bu sözde açıklığa kavuşmuştur. Hz. Ali hilafetin peşinden koşmamıştır. Halife olanlar O'nun peşinden koşmuştur! Hilafetin kendisine gelmesi durumunda ise Efendimiz Ali O'nu bir sorumluluk olarak kabul etmiştir, hatta kabul etmek zorunda kalmıştır. Yoksa Hz. Ali'nin özgüveni çok yüksektir. Kendisinden emindir. Bunun rahatlığı vardır Onda! Şıkşıkiye Hutbesinde bakınız neler söylüyor: "Filanca kişi benim hilafete olan konumumu, milin değirmen için olan konumu gibi olduğunu bilir. Sel benden iner, kuş bana yükselemez. Hilafet ile arama bir perde sarkıttım. Ve onun hakkındaki düşüncemi içinde sakladım. Kesik bir elle üzerine atlamayı ya da büyüğü iyice ihtiyarlatan, küçüğü yaşlandıran, mü'minin Rabbine kavuşuncaya kadar içinde hapsettiği kör bir karanlığa sabretmek zorunda kalmayı çok düşündüm. Buna karşı sabretmenin daha uygun olduğunu gördüğüm içine üzülmeme, boğazımda düğüm olmasına ve mirasımın yağmalandığını görmeme rağmen sabrettim."Sonuçta Hz. Ali manen, madden ve fikren güçlülerin güçlüsüdür, yücelerin yücesidir ama kendisine verilen habere bağlılık ile sabretmiştir! Kendisini öldürmeye gelen Mülcem'den de haberdardır amma kaderini bilmesi, engellemesi için yeterli değildir ve katili için "beni daha öldürmedi ki" diyecek kadar da hukukun şekline kaderin akışına sadıktır.Anlıyoruz ki, Hz. Ali Efendimizin yol haritasını Hz. Peygamber çizmiştir. O, aklını, bileğini, toplumsal gücünü, çeşitli kaygılar güderek kullanmamıştır. O, Resulullah kendisine ne dedi, neyi haber verdi ise onu yapmıştır. Meseleleri Aristo mantığı ile değerlendirmemiştir. Heva ve heves ise hiç şüphe yok ki Efendimiz için mümkün olmayacak bir durumdur. Dolayısı ile, tavrı şöyle olsaydı, böyle olsa idi diye bir değerlendirme Hz. Ali Efendimize uymaz.
O'nun tavrı da bambaşkadırİlim şehrinin kapısı Hz Ali'den bahsediyoruz. Onun için bu oyunları çözmek oyuncak mesabesindedir ama O bambaşkadır? O'nun tavrı da bambaşkadır. O'nun tavrında milim kirlilik yoktur, hırs yoktur, sonuna kadar haklı olsanız da Müslümanın kanına girmeye vesile olmak yoktur. Ayrıca Hz. Ali Efendimiz, hilafetine dönük yapılan haksızlık için söz söylememenin de aslında çok önemli olmadığını düşünmektedir. Öyle ya, güneşin varlığını ispata ne gerek vardır ki! Ya da güneşin varlığını ispat etmek zorunda kalacaksanız bu insanlara halife olmanın ne anlamı var ki? Bir de şöyle de soralım: Hz. Ali'nin hilafetini gasp edenler bunu bilmedikleri için mi hataya düştüler? El cevap: Elbette hayır? Onlar bile bu yanlışı yaptılar! Hz. Peygamberin iradesini icma ile değiştirmeye kalktılar! Dolaysı ile, Hz. Ali'nin elindeki tek imkan savaşmak, yani kan dökmekti! Hz. Ali için ise bu çok kolay olmasına rağmen Efendimizden kendisine bildirilen haber doğrultusunda bu yola tevessül etmedi! Aradaki boşlukları yüzlerce çok ama çok haklı nedenlerle de doldurabiliriz ama büyük fotoğraf budur! Kaldı ki Nechul Belağa'da kendisi de bu zahiri nedenlerin bir kısmına değiniyor:"Allah'a and olsun ki, eğer Müslümanların parçalanıp ihtilafa düşeceğinden korkumuz olmasa idi, küfür ve putperestliğin yeniden İslam topraklarına dönmesinden ve İslam'ın yok olmasından çekinmese idik, onlara başka türlü davranırdık"!Fitnenin ne kadar büyük olduğunu buradan da anlayabiliriz! Tehlike hem dışarda hem içerdedir! Birisi fedakarlık etmediği takdirde İslam yolun en başında yok olma tehlikesi ile baş başadır. O fedakârlığın adresi de elbette Hz. Peygamberin dostu Hz. Ali olacaktır! Bu büyüklüğü başka kim taşıyabilirdi ki!
Hz. Ali'nin hilafete ilişkin ortaya koyduğu tavra bir bakalım? Anasının ak sütü gibi helal olan, aksini bırakınız ispatı, iddia etmenin dahi en hafif ifade ile delilik olduğu bir hakkın gasbı için Hz. Ali Efendimiz niçin savaşmamıştır? Savaş meydanlarının yenilgisiz aslanı, tek başına bir orduya bedel Hz. Ali, niçin rıza göstermediği bir iş için kan dökmemiştir?Bunu anlamak için öncelikle başka bir frekansa geçmek lazımdır? Üstad'ın "İmam Ali" eserinden öğreniyoruz ki bir kere Hz. Ali, gaybın kendisinden kalktığı birisidir. Ahmet b. Hanbel'den ve başkaca ravilerden rivayet ile Hz. Ali minberde buyuruyorlar: "Beni kaybetmeden bana Allah'ın Kitabından sorun. Her ayetin nerde nazil olduğunu, dağda mı, yumuşak toprakta mı indiğini herkesten daha iyi bilirim. Bana fitneleri sorun. Her fitnenin ne zaman kopacağını ve onda öldürülecekleri bilirim".Olacaklar kendisine Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz tarafından haber verilmiştir. O, kendisine Resulullah neyi haber verdi ise öyle davranmıştır. Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın "İmam Ali" adlı eserin 362. sayfasından okuyoruz: "Resulullah (s.a.v.) bana hitaben buyurdu ki: Sen Kâbe'nin menzilindesin. Sana gelirler, Sen gitmezsin, şayet bu toplum sana gelip hilafeti teslim ederse kabul et, vermezler ise gitme, ta ki onlar Sana gelsin!"
O'nun özgüveni çok yüksektirİşte meselenin sırrı ve tüm yaşananlar bu sözde açıklığa kavuşmuştur. Hz. Ali hilafetin peşinden koşmamıştır. Halife olanlar O'nun peşinden koşmuştur! Hilafetin kendisine gelmesi durumunda ise Efendimiz Ali O'nu bir sorumluluk olarak kabul etmiştir, hatta kabul etmek zorunda kalmıştır. Yoksa Hz. Ali'nin özgüveni çok yüksektir. Kendisinden emindir. Bunun rahatlığı vardır Onda! Şıkşıkiye Hutbesinde bakınız neler söylüyor: "Filanca kişi benim hilafete olan konumumu, milin değirmen için olan konumu gibi olduğunu bilir. Sel benden iner, kuş bana yükselemez. Hilafet ile arama bir perde sarkıttım. Ve onun hakkındaki düşüncemi içinde sakladım. Kesik bir elle üzerine atlamayı ya da büyüğü iyice ihtiyarlatan, küçüğü yaşlandıran, mü'minin Rabbine kavuşuncaya kadar içinde hapsettiği kör bir karanlığa sabretmek zorunda kalmayı çok düşündüm. Buna karşı sabretmenin daha uygun olduğunu gördüğüm içine üzülmeme, boğazımda düğüm olmasına ve mirasımın yağmalandığını görmeme rağmen sabrettim."Sonuçta Hz. Ali manen, madden ve fikren güçlülerin güçlüsüdür, yücelerin yücesidir ama kendisine verilen habere bağlılık ile sabretmiştir! Kendisini öldürmeye gelen Mülcem'den de haberdardır amma kaderini bilmesi, engellemesi için yeterli değildir ve katili için "beni daha öldürmedi ki" diyecek kadar da hukukun şekline kaderin akışına sadıktır.Anlıyoruz ki, Hz. Ali Efendimizin yol haritasını Hz. Peygamber çizmiştir. O, aklını, bileğini, toplumsal gücünü, çeşitli kaygılar güderek kullanmamıştır. O, Resulullah kendisine ne dedi, neyi haber verdi ise onu yapmıştır. Meseleleri Aristo mantığı ile değerlendirmemiştir. Heva ve heves ise hiç şüphe yok ki Efendimiz için mümkün olmayacak bir durumdur. Dolayısı ile, tavrı şöyle olsaydı, böyle olsa idi diye bir değerlendirme Hz. Ali Efendimize uymaz.
O'nun tavrı da bambaşkadırİlim şehrinin kapısı Hz Ali'den bahsediyoruz. Onun için bu oyunları çözmek oyuncak mesabesindedir ama O bambaşkadır? O'nun tavrı da bambaşkadır. O'nun tavrında milim kirlilik yoktur, hırs yoktur, sonuna kadar haklı olsanız da Müslümanın kanına girmeye vesile olmak yoktur. Ayrıca Hz. Ali Efendimiz, hilafetine dönük yapılan haksızlık için söz söylememenin de aslında çok önemli olmadığını düşünmektedir. Öyle ya, güneşin varlığını ispata ne gerek vardır ki! Ya da güneşin varlığını ispat etmek zorunda kalacaksanız bu insanlara halife olmanın ne anlamı var ki? Bir de şöyle de soralım: Hz. Ali'nin hilafetini gasp edenler bunu bilmedikleri için mi hataya düştüler? El cevap: Elbette hayır? Onlar bile bu yanlışı yaptılar! Hz. Peygamberin iradesini icma ile değiştirmeye kalktılar! Dolaysı ile, Hz. Ali'nin elindeki tek imkan savaşmak, yani kan dökmekti! Hz. Ali için ise bu çok kolay olmasına rağmen Efendimizden kendisine bildirilen haber doğrultusunda bu yola tevessül etmedi! Aradaki boşlukları yüzlerce çok ama çok haklı nedenlerle de doldurabiliriz ama büyük fotoğraf budur! Kaldı ki Nechul Belağa'da kendisi de bu zahiri nedenlerin bir kısmına değiniyor:"Allah'a and olsun ki, eğer Müslümanların parçalanıp ihtilafa düşeceğinden korkumuz olmasa idi, küfür ve putperestliğin yeniden İslam topraklarına dönmesinden ve İslam'ın yok olmasından çekinmese idik, onlara başka türlü davranırdık"!Fitnenin ne kadar büyük olduğunu buradan da anlayabiliriz! Tehlike hem dışarda hem içerdedir! Birisi fedakarlık etmediği takdirde İslam yolun en başında yok olma tehlikesi ile baş başadır. O fedakârlığın adresi de elbette Hz. Peygamberin dostu Hz. Ali olacaktır! Bu büyüklüğü başka kim taşıyabilirdi ki!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.