Yüce Allah (cc) sonsuz adalet sahibidir. Hak sahibine hakkını mutlaka verir. Her olayda bir hikmet; anlayanlara ise ibretler vardır.
Dünya kurulalı beri yeryüzüne birçok insan geldi ve geçti. Herbiri hikmet ve ibret dolu olayları yaşayıp, ömür denen sınırlı zamanda kendilerince bir yol tutup, vazifelerini güzel-çirkin yapıp, göçüp gittiler. Belki de istemedikleri şeyleri yaşadılar ve akıllarına gelmeyenler başlarına geldi. Onların olması durumunda herşeyin çok güzel olacağını zannettikleri duaları, dilekleri, hayalleri vardı onların. Belki de bu dileklere erişememenin saplantısı onları bunalıma sürüklemişti. Oysa sakin kafa ile sessiz bir köşeye oturup hayatlarını objektif olarak bir gözden geçirecek olsalardı, nice ibretli olaylar zincirinin iç içe geçmiş halkalarını görebilirlerdi. Bu halkaların anlayabilme yönünden en azından bir kaçını çözebilir; kendileri için şer zannettiklerinin hayır, nice hayır zannettiklerinin de birer şer olduklarını idrak edebilirlerdi. Sonsuz merhamet sahibi olan Sahibimizin biz kullarını asla bir haksızlığa uğratmayacağını bilir, yaşadıklarının adaletin tecellesinin gereği olduğunu sezebilirlerdi.
Bu araştırmaları yapabilmek için her türlü kargaşa, menfaat ve gürültüden uzak bir yerde olmak ve hayatımıza geniş bir çerçeveden bakabilmek gerekir ki, külli irade sahibinin adaletle biçtiği kader ağını bir örümcek misali nasıl da bize işletiyor oluduğunu görebilelim. Şu da bir gerçektir ki; herkese kendine uygun işi yapmak kolay gelir.
Yüce Allah (cc) işi gücü yıkmak, yakmak, öldürmek olan kötü insanlar ile, yapmak, onarmak olan üstün ahlak sahibi olmak isteyen insanları sonsuz ilmiyle ayırt eder. Sonra da Cenneti hak edenlere, onları oraya götürecek olan güzel amelleri kolaylaştırıp, Cehennemi hak edenlere de onları oraya götürecek olan kötü amelleri kolaylaştırır. Şu nedenle insanların değil de bizleri Yaratanın katında hangi safta bulunduğumuzu anlamak için gerçekçi bir yaklaşımla, kendimizi bir değerlendirmeye tutup, doğru olanı tespit etmeliyiz. Çünkü iyi veya kötü yönde olmak üzere hak sahibine hakkı er ya da geç, dünyada veya ahirette mutlaka verilecektir. Bu hususta Cebrail (as)'ın haber verdiği bir kıssayı sizlerle paylaşmak istiyorum:
İki melek, aldıkları emr-i İlâhiyi infaz için dünyaya inerlerken karşılaştılar. Biri, diğerine;
-Acaip bir vazife ile emrolundum dedi ve bu vazifesini anlattı:
Bir Yahudi, şu anda son demlerini yaşıyor. Canı balık istemiş. Fakat o istediği balık, onun yaşadığı iklimde bulunmazmış. Allah-ü Teala, bana o cins balığın bulunduğu denizlerden bir miktar tutup, o Yahudi'nin yaşadığı ülkenin denizine atmamı emir buyurdu. Yahudi, o balıktan tadacak ve öyle ölecek. Diğer melek, ona cevap verdi:
-Ben daha acaip bir vazife ile emrolundum. Ölmek üzere bulunan bir mümin kırk senedir zeytinyağı ile pişmiş bir yemek arzu ediyormuş. Bir diğer mümin ona istediği bu zeytinyağlı yemeği pişiriyormuş. İşte, ben pişirilen o zeytinyağlı yemeği devireceğim ve böylelikle ölmek üzere bulunan müminin o yemekten yemesine engel olacağım.
Bu iki meleğin konuşmalarını dinleyen üçüncü bir melek, meseleyi izah etti.
-İkinizin de aldığınız vazifeler acaip değil, dedi. Ölmek üzere bulunan o Yahudi bir iyilik etmişti. Ahirette nasibi olmadığından yaptığı o iyiliğin mükâfatını dünyada görebilmesi için, canının istediği balık kendisine ihsan buyruluyor. Adalet-i İlâhiyye böyle iktiza etmektedir. Yani yaptığı iyiliğin mukafatını dünyada bulacak ve ahirette bu bakımdan bir alacağı kalmayacaktır.
Diğer mümine gelince, o da cezasını görmesi gereken bir günahı kaldığından, canının istediği zeytinyağlı yemek dökülecek ve bu durum günahına kefaret olacaktır". (İrşad, 3. cilt, sy. 287, Elhac Muzaffer Ozak).
Hümeyra EZERGÜL
Dünya kurulalı beri yeryüzüne birçok insan geldi ve geçti. Herbiri hikmet ve ibret dolu olayları yaşayıp, ömür denen sınırlı zamanda kendilerince bir yol tutup, vazifelerini güzel-çirkin yapıp, göçüp gittiler. Belki de istemedikleri şeyleri yaşadılar ve akıllarına gelmeyenler başlarına geldi. Onların olması durumunda herşeyin çok güzel olacağını zannettikleri duaları, dilekleri, hayalleri vardı onların. Belki de bu dileklere erişememenin saplantısı onları bunalıma sürüklemişti. Oysa sakin kafa ile sessiz bir köşeye oturup hayatlarını objektif olarak bir gözden geçirecek olsalardı, nice ibretli olaylar zincirinin iç içe geçmiş halkalarını görebilirlerdi. Bu halkaların anlayabilme yönünden en azından bir kaçını çözebilir; kendileri için şer zannettiklerinin hayır, nice hayır zannettiklerinin de birer şer olduklarını idrak edebilirlerdi. Sonsuz merhamet sahibi olan Sahibimizin biz kullarını asla bir haksızlığa uğratmayacağını bilir, yaşadıklarının adaletin tecellesinin gereği olduğunu sezebilirlerdi.
Bu araştırmaları yapabilmek için her türlü kargaşa, menfaat ve gürültüden uzak bir yerde olmak ve hayatımıza geniş bir çerçeveden bakabilmek gerekir ki, külli irade sahibinin adaletle biçtiği kader ağını bir örümcek misali nasıl da bize işletiyor oluduğunu görebilelim. Şu da bir gerçektir ki; herkese kendine uygun işi yapmak kolay gelir.
Yüce Allah (cc) işi gücü yıkmak, yakmak, öldürmek olan kötü insanlar ile, yapmak, onarmak olan üstün ahlak sahibi olmak isteyen insanları sonsuz ilmiyle ayırt eder. Sonra da Cenneti hak edenlere, onları oraya götürecek olan güzel amelleri kolaylaştırıp, Cehennemi hak edenlere de onları oraya götürecek olan kötü amelleri kolaylaştırır. Şu nedenle insanların değil de bizleri Yaratanın katında hangi safta bulunduğumuzu anlamak için gerçekçi bir yaklaşımla, kendimizi bir değerlendirmeye tutup, doğru olanı tespit etmeliyiz. Çünkü iyi veya kötü yönde olmak üzere hak sahibine hakkı er ya da geç, dünyada veya ahirette mutlaka verilecektir. Bu hususta Cebrail (as)'ın haber verdiği bir kıssayı sizlerle paylaşmak istiyorum:
İki melek, aldıkları emr-i İlâhiyi infaz için dünyaya inerlerken karşılaştılar. Biri, diğerine;
-Acaip bir vazife ile emrolundum dedi ve bu vazifesini anlattı:
Bir Yahudi, şu anda son demlerini yaşıyor. Canı balık istemiş. Fakat o istediği balık, onun yaşadığı iklimde bulunmazmış. Allah-ü Teala, bana o cins balığın bulunduğu denizlerden bir miktar tutup, o Yahudi'nin yaşadığı ülkenin denizine atmamı emir buyurdu. Yahudi, o balıktan tadacak ve öyle ölecek. Diğer melek, ona cevap verdi:
-Ben daha acaip bir vazife ile emrolundum. Ölmek üzere bulunan bir mümin kırk senedir zeytinyağı ile pişmiş bir yemek arzu ediyormuş. Bir diğer mümin ona istediği bu zeytinyağlı yemeği pişiriyormuş. İşte, ben pişirilen o zeytinyağlı yemeği devireceğim ve böylelikle ölmek üzere bulunan müminin o yemekten yemesine engel olacağım.
Bu iki meleğin konuşmalarını dinleyen üçüncü bir melek, meseleyi izah etti.
-İkinizin de aldığınız vazifeler acaip değil, dedi. Ölmek üzere bulunan o Yahudi bir iyilik etmişti. Ahirette nasibi olmadığından yaptığı o iyiliğin mükâfatını dünyada görebilmesi için, canının istediği balık kendisine ihsan buyruluyor. Adalet-i İlâhiyye böyle iktiza etmektedir. Yani yaptığı iyiliğin mukafatını dünyada bulacak ve ahirette bu bakımdan bir alacağı kalmayacaktır.
Diğer mümine gelince, o da cezasını görmesi gereken bir günahı kaldığından, canının istediği zeytinyağlı yemek dökülecek ve bu durum günahına kefaret olacaktır". (İrşad, 3. cilt, sy. 287, Elhac Muzaffer Ozak).
Hümeyra EZERGÜL
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.