Var ama…
Evet, evet Türkiye'de yaşayan büyük bir kitle, çöpünü yere atıyor. Bir taraftan da çöp konteynerleri "açık büfeye" dönüşmüş vaziyette. "Çöp-büfesinden" geçinen çok, kokuyormuş, pislikmiş, mikropmuş vız gelir.
İnsanlar çöp konteynerlerden ekmeğini çıkartırken sokak da bu durumdan nasibini alıyor, kağıt parçaları, kutucuklar her yerde uçuşuyor, pet şişelerin dibinde kalmış x-sıvısı sokağın ortasına dökülüyor. "Geri dönüşümcüler" dört bacaklı takipçilerine yemek atıklarını da dağıtırken, armoni zirvede.
Biraz da rüzgar esti mi tüm cadde çöp tarlasına dönüşüyor. Çocuklar aldığı dondurmaların kağıt ambalajlarını mutluluk içinde çöp kutusuna değil, yere atıyor.
Maalesef sokakta yaşayan hayvanların lavabosu yok, bez bağlayanı da yok. Esasen de gerekmiyor, onlara hayvan, her yeri bile bile kirletene de insan diyoruz, öyle mi?
Buna kargalar bile gülmez.
Hamam böceklerimiz bile ithal, muz kartoncuklarıyla gelmişler zamanında dünyanın öbür ucundan.
Hele piknik alanları zannedersin "çöp ayrıştırma alanı". Başka bir konuda ilerleme var, eskiden sokaklara "yüksek sesle tüküren" daha çoktu, azalmasının sebebi de belki aromalı sigaradır. Yerli tütün fazla öksürtüyordu herhalde.
Karada ne kadar çeşit çöp varsa, aynısı denizde de var. Hava kirliliği ise var ama pek görünmüyor koklayarak fark edebilirsiniz, "Bu koku da neydi?" sorulduğunda.
Büyük şehirlerin en büyük sorunu "ses kirliliği". Bu konuyu fazla açmaya gerek yok malum sıralamaya bakarsak; 1. Korna sesi, 2. Modife edilmiş egzoz sesi.
Ben kornasız denedim, maalesef olumsuz, trafikte ilerleyemezsin, ciddiye alınmazsın korna şart.
Bu kadar olumsuzluklara karşı hiç mi iyi tarafımız yok?
Var!
Nerdeyse her gün Amazon ormanlarında top sahası büyüklüğündeki arazilerde kocaman ağaçlar kesilirken, tek suçumuz buna daha fazla karşı gelmememiz.
Başka?
Kürk sanayisi kuzey kutuplarında yaşayan yavru fok balıkların kafasını kırıp sonra canlı derisini soyanlarla ortak bir noktamız yok.
Hiçbir hayvanı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getirmedik. Kuzey kutup buz ayısının hayatını tehlikeye atan da biz değiliz.
En uzak Pasifik adalarında tahminen ve sadece bilinen 10 bine yakın atom bombası testi yapıldı, insanlar radyasyondan sakat doğuyor. Evet! Elli yıl sonra bile, bugün doğan çocuklar hasta dünyaya geliyor ve o adalarda yaşayan yerli halkın hiçbir şeyden haberleri yok. Üç parmaklı ve tek gözle doğan çocukların annelerine kim bilir hangi yalanı uydurdular caniler. Yerli halkları yok etmekte uzmanlar. Tarih kitaplarında öyle yazıyor.
"Kahrolsun" demekten başka var mı çare?
Bak, Türkiye'ye buradan bak.
Mavi balinaların belgeselini seyrederken, kimse bu hayvanların neden koruma altına alındığını sormuyor. Pandalar koruma altında, kaplumbağalar koruma altında. İnsanlığı ne zaman koruma altına alacaklar acaba, yeni tür hayvanseverler?
Gelelim gene bizim "çöpü yola atan" vatandaşlara.
Biz ne 1. ne de 2. Dünya savaşında aktördük ve kimseye de saldırmadık. Birinci dünya savaşında savunma pozisyonundaydık. İkinci dünya savaşında 50 milyondan fazla insan hayatını kaybetti. Yedi yıl süren bu katliamda, Türkiye'de kaç kişinin burnu kanadı? Kaç tane fişek patladı? Sicilimiz temiz, sabıkamız yok.
Uzay kirliliği olarak adlandırılan ömrünü tüketmiş uyduların yanı sıra roketlerin uzaya bırakılan üst aşamalı yörüngede oluşan patlamalarının artıkları gezip duruyor. Kimin haberi var! Uzayı kirleten bir Türk var mı?
Sözde gelişmiş ülkeler, kendisini teknolojide geliştirmiş uzayda "yaşam ve yaşanacak" yer ararken dünyada geliştirdiği teknolojilerle toplumsal katliamlar yapıyordu ve yapmakta. Sanayileşme hem yaşatıyor hem yaşamı yok ediyor.
2. Dünya savaşından zarar görmeden çıkan Türkler, savaştan mağlup çıkan Almanların sokaklarını ve tuvaletlerini temizleyen işçisi olmuş.
Gidenler "Olsun, tuvalet temizlemek ayıp mı?" dediler. Kırk yıl sonra, olsun diyenler "Vatanın neresi?" diye sorulduğunda kararsız kalıyor. Çocukları öyle değil ama rahat rahat anlı ak yüzü ak, "Ben buralıyım, ben Almanım!" diyor.
Neyse.
Yakında Avustralya'nın yerlilerini de koruma altına alırlar! Hiç şaşırmam. Tehlike arz edeni yok etmeye çalış, sonra tam yok olmadan, dur ölme biz seni koruruz de. Hep bu gülmeyen kargalar gözümün önüne geliyor.
Sayın okuyucular, bunlar bugüne kadar niye hep böyle geldi size kısa anlatmak istiyorum.
İnsanın insandan gelmediğini yani meçhul bir 'şeyden' geldiğini düşünenler, tabii ki güçlünün haklı olduğunu zannetmeleri normaldir. Biz buna "orman kanunu" diyoruz. Neticede bugün dünyamızın büyük bir kitlesi maalesef "yeryüzünde kaynakların sınırlı olduğunu" kabul eder. Bu düşünce daima savaşmayı tetiklemiş ve halen en büyük savaş nedenidir. İnsanlık bu hatadan dolayı birbiriyle savaşmıştır, soykırım yapmıştır, yapıyor.
Halbuki bu doğru değil, esas alınacak ve doğru olan şu temel düşüncedir: "Yeryüzünde kaynaklar sınırsız ve insanın ihtiyaçları sınırlıdır."
Bu gerçeği de gün yüzüne çıkartan ilim ve bilim adamı merhum Sayın Haydar Baş'tır. Kendisi yüksek sesle "Bu dünya hepimize yeter" diye çok kez söyledi. Bilim ve ilim dünyası bu mesajı "kulağın arkasına" yazdı, Türkiye duymamazlıktan geldi.
Düşünmek zor iştir, kolaya kaçtın.
Gelelim tekrar konuya;
Sokakların neden pis olduğunu çözemiyorsun, çözmek de istemiyorsun artık çünkü tembelliğin beynini sarmış, düşüncelerin hayal etmek için bile yetmiyor. Pes etmek üzeresin. Buna müsaade etme!
Gelelim sona, sonuca.
Temiz bir ülke, mutlu bir gençlik istiyorsan ve Türk Pasaportun tüm dünyada en geçerli belge ve Türk Lirası dünyada en kuvvetli para birimi olsun istiyorsan, o zaman elindeki cep telefonuna hangi sosyal medya platformuna takılıyorsan takıl, Bağımsız Türkiye Partisi ve Hüseyin Baş ismini yaz. Konuşmalarını dinle ve bilgi sahibi ol. Bırak biraz için açılsın, ufkun açılsın.
- 3 Kasım 2002’ye farklı bakış / 09.07.2024
- Cepteki para / 19.12.2023
- Mutlu köleler! / 02.12.2023
- Kılavuz / 30.09.2023
- Gençler! Kaçmak çare mi? / 29.07.2023
- Ben BTP'liyim! / 15.07.2023
- Yarının meclisi / 14.05.2023
- Hiç mi iyi tarafımız yok? / 16.10.2022
- Önce hürriyet / 05.02.2022