‘Hasret oraya, O güzele, O kokuya, O söze’
İnsan doğduğu zaman Allah’a karşı tertemiz pak bir gönül taşıyor. Ama onda henüz bu duygu organları tekâmül etmediği için, tabiatla ilgisini kurup, içini dışına yansıtamıyor
14.09.2024 08:42:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





İnsan doğduğu zaman Allah'a karşı tertemiz pak bir gönül taşıyor. Ama onda henüz bu duygu organları tekâmül etmediği için, tabiatla ilgisini kurup, içini dışına yansıtamıyor. Yavaş yavaş çocukluk dönemi başlıyor.
Çocukluk dönemine dikkat ederseniz çok ciddi bir hareketliliğinin olduğunu görürsünüz. Hiçbir çocuk yerinde duramaz.
Efendim şimdi buna hiperaktif diyorlar. Efendim ben, bunların hiçbirine katılmıyorum. O, insanın geldiği âlemle ilgili bir olay.
Peki, nasıl oluyor bu. Şimdi biz elest meclisinden koparak bu âleme gelmiş varlıklarız. Elest Meclisinde biz bizzat Rabbimizi gördük, duyduk ve O'nun güzel kokusunu aldık.
Şimdi O güzele karşı, O kokuya karşı, O güzel sese karşı fevkalade bir hasret var insanoğlunda.
Onun için dikkat ederseniz güzel bir musiki kulağınıza, koku burnunuza vesair olduğunda hemen meyledersiniz. Hatta bunun izahını çok defa da yapamazsınız.
Mesela bir şarkı, bir türkü bir dönem sizin dilinizde, gönlünüzde olur. Ama bir de baktınız geçti. Yani sanki bir solma dönemi başlıyor. Ama her şeyde böyle.
Bunun altındaki espri aslında o güzel seste olsun, o güzel kokuda olsun, o cemalde olsun size, Allah'ı hatırlatmasından kaynaklanan bir davranış biçimi ve stilidir bu...
Allah'tan geldik, hasret oraya, O güzele, O kokuya, O söze. Yani, hasret O'na. O'nu görmek istiyor. O'nu duymak istiyor. O'nu yaşamak istiyor.
Ama dünya dediğimiz perde önünü kesiyor ve işte çocukluk aşamasında henüz orasını unutmamış. Oranın verdiği heyecan kalp dünyasında hâkim. Onu da hareketleriyle beraber tavırlarıyla gösteriyor. Devamlı koşuş içinde.
Koştuğu aslında bastığı zemin değil. Kalp ayağıyla bir yerlere koşmak istiyor. Allah'a koşmak istiyor. O cismani ayakla, bu fiziki ayaklarıyla beraber sağa sola atlaması, zıplaması aslında onun kalbi boyutta yüce Yaratanı aramasıdır.
Niye, müthiş bir âlemdi ve çocuğun dikkat ederseniz, huzursuz hâli yoktur. Her daim huzurdadır. Huzur mutluluktur. Ne zaman yaşı ilerler, o perdeler biraz daha artar, orayla irtibatını kestikten sonra da bir de bakarsınız ki, mahkeme duvarı gibi olmuş bir adam.
Şimdi buradan hareketle gelmek istediğim nokta şu; "eski Ramazan'lar" derken, bizim aslında çocukluk günümüzde henüz o heyecanı yaşadığımız, Allah'tan tam kopmadığımız ve her şeyde Allah'ı hatırladığımız o günleri kastediyoruz.
Zaman değişmedi aslında biz değiştik. Biz perdeleri o kadar kavi koyduk o kadar kalın koyduk ki, o duvarlar şeklinde aşmak da mümkün olmuyor...
Haa! O halde yapılacak olan iş nedir?
Bu mutluluğu, huzuru bulmak için evvela biz, kendimize bir dönmeliyiz. Çocukluğumuza bir dönmeliyiz. Yani o gün bize mutluluk veren ne komşumuzdu, ne toplumdu, ne arkadaştı. Biz, kendimize huzur mutluluk veriyorduk.
Yani çok farklı bir cevher böyle pır pır, pır pır uçardı insanın kalbi. Öyle değil mi?
Gözünü yumar, bir nur deryası Allah Allah! Çocuklukta oluyor bunlar. Niye? Henüz daha perdeler kavileşmemiş.
Haa! İşte o günün insanları da bu manevi terbiyeden, dini terbiyeden uzak olmadığından; gerek aile olarak, gerek komşu olarak, gerek dost olarak, arkadaş olarak o da aşağı yukarı senin emsalin duyguları yaşıyordu ve işte iki gönül bir olunca da samanlık seyran oluyor. Yani o tarz bir hayat vardı.
Bugün o noktaya gitmek istiyorsak yani o şekilde Ramazan diyorsak evvela o güne dönmemiz lazım. Yani, biz içimizde.
Şimdi diyeceksin ki: "Hocam bize diyecekler gerici." Bu manada desinler.
Biz içimizden içimize bir hicret etmeliyiz. Bir yolculuğa çıkmalıyız. Bir sefere çıkmalıyız. Geldiğimiz o dünyayı hatırlayıp oraları kurgulamalıyız.
O günler ne yapıyorduk? Mevlid dinlerdin, Kur'an dinlerdin. Yani, o gün dinlediğin mevlitle bugün dinlediğin Kur'an sanki o günkü Kur'ân, mevlid değil. Öyle değil mi?
Bu hali daha iyi anlayabilmek için bir misal vereceğim hemen hatırıma geldi.
Bakın insanın bu kalın duvarlarının kalktığı haller işte annesini, babasını, çocuğunu yakınlarından, çok yakınlarından birini kaybettiği anlardır.
O anlar, perdeler hakikaten kalkıyor. Mezar başındasınız imam efendi Kur'ân okuyor. Allah Allah! Ya bizim bu hoca bu kadar güzel Kur'ân okumazdı nerden çıktı bu?
Halbuki okunan Kur'ân aynı Kur'ân ama sen çok farklı iklimde onu seyrediyorsun, onu dinliyorsun.
Ben bunu rahmetlik kızımda yaşadım, rahmetlik babamda yaşadım, rahmetlik annemde yaşadım ve dedim "Allah Allah! Bu hocadan bu kadar böyle mükemmel Kur'ân ben dinlediğim yoktu."
Sonra kendi kendime murakabe yaparken, muhasebe yaparken ya değişen hoca değilmiş. O şartlar beni değiştirdi.
Biz perdenin çok aralandığı ama belki de çok o ıstıraptan, o hasretten yaklaştığımız Rabbimizin sanki o hafız, o hoca efendi vasıtasıyla güzel sesini duymaya başladık da ondan.
Haa! Bugün de yapılacak olan bundan farklı bir şey olmaması lazım. Bütün insanların bir iç olgunluğu seferine çıkması gerekiyor.
Zaten dinin gerçek manada insanın mutluluğa huzura kavuşturan yönü de bu tarafı. Yani her birimiz mutluluğu kendi dünyamızda yaşarız. Dış tabiatımız bunların hepsi hikâye. Hepsi hikâye!
Yani bunu derken "ya Hocam bunlara ihtiyacımız yok" manasında almayın. Huzur ve mutluluk saadet insanın kendi iç tabiatında yaşadığı bir sarayda duyduğu hallerdir. Oraya gideceğiz.
Haa! Dışın ne ehemmiyeti var? İç dünyan bozulmasın diye dış tabiatı da ona göre düzenleyeceksin. Bir bütün haline getireceksin.
Onun için ailenin burada rolü çok. Komşun mükemmel olmalı. Oradan koparmaması lazım seni, aile de koparmaması lazım. Arkadaş, dost da koparmaması lazım.
Böyle bir iklime girdiğin zaman işte geçmişteki Ramazan, şu andaki Ramazan olur. Oruç bugünkü, o geçmişteki oruç olur. Farklı bir iklimde farklı bir dünyada esasen olması gereken de bu, diyorum efendim." (Prof. Dr. Haydar Baş Ramazan sohbetlerinden)
Çocukluk dönemine dikkat ederseniz çok ciddi bir hareketliliğinin olduğunu görürsünüz. Hiçbir çocuk yerinde duramaz.
Efendim şimdi buna hiperaktif diyorlar. Efendim ben, bunların hiçbirine katılmıyorum. O, insanın geldiği âlemle ilgili bir olay.
Peki, nasıl oluyor bu. Şimdi biz elest meclisinden koparak bu âleme gelmiş varlıklarız. Elest Meclisinde biz bizzat Rabbimizi gördük, duyduk ve O'nun güzel kokusunu aldık.
Şimdi O güzele karşı, O kokuya karşı, O güzel sese karşı fevkalade bir hasret var insanoğlunda.
Onun için dikkat ederseniz güzel bir musiki kulağınıza, koku burnunuza vesair olduğunda hemen meyledersiniz. Hatta bunun izahını çok defa da yapamazsınız.
Mesela bir şarkı, bir türkü bir dönem sizin dilinizde, gönlünüzde olur. Ama bir de baktınız geçti. Yani sanki bir solma dönemi başlıyor. Ama her şeyde böyle.
Bunun altındaki espri aslında o güzel seste olsun, o güzel kokuda olsun, o cemalde olsun size, Allah'ı hatırlatmasından kaynaklanan bir davranış biçimi ve stilidir bu...
Allah'tan geldik, hasret oraya, O güzele, O kokuya, O söze. Yani, hasret O'na. O'nu görmek istiyor. O'nu duymak istiyor. O'nu yaşamak istiyor.
Ama dünya dediğimiz perde önünü kesiyor ve işte çocukluk aşamasında henüz orasını unutmamış. Oranın verdiği heyecan kalp dünyasında hâkim. Onu da hareketleriyle beraber tavırlarıyla gösteriyor. Devamlı koşuş içinde.
Koştuğu aslında bastığı zemin değil. Kalp ayağıyla bir yerlere koşmak istiyor. Allah'a koşmak istiyor. O cismani ayakla, bu fiziki ayaklarıyla beraber sağa sola atlaması, zıplaması aslında onun kalbi boyutta yüce Yaratanı aramasıdır.
Niye, müthiş bir âlemdi ve çocuğun dikkat ederseniz, huzursuz hâli yoktur. Her daim huzurdadır. Huzur mutluluktur. Ne zaman yaşı ilerler, o perdeler biraz daha artar, orayla irtibatını kestikten sonra da bir de bakarsınız ki, mahkeme duvarı gibi olmuş bir adam.
Şimdi buradan hareketle gelmek istediğim nokta şu; "eski Ramazan'lar" derken, bizim aslında çocukluk günümüzde henüz o heyecanı yaşadığımız, Allah'tan tam kopmadığımız ve her şeyde Allah'ı hatırladığımız o günleri kastediyoruz.
Zaman değişmedi aslında biz değiştik. Biz perdeleri o kadar kavi koyduk o kadar kalın koyduk ki, o duvarlar şeklinde aşmak da mümkün olmuyor...
Haa! O halde yapılacak olan iş nedir?
Bu mutluluğu, huzuru bulmak için evvela biz, kendimize bir dönmeliyiz. Çocukluğumuza bir dönmeliyiz. Yani o gün bize mutluluk veren ne komşumuzdu, ne toplumdu, ne arkadaştı. Biz, kendimize huzur mutluluk veriyorduk.
Yani çok farklı bir cevher böyle pır pır, pır pır uçardı insanın kalbi. Öyle değil mi?
Gözünü yumar, bir nur deryası Allah Allah! Çocuklukta oluyor bunlar. Niye? Henüz daha perdeler kavileşmemiş.
Haa! İşte o günün insanları da bu manevi terbiyeden, dini terbiyeden uzak olmadığından; gerek aile olarak, gerek komşu olarak, gerek dost olarak, arkadaş olarak o da aşağı yukarı senin emsalin duyguları yaşıyordu ve işte iki gönül bir olunca da samanlık seyran oluyor. Yani o tarz bir hayat vardı.
Bugün o noktaya gitmek istiyorsak yani o şekilde Ramazan diyorsak evvela o güne dönmemiz lazım. Yani, biz içimizde.
Şimdi diyeceksin ki: "Hocam bize diyecekler gerici." Bu manada desinler.
Biz içimizden içimize bir hicret etmeliyiz. Bir yolculuğa çıkmalıyız. Bir sefere çıkmalıyız. Geldiğimiz o dünyayı hatırlayıp oraları kurgulamalıyız.
O günler ne yapıyorduk? Mevlid dinlerdin, Kur'an dinlerdin. Yani, o gün dinlediğin mevlitle bugün dinlediğin Kur'an sanki o günkü Kur'ân, mevlid değil. Öyle değil mi?
Bu hali daha iyi anlayabilmek için bir misal vereceğim hemen hatırıma geldi.
Bakın insanın bu kalın duvarlarının kalktığı haller işte annesini, babasını, çocuğunu yakınlarından, çok yakınlarından birini kaybettiği anlardır.
O anlar, perdeler hakikaten kalkıyor. Mezar başındasınız imam efendi Kur'ân okuyor. Allah Allah! Ya bizim bu hoca bu kadar güzel Kur'ân okumazdı nerden çıktı bu?
Halbuki okunan Kur'ân aynı Kur'ân ama sen çok farklı iklimde onu seyrediyorsun, onu dinliyorsun.
Ben bunu rahmetlik kızımda yaşadım, rahmetlik babamda yaşadım, rahmetlik annemde yaşadım ve dedim "Allah Allah! Bu hocadan bu kadar böyle mükemmel Kur'ân ben dinlediğim yoktu."
Sonra kendi kendime murakabe yaparken, muhasebe yaparken ya değişen hoca değilmiş. O şartlar beni değiştirdi.
Biz perdenin çok aralandığı ama belki de çok o ıstıraptan, o hasretten yaklaştığımız Rabbimizin sanki o hafız, o hoca efendi vasıtasıyla güzel sesini duymaya başladık da ondan.
Haa! Bugün de yapılacak olan bundan farklı bir şey olmaması lazım. Bütün insanların bir iç olgunluğu seferine çıkması gerekiyor.
Zaten dinin gerçek manada insanın mutluluğa huzura kavuşturan yönü de bu tarafı. Yani her birimiz mutluluğu kendi dünyamızda yaşarız. Dış tabiatımız bunların hepsi hikâye. Hepsi hikâye!
Yani bunu derken "ya Hocam bunlara ihtiyacımız yok" manasında almayın. Huzur ve mutluluk saadet insanın kendi iç tabiatında yaşadığı bir sarayda duyduğu hallerdir. Oraya gideceğiz.
Haa! Dışın ne ehemmiyeti var? İç dünyan bozulmasın diye dış tabiatı da ona göre düzenleyeceksin. Bir bütün haline getireceksin.
Onun için ailenin burada rolü çok. Komşun mükemmel olmalı. Oradan koparmaması lazım seni, aile de koparmaması lazım. Arkadaş, dost da koparmaması lazım.
Böyle bir iklime girdiğin zaman işte geçmişteki Ramazan, şu andaki Ramazan olur. Oruç bugünkü, o geçmişteki oruç olur. Farklı bir iklimde farklı bir dünyada esasen olması gereken de bu, diyorum efendim." (Prof. Dr. Haydar Baş Ramazan sohbetlerinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.