Tarih defterinde öyle kayıtlar var, öyle dikkat çekici notlar var ki, insan okurken dudaklarını ısırmaktan geri duramıyor.
İşaret parmağı ferman sayılan, bakışları derman sayılan, öksürüğü ile muhataplarını titreten, yutkunması ile takipçilerine rahat bir nefes aldıran şahlara, padişahlara rastlıyoruz.
Sarayları dillere destan, debdebeleri, şaşaları, şöhretleri masallara konu olmuş hem şahıslar hem de medeniyetler yerle bir olmuş, sarayları yol olmuş, yaşadıkları debdebeli hayatları da gerçekten masal olmuş kalmışlar.
Saraylarını sel almış, şöhretlerini yel almış, varlıklarını da zaman öğütmüş un-ufak etmiş.
Günün şahları, günün padişahları, ya da özenenleri neden dönüp bir bakmazlar bu gerçek ve ibretlik hayat hikayelerine.
"Kârûn, Mûsâ'nın kavminden idi. Onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki anahtarlarını güçlü, kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: 'Şımarma! Bil ki Allah şımaranları sevmez.'
Allah'ın sana verdiğinden âhiret yurdunu iste ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana iyilik ettiği gibi, sen de iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.
Kârûn, 'Bu servet bana, ancak bendeki bir ilimden dolayı verilmiştir' demişti. Allah'ın ondan önce, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha çok olan nice nesilleri yok ettiğini bilmez mi? Suçluların suçları kendilerinden sorulmaz.
Kârûn, gösteriş içinde toplumun karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler, 'Keşke Kârûn'a verildiği gibi bize de verilse; doğrusu o, büyük bir şans sahibidir' demişlerdi.
Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: 'Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın sevabı/nimeti daha iyidir. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.'
Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah'a karşı ona yardım edebilecek yandaşları da yoktu; o, kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi.
Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler, 'Demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletiyor; dilediğine de daraltıyor. Şâyet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflah olmazmış' demeye başladılar." (Kasas: 76-82).
Demek ki neymiş marifet?
Karun servetiyle, sarayı ile yerin dibine battıktan sonra gerçeği ancak anlayıp da; "Vay! Demek ki inkarcılar iflah olmazmış" demek değil, daha batmadan önce, serveti ve şöhreti ile şımarıp milletin içinde caka sattığı yıllarda; "Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın sevabı/nimeti daha iyidir. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir" diyebilmek imiş.
Bu öngörü de ancak ilim sahibi olmakla mümkün olurmuş.
Servete, sermayeye hükmeden ve şımaranların prototipi Karun, siyasiler de Firavunların hayatlarını inceleyebilirler.
İbrahim Peygamber, ne malların ne de evladın hiç bir fayda sağlamayacağı bir günden söz ediyor ve oraya ancak "salim bir kalp" ile gelenlerin kurtuluşa ereceğini haber veriyor:
"O gün ne malın bir faydası olur, ne de evlâdın. Yalnızca Allah'ın huzuruna kötülükten korunmuş bir kalple çıkanlar (kurtulacaktır)!" (Şuara: 88-89).
Şimdi bir düşünelim, bir ömür fitne-fesat ile meşgul olup, ömür sermayesini böylece tüketenler o söz konusu güne "kötülükten korunmuş bir kalp" ile nasıl gidecektir?
Onun için diyoruz ki:
"Güvenme dünyada devlete vara
Ya sel alır ya yel alır götürür."
İşaret parmağı ferman sayılan, bakışları derman sayılan, öksürüğü ile muhataplarını titreten, yutkunması ile takipçilerine rahat bir nefes aldıran şahlara, padişahlara rastlıyoruz.
Sarayları dillere destan, debdebeleri, şaşaları, şöhretleri masallara konu olmuş hem şahıslar hem de medeniyetler yerle bir olmuş, sarayları yol olmuş, yaşadıkları debdebeli hayatları da gerçekten masal olmuş kalmışlar.
Saraylarını sel almış, şöhretlerini yel almış, varlıklarını da zaman öğütmüş un-ufak etmiş.
Günün şahları, günün padişahları, ya da özenenleri neden dönüp bir bakmazlar bu gerçek ve ibretlik hayat hikayelerine.
"Kârûn, Mûsâ'nın kavminden idi. Onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki anahtarlarını güçlü, kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: 'Şımarma! Bil ki Allah şımaranları sevmez.'
Allah'ın sana verdiğinden âhiret yurdunu iste ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana iyilik ettiği gibi, sen de iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.
Kârûn, 'Bu servet bana, ancak bendeki bir ilimden dolayı verilmiştir' demişti. Allah'ın ondan önce, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha çok olan nice nesilleri yok ettiğini bilmez mi? Suçluların suçları kendilerinden sorulmaz.
Kârûn, gösteriş içinde toplumun karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler, 'Keşke Kârûn'a verildiği gibi bize de verilse; doğrusu o, büyük bir şans sahibidir' demişlerdi.
Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: 'Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın sevabı/nimeti daha iyidir. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.'
Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah'a karşı ona yardım edebilecek yandaşları da yoktu; o, kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi.
Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler, 'Demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletiyor; dilediğine de daraltıyor. Şâyet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflah olmazmış' demeye başladılar." (Kasas: 76-82).
Demek ki neymiş marifet?
Karun servetiyle, sarayı ile yerin dibine battıktan sonra gerçeği ancak anlayıp da; "Vay! Demek ki inkarcılar iflah olmazmış" demek değil, daha batmadan önce, serveti ve şöhreti ile şımarıp milletin içinde caka sattığı yıllarda; "Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın sevabı/nimeti daha iyidir. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir" diyebilmek imiş.
Bu öngörü de ancak ilim sahibi olmakla mümkün olurmuş.
Servete, sermayeye hükmeden ve şımaranların prototipi Karun, siyasiler de Firavunların hayatlarını inceleyebilirler.
İbrahim Peygamber, ne malların ne de evladın hiç bir fayda sağlamayacağı bir günden söz ediyor ve oraya ancak "salim bir kalp" ile gelenlerin kurtuluşa ereceğini haber veriyor:
"O gün ne malın bir faydası olur, ne de evlâdın. Yalnızca Allah'ın huzuruna kötülükten korunmuş bir kalple çıkanlar (kurtulacaktır)!" (Şuara: 88-89).
Şimdi bir düşünelim, bir ömür fitne-fesat ile meşgul olup, ömür sermayesini böylece tüketenler o söz konusu güne "kötülükten korunmuş bir kalp" ile nasıl gidecektir?
Onun için diyoruz ki:
"Güvenme dünyada devlete vara
Ya sel alır ya yel alır götürür."
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Tuttuğumuz oruç bizi tutamıyorsa… / 06.03.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Tuttuğumuz oruç bizi tutamıyorsa… / 06.03.2025