Şâh-ı A'la Hazretleri
Nihayet birgün beni hususi odasına çağırdı ve; "Baba! On dört hanedandan bana ulaşan nimetleri sana verdim. Sana izin veriyorum. Memleketine git ve insanlara bu büyüklerin yolunu, İslamiyetin yüksek bilgilerini anlat. Bugün üçüncü gündür ki, büyük dedeniz Kutb-i Rabbani Celaleddin Kebir-ul-evliya devamlı rüyamda bana buyuruyor ki: "Torunumuzu çabuk gönder. Zira benim yerim, onsuz boş kalmıştır." "Yerin boşluğu'nun manası nedir diye hayret ettim. Sonra hazret, hususi hırka, hilafet ve ayrıca baston ve tesbih verdi. Agra'ya geldiğimde, işittim ki, yüksek babam, Burhan-ül atkıya Nizamüddin Pani-püti vefat etmiş. Anladım ki, boş yer buna işaret idi. Pani-püt'e geldim. Babamdan kalan piranın (büyüklerin) emanetini buldum. Yerine geçip vekili oldum. Onların arzu ettikleri şekilde hizmete devam ettim.
Eski günlerimde Muhammed Mevdüd'un türbesine benzer bir hücrede beş gün kaldım. Hiçbirşey yemedim, içmedim. Hatırıma geldi ki, gaibden birşey gelmedikçe kendim birşey yemiyeceğim. Dermansız kaldım. Ayağa kalkıp yürüyecek takatım kalmadı. Gözlerim kararmaya başladı. Aniden hücrenin dışından bir ses kulağıma geldi. "A'lâ, dışarı gel" diyordu. O sözden kuvvet alıp, zorla dışarı çıktım. Gördüm ki, nur yüzlü bir zat karşımda duruyordu. elinde de beyaz bir şey vardı. Yanıma geldi. Elinde bulunan beyaz şeyi parça parça yapıp, hepsini bana yedirdi. Ekmek gibi bir şeydi. Fakat rengi ve tadı ekmeğe benzemiyordu. O zat birşey söylemeden gitti. Biraz ileride kayboldu. Müşkillerimi ondan sormadığıma üzüldüm. O gece aynı zatı rüyada gördüm. Soracaklarımı sordum ve cevaplarını aldım.
Abdüsselam Efendi, bir sohbet meclisinde bulunuyordu. Şehrin ve civarın ileri gelenleri de oradaydı. Mirza Muhammed Sakin de onun yakınında oturmuş biriyle konuşuyordu. Bir ara; "Bu gün hakiki bir evliya yoktur" dedi. Abdüsselam bunu duydu ve; "Ne dedin?" buyurdu. Mirza ister istemez tekrar söyledi. Tekrar buyurdu ki: "Bu sözden tövbe et! Sakın bundan sonra da kalbinden böyle bir şey geçirme! Zira alemin ayakta durması evliya iledir. Onlar olmazsa, bütün dünya altüst olur." Mirza; "Abdüsselam doğru söylüyor. Bu fakir bunu inkar etmiyorum. Lakin görünüşe göre, böyle birisi yoktur" dedi. Abdüsselam sükût etti. Mirza o anda yere düştü ve yuvarlanmaya başladı. Oradakiler Mirza'yı kaldırıp götürdüler. Sabah erken Mirza tövbe ve tam bir muhabbet ile hazretin huzuruna geldi ve özür diledi. Abdüsselam Efendi, ona şefkatle muamele etti ve buyurdu ki: "Rahat ol, bundan sonra evliya için uygunsuz söz, sakın söyleme! Eğer dalgınlıkla ağzından yardım iste!"
Nihayet birgün beni hususi odasına çağırdı ve; "Baba! On dört hanedandan bana ulaşan nimetleri sana verdim. Sana izin veriyorum. Memleketine git ve insanlara bu büyüklerin yolunu, İslamiyetin yüksek bilgilerini anlat. Bugün üçüncü gündür ki, büyük dedeniz Kutb-i Rabbani Celaleddin Kebir-ul-evliya devamlı rüyamda bana buyuruyor ki: "Torunumuzu çabuk gönder. Zira benim yerim, onsuz boş kalmıştır." "Yerin boşluğu'nun manası nedir diye hayret ettim. Sonra hazret, hususi hırka, hilafet ve ayrıca baston ve tesbih verdi. Agra'ya geldiğimde, işittim ki, yüksek babam, Burhan-ül atkıya Nizamüddin Pani-püti vefat etmiş. Anladım ki, boş yer buna işaret idi. Pani-püt'e geldim. Babamdan kalan piranın (büyüklerin) emanetini buldum. Yerine geçip vekili oldum. Onların arzu ettikleri şekilde hizmete devam ettim.
Eski günlerimde Muhammed Mevdüd'un türbesine benzer bir hücrede beş gün kaldım. Hiçbirşey yemedim, içmedim. Hatırıma geldi ki, gaibden birşey gelmedikçe kendim birşey yemiyeceğim. Dermansız kaldım. Ayağa kalkıp yürüyecek takatım kalmadı. Gözlerim kararmaya başladı. Aniden hücrenin dışından bir ses kulağıma geldi. "A'lâ, dışarı gel" diyordu. O sözden kuvvet alıp, zorla dışarı çıktım. Gördüm ki, nur yüzlü bir zat karşımda duruyordu. elinde de beyaz bir şey vardı. Yanıma geldi. Elinde bulunan beyaz şeyi parça parça yapıp, hepsini bana yedirdi. Ekmek gibi bir şeydi. Fakat rengi ve tadı ekmeğe benzemiyordu. O zat birşey söylemeden gitti. Biraz ileride kayboldu. Müşkillerimi ondan sormadığıma üzüldüm. O gece aynı zatı rüyada gördüm. Soracaklarımı sordum ve cevaplarını aldım.
Abdüsselam Efendi, bir sohbet meclisinde bulunuyordu. Şehrin ve civarın ileri gelenleri de oradaydı. Mirza Muhammed Sakin de onun yakınında oturmuş biriyle konuşuyordu. Bir ara; "Bu gün hakiki bir evliya yoktur" dedi. Abdüsselam bunu duydu ve; "Ne dedin?" buyurdu. Mirza ister istemez tekrar söyledi. Tekrar buyurdu ki: "Bu sözden tövbe et! Sakın bundan sonra da kalbinden böyle bir şey geçirme! Zira alemin ayakta durması evliya iledir. Onlar olmazsa, bütün dünya altüst olur." Mirza; "Abdüsselam doğru söylüyor. Bu fakir bunu inkar etmiyorum. Lakin görünüşe göre, böyle birisi yoktur" dedi. Abdüsselam sükût etti. Mirza o anda yere düştü ve yuvarlanmaya başladı. Oradakiler Mirza'yı kaldırıp götürdüler. Sabah erken Mirza tövbe ve tam bir muhabbet ile hazretin huzuruna geldi ve özür diledi. Abdüsselam Efendi, ona şefkatle muamele etti ve buyurdu ki: "Rahat ol, bundan sonra evliya için uygunsuz söz, sakın söyleme! Eğer dalgınlıkla ağzından yardım iste!"