Molla Câmî
Mevlânâ Abdurrahmân, Sadüddîn-i Kaşgârî'nin halifesi, vekîli olduğu hâlde, önceleri tasavvuf edeblerini başkalarına bildirmekten çekinirdi. "Hocalık yükü çok ağırdır. Bu yüke tahammül edemem" der ve bu ilmi öğrenmekte çok ısrar edenlere yardımcı olurdu. "Tâlib çok, fakat hakiki sâdık olanlar çok az..." buyururdu.
Molla Câmî'nin sohbetinde bulunanlar, gam ve kederlerini unuturlar, neşe ve ferahlık duyarlardı.
Sultanlara, vezirlere, vâlilere ve devlet büyüklerine yazdığı mektuplarda; onlara dâima iyiliği, hayrı, adâleti, halka şefkatle muâmeleyi tavsiye ederdi.
Hindistan'da Timûroğulları devletinin kurucusu olan Bâbûr Şah, Molla Câmî hakkında; "Zamânında, zâhiri ve mânevi ilimlerde onun gibisi yetişmemiş gibidir. Onun övülmeye ihtiyâcı yoktur. Ancak adını anmak, bizim için kurtuluşa vesîledir" derdi.
Mevlânâ Abdurrahmân Câmî, şöhret ve îtibâr kazanmaktan kaçardı. Halkın övmesine ve yermesine ehemmiyet vermezdi. Dâimâ namazda oturur gibi oturur; Hakka ve halka karşı hürmet göstermek yönünden böyle oturmayı tercih ederdi. Çok defâ kuru toprak üzerinde otururdu. Meclisine gelenler gam ve kederlerini unuturlar, neşe ve farahlık duyarlardı. Sofrasında misâfirsiz yemek yemez, hizmetini görenlerle berâber yemek yemekten zevk alırdı. Kendi ihtiyacından fazlasını hayır işlerine sarfeder, ilim talebelerinin ihtiyaçlarını görürdü. Herat'ta ve Hıyâbanse, Câm şehrinde de bir câmi yaptırdı.
Mevlânâ Abdurrahmân Câmî, bir defâ okuduğu kitabı hiç unutmazdı. Onun için de bir daha bakma durumu olmazdı. Dünyâya meyletmez, âhiret hayâtına hazırlıkla meşgûl olurdu. Yatsı namazını kıldıktan sonra, bir saat kadar cemâatle sohbet ederdi. Sonra Allahü teâlânın zikri ile meşgûl olur, namaz kılar, Kur'an-ı Kerîm okumakla vakitlerini değerlendirirdi. En fazla uykusu, gecenin üçte birinden az olurdu. Geri kalan zamânını ibâdet etmekle geçirirdi. Sabah namazından sonra, işrâk vaktine kadar Cenâb-ı Hakk'ın yarattıkları hakkında tefekkür, murâkabe ederdi. Öğleye kadar eser yazma, kitap mütâlaası üzerinde durur, öğleden sonra talebeleriyle meşgûl olurdu.
Molla Câmî, Ehl-i Beyt'e ve ashâb-ı kirâma aşık idi. Onlara kötü gözle bakanlara, uygun olmayan sözler sarfedenlere derhal cevaplarını verir ve sustururdu. Bu sebeble ashab-ı kirâm düşmanlarıyla hiç uyuşamadı ve onların dâima tenkidlerine mâruz kaldı. Silsilet-üz-Zehheb ismindeki kitabında, îtikâdnâme başlığı ile ehl-i sünnet îtikâdname başlığı ile ehl-i sünnet îtikâdını, otuz bahiste ve çok güzel bir üslûp ile anlattı.
Mevlânâ Abdurrahmân, Sadüddîn-i Kaşgârî'nin halifesi, vekîli olduğu hâlde, önceleri tasavvuf edeblerini başkalarına bildirmekten çekinirdi. "Hocalık yükü çok ağırdır. Bu yüke tahammül edemem" der ve bu ilmi öğrenmekte çok ısrar edenlere yardımcı olurdu. "Tâlib çok, fakat hakiki sâdık olanlar çok az..." buyururdu.
Molla Câmî'nin sohbetinde bulunanlar, gam ve kederlerini unuturlar, neşe ve ferahlık duyarlardı.
Sultanlara, vezirlere, vâlilere ve devlet büyüklerine yazdığı mektuplarda; onlara dâima iyiliği, hayrı, adâleti, halka şefkatle muâmeleyi tavsiye ederdi.
Hindistan'da Timûroğulları devletinin kurucusu olan Bâbûr Şah, Molla Câmî hakkında; "Zamânında, zâhiri ve mânevi ilimlerde onun gibisi yetişmemiş gibidir. Onun övülmeye ihtiyâcı yoktur. Ancak adını anmak, bizim için kurtuluşa vesîledir" derdi.
Mevlânâ Abdurrahmân Câmî, şöhret ve îtibâr kazanmaktan kaçardı. Halkın övmesine ve yermesine ehemmiyet vermezdi. Dâimâ namazda oturur gibi oturur; Hakka ve halka karşı hürmet göstermek yönünden böyle oturmayı tercih ederdi. Çok defâ kuru toprak üzerinde otururdu. Meclisine gelenler gam ve kederlerini unuturlar, neşe ve farahlık duyarlardı. Sofrasında misâfirsiz yemek yemez, hizmetini görenlerle berâber yemek yemekten zevk alırdı. Kendi ihtiyacından fazlasını hayır işlerine sarfeder, ilim talebelerinin ihtiyaçlarını görürdü. Herat'ta ve Hıyâbanse, Câm şehrinde de bir câmi yaptırdı.
Mevlânâ Abdurrahmân Câmî, bir defâ okuduğu kitabı hiç unutmazdı. Onun için de bir daha bakma durumu olmazdı. Dünyâya meyletmez, âhiret hayâtına hazırlıkla meşgûl olurdu. Yatsı namazını kıldıktan sonra, bir saat kadar cemâatle sohbet ederdi. Sonra Allahü teâlânın zikri ile meşgûl olur, namaz kılar, Kur'an-ı Kerîm okumakla vakitlerini değerlendirirdi. En fazla uykusu, gecenin üçte birinden az olurdu. Geri kalan zamânını ibâdet etmekle geçirirdi. Sabah namazından sonra, işrâk vaktine kadar Cenâb-ı Hakk'ın yarattıkları hakkında tefekkür, murâkabe ederdi. Öğleye kadar eser yazma, kitap mütâlaası üzerinde durur, öğleden sonra talebeleriyle meşgûl olurdu.
Molla Câmî, Ehl-i Beyt'e ve ashâb-ı kirâma aşık idi. Onlara kötü gözle bakanlara, uygun olmayan sözler sarfedenlere derhal cevaplarını verir ve sustururdu. Bu sebeble ashab-ı kirâm düşmanlarıyla hiç uyuşamadı ve onların dâima tenkidlerine mâruz kaldı. Silsilet-üz-Zehheb ismindeki kitabında, îtikâdnâme başlığı ile ehl-i sünnet îtikâdname başlığı ile ehl-i sünnet îtikâdını, otuz bahiste ve çok güzel bir üslûp ile anlattı.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.