Fenâ F’illah
Ruhun, bekâ âlemine ulaşması demektir. Nefsi terbiye etmenin, Allah’a vuslat etmenin son merhalesidir
04.12.2024 08:38:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Ruhun, bekâ âlemine ulaşması demektir. Nefsi terbiye etmenin, Allah'a vuslat etmenin son merhalesidir. Ölmeden önce Hakk'a vâsıl olmanın ifadesidir. Kulluğun zirvesi ve en mesut neticesidir. Bu hâl,hâl ehli tarafından sözden ziyade hâl ile yaşanır ve lezzeti tadılır.
Kulluk yolunda Allah'a vâsıl olabilmek için nefsin terbiye ve tezkiyesi bu üç kademede gerçekleşirken, insan nefsi bazı makamlardan geçerek kemâle doğru seyreder.
Başka bir ifade ile, nefis menfi vasıflarından ayıklanır, müspet vasıflara sahip olur. Nefis Allah'a vuslata layık hâle gelince "ruh" adını alır. Bunun Kur'ân'daki ifadesi "nefs-i mutmainne"dir.
Nefsin bu seyr ü sülûk olayında başlıca yedi mertebesi vardır. Emmare, levvame, mülhime, mutmainne, raziyye, merziyye, kâmile yahut safiye. Her bir mertebenin hâl ve alametleri, zaruret ve gerekleri vardır.
Cihad-ı ekber, mücahade diye de adlandırılan bu zorlu mücadele herşeyden evvel nefsi inkâr ve ona muhâlefetle başlar ve sonuna kadar bu mânâ ve mahiyetle devam eder.
"Geylani Tefsiri" adlı eserde, Yâsin Sûresi'nin tefsirinde, sûrenin hâtimesi bölümünde şöyle yazar:
"Ey kâinatın, zerrelerin vahdet-i zâtiyyeye rücû edişinin keyfiyeti üzerinde derin derin düşünen sâlik! Allah-u Teâlâ seninle hakikat arasında engel olan yolları senin basiret gözünden kaldırsın. Perdeleri kaldırmada ve illetleri yok etmede yâr ve yardımcın olsun. Burada sana düşen vazife şudur:
Bâtınını Hakk'tan başkasına meyletmekten kesinlikle temizlemelisin. Öyle ki, bâtının, yani iç âlemin sadece ve sadece Hakk'ın muhabbeti ile dolmalıdır. Bu muhabbet kendi havâtırın/düşüncelerin ve nefsinin fısıltılarını duymayacak kadar senin bâtınına iyice işlemelidir, yerleşmelidir.
Daha sonra bu hâl bâtınından zâhirine sirâyet edip geçmeli, seni bütün isteklerinden, bütün zevklerinden, uzuvlarının ve bedenî kuvvetinin bütün hazlarından alıkoymalıdır. Zâhirin ve bâtının böylece o muhabbetle dolup taşmalıdır.
İşte o zaman Cenâb-ı Hakk'tan başkasına asla iltifat etmez, yönelmezsin. O Kerim olan Zâtın vechini mütalaada müstağrak, hayran ve kendinden geçmiş bir hâle gelirsin.
Bu hâle ulaştıktan sonra Cenâb-ı Hakk seni senden alır, seni sana unutturur ve O'nda kaybolursun, O'nda fâni olursun. İşte o zaman, bütün resimlerinin, bütün şekillerinin, bütün sıfatlarının eserleri ve izleri Allah'ta fâni olup yok olduktan sonra, kabiliyet lisânın ile şöyle söylemeyi hak edersin: 'Biz, Allah içiniz ve yine O'na döneceğiz.'
'Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah'ın şânı ne kadar yücedir! Siz de O'na döneceksiniz.'" (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Kulluk yolunda Allah'a vâsıl olabilmek için nefsin terbiye ve tezkiyesi bu üç kademede gerçekleşirken, insan nefsi bazı makamlardan geçerek kemâle doğru seyreder.
Başka bir ifade ile, nefis menfi vasıflarından ayıklanır, müspet vasıflara sahip olur. Nefis Allah'a vuslata layık hâle gelince "ruh" adını alır. Bunun Kur'ân'daki ifadesi "nefs-i mutmainne"dir.
Nefsin bu seyr ü sülûk olayında başlıca yedi mertebesi vardır. Emmare, levvame, mülhime, mutmainne, raziyye, merziyye, kâmile yahut safiye. Her bir mertebenin hâl ve alametleri, zaruret ve gerekleri vardır.
Cihad-ı ekber, mücahade diye de adlandırılan bu zorlu mücadele herşeyden evvel nefsi inkâr ve ona muhâlefetle başlar ve sonuna kadar bu mânâ ve mahiyetle devam eder.
"Geylani Tefsiri" adlı eserde, Yâsin Sûresi'nin tefsirinde, sûrenin hâtimesi bölümünde şöyle yazar:
"Ey kâinatın, zerrelerin vahdet-i zâtiyyeye rücû edişinin keyfiyeti üzerinde derin derin düşünen sâlik! Allah-u Teâlâ seninle hakikat arasında engel olan yolları senin basiret gözünden kaldırsın. Perdeleri kaldırmada ve illetleri yok etmede yâr ve yardımcın olsun. Burada sana düşen vazife şudur:
Bâtınını Hakk'tan başkasına meyletmekten kesinlikle temizlemelisin. Öyle ki, bâtının, yani iç âlemin sadece ve sadece Hakk'ın muhabbeti ile dolmalıdır. Bu muhabbet kendi havâtırın/düşüncelerin ve nefsinin fısıltılarını duymayacak kadar senin bâtınına iyice işlemelidir, yerleşmelidir.
Daha sonra bu hâl bâtınından zâhirine sirâyet edip geçmeli, seni bütün isteklerinden, bütün zevklerinden, uzuvlarının ve bedenî kuvvetinin bütün hazlarından alıkoymalıdır. Zâhirin ve bâtının böylece o muhabbetle dolup taşmalıdır.
İşte o zaman Cenâb-ı Hakk'tan başkasına asla iltifat etmez, yönelmezsin. O Kerim olan Zâtın vechini mütalaada müstağrak, hayran ve kendinden geçmiş bir hâle gelirsin.
Bu hâle ulaştıktan sonra Cenâb-ı Hakk seni senden alır, seni sana unutturur ve O'nda kaybolursun, O'nda fâni olursun. İşte o zaman, bütün resimlerinin, bütün şekillerinin, bütün sıfatlarının eserleri ve izleri Allah'ta fâni olup yok olduktan sonra, kabiliyet lisânın ile şöyle söylemeyi hak edersin: 'Biz, Allah içiniz ve yine O'na döneceğiz.'
'Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah'ın şânı ne kadar yücedir! Siz de O'na döneceksiniz.'" (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)