Dünya sellerle, fırtınalarla, depremlerle, aşırı sıcaklıklarla, buzulların erimesiyle ve ismini sayamadığımız pekçok doğal felaketle kıyasıya bir macadele veriyor.
Hemen hepimiz Japonya'nın hergün beşik gibi depremlerle sallandığını duyuyor, okuyor ve izliyoruz.
Buzulların erimesi durumunda Kuzey Avrupa ülkeleri başta olmak üzere bütün Avrupa'nın büyük su baskınlarıyla karşı karşıya kalacağını düşünmeden edemiyoruz.
Avrupalılar her gün yaptıkları toplantılarla ve brifinglerle bu ortak soruna çözüm arıyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nin sahil kentlerini sular seller alıyor. Kıyı akıntılarının rejim değiştirdiği ve hortumların şiddetini artırdığı Amerikan şehirlerinde hummalı bir çalışma var.
Orta ve Latin Amerika ülkelerinin en büyük korkusu da tayfun.
Mafya ve yolsuzlukla sıkı bir mücadele içerisinde olan Güney Amerika ülkeleri aynı mücadeleyi doğal şiddete karşı da veriyorlar.
Haiti'de yüzlerce sivil sular altında yaşamını yitirdi.
Afrika ülkelerindeki durum ise malum.
Orta ve Güney Afrika'da AIDS her gün binlerce can alıyor. Açlıktan göbekleri kuruyan insanlar aşırı sıcaklardan ölüyor.
Kabile çatışmaları da bu rakamı artırıyor.
Yetersiz gıda ve doğal kaynakların azlığı ölüm bilançosunun daha da kabarmasına neden oluyor.
Uzak ve Güney Asya'da da aşırı aşırı rüzgar ve musonlar insanların göç etmesine neden oluyor.
Yerel şiddet de eklenince Hindistan'dan Pakistan ve Endonezya'ya kadar sınır bölgelerinde ölümler kaçınılmaz oluyor.
Kafkaslar, Ortadoğu ve Balkanlar'da ise daha farklı bir mücadele var.
Biraz düşününce,'' Dünyanın artan nüfusunu azaltmak için bir mücadele mi var?" demekten kendinizi alamıyorsunuz.
Kafkaslar'da ve Yakındoğu'da doğal şiddet olarak en fazla depremin etkisi görülüyor.
Türkiye ve İran da bu fay hattında.
Ama asıl mücadele doğal değil, siyasal eksende sürüyor.
Kan ve gözyaşının silinmediği bu alanlarda insanlar ölüyor/öldürülüyor...
Dünyanın geleceği, yaşam alanının nasıl olacağı bilinmiyor.
Dünya kirleniyor, kirletiliyor
Sıcaklar kavuruyor,
Sular seller her yanı kaplıyor
Fırtına rüzgar insanoğlunu savuruyor
Depremler bizleri sallıyor
Kimi bu felaketlerden ders alıyor
Kimileri ise bu ortamı fırsat kollayarak diğer insan ya da ülkelerle savaşa tutuşuyor.
Dünyamızın geleceği belirsizliğini korurken,
insanoğlunu korkunç bir son bekliyor.
Sona doğru giderken sonlanan hayatların hesabını vermek de ağır olacak.
Yerküremiz büyük bir felaketin eşiğinde iken felaket senaryolarıyla kan içenleri nasıl unutacaksınız?
Hemen hepimiz Japonya'nın hergün beşik gibi depremlerle sallandığını duyuyor, okuyor ve izliyoruz.
Buzulların erimesi durumunda Kuzey Avrupa ülkeleri başta olmak üzere bütün Avrupa'nın büyük su baskınlarıyla karşı karşıya kalacağını düşünmeden edemiyoruz.
Avrupalılar her gün yaptıkları toplantılarla ve brifinglerle bu ortak soruna çözüm arıyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nin sahil kentlerini sular seller alıyor. Kıyı akıntılarının rejim değiştirdiği ve hortumların şiddetini artırdığı Amerikan şehirlerinde hummalı bir çalışma var.
Orta ve Latin Amerika ülkelerinin en büyük korkusu da tayfun.
Mafya ve yolsuzlukla sıkı bir mücadele içerisinde olan Güney Amerika ülkeleri aynı mücadeleyi doğal şiddete karşı da veriyorlar.
Haiti'de yüzlerce sivil sular altında yaşamını yitirdi.
Afrika ülkelerindeki durum ise malum.
Orta ve Güney Afrika'da AIDS her gün binlerce can alıyor. Açlıktan göbekleri kuruyan insanlar aşırı sıcaklardan ölüyor.
Kabile çatışmaları da bu rakamı artırıyor.
Yetersiz gıda ve doğal kaynakların azlığı ölüm bilançosunun daha da kabarmasına neden oluyor.
Uzak ve Güney Asya'da da aşırı aşırı rüzgar ve musonlar insanların göç etmesine neden oluyor.
Yerel şiddet de eklenince Hindistan'dan Pakistan ve Endonezya'ya kadar sınır bölgelerinde ölümler kaçınılmaz oluyor.
Kafkaslar, Ortadoğu ve Balkanlar'da ise daha farklı bir mücadele var.
Biraz düşününce,'' Dünyanın artan nüfusunu azaltmak için bir mücadele mi var?" demekten kendinizi alamıyorsunuz.
Kafkaslar'da ve Yakındoğu'da doğal şiddet olarak en fazla depremin etkisi görülüyor.
Türkiye ve İran da bu fay hattında.
Ama asıl mücadele doğal değil, siyasal eksende sürüyor.
Kan ve gözyaşının silinmediği bu alanlarda insanlar ölüyor/öldürülüyor...
Dünyanın geleceği, yaşam alanının nasıl olacağı bilinmiyor.
Dünya kirleniyor, kirletiliyor
Sıcaklar kavuruyor,
Sular seller her yanı kaplıyor
Fırtına rüzgar insanoğlunu savuruyor
Depremler bizleri sallıyor
Kimi bu felaketlerden ders alıyor
Kimileri ise bu ortamı fırsat kollayarak diğer insan ya da ülkelerle savaşa tutuşuyor.
Dünyamızın geleceği belirsizliğini korurken,
insanoğlunu korkunç bir son bekliyor.
Sona doğru giderken sonlanan hayatların hesabını vermek de ağır olacak.
Yerküremiz büyük bir felaketin eşiğinde iken felaket senaryolarıyla kan içenleri nasıl unutacaksınız?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Cevat Kışlalı / diğer yazıları
- Suikastın geri planı / 09.05.2006
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005