Hey gidi günler hey!
Eskiden herkes minderlerde halka şeklinde yemek yer, sofralar alçak olarak açılır-kapanır geniş bir iskemle üzerine konurdu. Bu siniler sarı pirinç veya bakırdandı. Herkese ayrı bir peçete yoktu. "Peşkir" denen bir bez kullanılırdı. Dokumadan, metrelerle kesilen bu bezi, ulema ve herkes dizi üzerine koyardı. Hizmetçilerin bunu herkesin dizine tesadüf ettirmek suretiyle atmaları bir hüner sayılırdı.
Ramazanda Akşam ezanına ve topa bir kaç dakika kalarak sofra başına gitmek iftar şartları cümlesindendi. Misafirler sofranın etrafında altlarındaki minderlere oturarak yer alırlar. Hiç konuşma ve fısıldaşma bile yoktur. Herkes adeta birbirine küsmüş gibidir ve kimsenin yüzü de o kadar gülmez.
Lakin sini üzerinde susamlı simitler, bademli çörekler, ve kazan yağlıları misk gibi kokar ve nöbet bunları temaşadadır. Bunlar içinde herkesin imrendiği olacaktır. Çok acıkmış olanların sabır ve tahammüllerinin tükendiğini, kimi saatine bakarak, kimi gözlerini kapayıp mürakabeye dalarak ifade etmeğe çalışır.
Top atılınca oruçlar açılır. O mükellef iftariyeye bir hücumdur başlar. Çorbalar, yumurtalar, etler, börekler, tatlılar, birbiri ardına gelir.
İstanbul yaşayışının bir an'anesi olarak Ramazanlarda yemeklerin çeşitli ve bol olması misafirlerin i'zâz ve ikram derecesine bir nevi mikyas sayılır. Nazırlar, devlet ricali ve zenginlerin konaklarının ekserisinde yemeğe ara verilmek usûlü kabul edildiğinden iftara bir kaç dakika kala hazır bulunanların önüne ufak tepsilerde reçel, peynirler, zeytin, bir iki ufak kâse de çorba konur. Oruç bu iftarla bozulur, acil ihtiyacı olanlarsıkıntılarını eda ederlerdi.
Akşam namazları cemaatle kılınırdı.Daha sonra, hazirûn, türlü türlü çerez ve yemeklerle kaplı yer sofralarının önüne diz çöküp otururlar. Mutlaka giyinmiş iç ağaları hizmet ederdi.
Bazen yemekten sonra evlerde öd ve anber de yakılarak her tarafı kokular kaplarmış.
Eskiden herkes minderlerde halka şeklinde yemek yer, sofralar alçak olarak açılır-kapanır geniş bir iskemle üzerine konurdu. Bu siniler sarı pirinç veya bakırdandı. Herkese ayrı bir peçete yoktu. "Peşkir" denen bir bez kullanılırdı. Dokumadan, metrelerle kesilen bu bezi, ulema ve herkes dizi üzerine koyardı. Hizmetçilerin bunu herkesin dizine tesadüf ettirmek suretiyle atmaları bir hüner sayılırdı.
Ramazanda Akşam ezanına ve topa bir kaç dakika kalarak sofra başına gitmek iftar şartları cümlesindendi. Misafirler sofranın etrafında altlarındaki minderlere oturarak yer alırlar. Hiç konuşma ve fısıldaşma bile yoktur. Herkes adeta birbirine küsmüş gibidir ve kimsenin yüzü de o kadar gülmez.
Lakin sini üzerinde susamlı simitler, bademli çörekler, ve kazan yağlıları misk gibi kokar ve nöbet bunları temaşadadır. Bunlar içinde herkesin imrendiği olacaktır. Çok acıkmış olanların sabır ve tahammüllerinin tükendiğini, kimi saatine bakarak, kimi gözlerini kapayıp mürakabeye dalarak ifade etmeğe çalışır.
Top atılınca oruçlar açılır. O mükellef iftariyeye bir hücumdur başlar. Çorbalar, yumurtalar, etler, börekler, tatlılar, birbiri ardına gelir.
İstanbul yaşayışının bir an'anesi olarak Ramazanlarda yemeklerin çeşitli ve bol olması misafirlerin i'zâz ve ikram derecesine bir nevi mikyas sayılır. Nazırlar, devlet ricali ve zenginlerin konaklarının ekserisinde yemeğe ara verilmek usûlü kabul edildiğinden iftara bir kaç dakika kala hazır bulunanların önüne ufak tepsilerde reçel, peynirler, zeytin, bir iki ufak kâse de çorba konur. Oruç bu iftarla bozulur, acil ihtiyacı olanlarsıkıntılarını eda ederlerdi.
Akşam namazları cemaatle kılınırdı.Daha sonra, hazirûn, türlü türlü çerez ve yemeklerle kaplı yer sofralarının önüne diz çöküp otururlar. Mutlaka giyinmiş iç ağaları hizmet ederdi.
Bazen yemekten sonra evlerde öd ve anber de yakılarak her tarafı kokular kaplarmış.