"Gerek göklerde ve gerekse yerde zerre kadar bir şey bile, O'nun bilgisi dışında değildir" (Yunus: 61).
Alfred Weber, Doğunun Batı üzerinde ilim ve düşünce alanlarında iki defa kesin etkide bulunduğunu itiraf etmektedir. Bunlardan birisi Doğu hikmetinin Mısır üzerinden Pisagor ve Thales gibi filozoflar kanalıyla geçmesidir. Mısır'daki hikmet ise Süleyman (a.s)'a dayanır.
Fakat temeli vahiy olan bu bilgi Antik Yunana varınca içerik değiştirir. Hikmet Doğuda dinî bir form içerisinde ve bizatihi amaç niteliğindeyken, çok tanrılı Yunan'da bir sürü tanrının etkisini kırmaya ve onları varlık dünyasında geçersizleştirmeye yarayan bir araç durumundadır. (Din Felsefe/Akıl-Vahiy İlişkisi, Ali Bulaç).
Böylelikle Batıda din-bilim çatışmasının temelleri atılmış olur. "Bilginin kaynağı" Şark'ın hayatı bir küll (bütün) olarak algılayan yaşam tarzı sayesinde böyle bir derdi hiç olmayacaktır.
Doğudan Batıya ikinci hikmet hareketi ise 9. yüzyıldan itibaren Sicilya ve İspanya (Endülüs) üzerinden oluşacaktır. Öyle ki zaman içerisinde Batı Avrupa'da yaygınlaşan nesir tarzında yazılmış "Fabl" denen ibretli hayvan hikayeleri, masallar, ahlakî ve hikmetli konuların ele alındığı kısa hikayeler Endülüs'ten beslenmekteydi. Kelile ve Dimne türü Arapça eserlerde geçen bu ilginç fabllar Kastilya ve Leon Kralına sunulmak üzerine önce İspanyolca'ya sonra da Latince'ye çevrilmiştir. La Fontain de bu eserlerden geniş ölçüde yararlandığını itiraf etmektedir. "Don Kişot"un yazarı Cervantes'in Cezayir'de bir süre hapis hayatı yaşarken Arapça yazılmış eski bir hikaye kitabından yararlanarak ünlü eserini yazdığı bugün artık bilinmektedir. (Endülüs Edebiyatında Orijinallik Meselesi, Dr. Mustafa Aydın).
Edebiyattaki bu durum felsefede de devam eder. St. Thomas'ın Farabi'den, Roger Bacon'un Razi ve İbn Heysem'den, Spinoza'nın İmam-ı Gazali'den aldıkları etkiyi H. Ziya Ülken uzun uzun eserinde aktarmaktadır. (İslam Düşüncesi, H. Ziya Ülken).
Fakat örneğin Descartes süpheciliği İmam-ı Gazali'nin tanımladığı şüphe olmaktan çıkmış başka bir şey olmuştur. (Ali Bulaç, a.g.e).
Yine bu bağlamda Batıya aktarılan bilim ve düşünce eserlerine karşı Avrupa'da ilk zamanlar büyük bir düşmanlık oluşmuştur. Hatta Razi'den etkilenen Bacon'un başına gelenler bu konuda aydınlatıcıdır.
"Roger Bacon bir gün Oxford'da bir iki ufak bilimsel deney yapmaya kalkışınca bütün Oxford, hocaları ve öğrencileriyle ayaklanır. Papazlar, keşişler, öğrenciler, Oxford'un sokaklarında cüppelerini sallaya sallaya "gebersin sihirbaz" feryatlarıyla dolaşır ve hasımları "Bacon müslüman oldu" diye bağırırlar. (Tarih Boyunca İlim ve Din (Adnan Adıvar)
Oysa ki yanılmaktadırlar. Bacon ve diğerleri Doğu'nun hikmetini değil, sadece dinden arındırılmış seküler bilgiyi almışlardır. Ve bu durum şu andaki modern bilim adamlarına başlangıç teşkil ediyordu.
R. Garaudy'e göre Rönesans sonrası Batı bilimi Endülüs yoluyla İslam medeniyetinden yararlanırken, bilimi alırken hikmeti almamış bundan dolayı kendisi çıkmaza girdiği gibi beşeriyeti de peşinden sürüklemiştir. İnsanlığın gerçek mutluluğu ise akıl yoluyla olan bilimsel ve teknolojik ilerlemenin nübüvvetten gelen hikmetin rehberliği ışığında yol alması ile mümkündür. Bilginin diğer türlüsü Batıda bilim adamlarını bile canından bezdirmiş Einstein'a göre bir "bela" olan bilim Pascal'da daha farklı bir ifade bulmuştur.
Bilimler insanın harcı değildir ve insan onları bilmekle, bilmemekten daha çok insanlığını yitirir.
Şüphesiz buradaki bilimden anlaşılan "ilme talip olan kimseye Cennet talip olur" ve "Alimin yüzüne bakmak ibadetir" mantalitesindeki bilim değildir.
Bütün bünlardan sonra biz Endülüs olmasa Rönesans olmazdı derken ezilmişlik duygusundan kaynaklanan "Batı herşeyini bize borçlu!" hezeyanından hareket etmiyoruz. Amacımız bugün beşeriyetin yüz akı, bilim ve teknolojinin tek hamisi uygarlığımızı borçlu olduğumuz Avrupa'nın bu maskesini yırtmaya çalışmak ve "kültürel emperyalist" yönünü ortaya koymaktır. Ayrıca metinlerde geçen Batı kavramı bir coğrafyanın değil, Roma hukuku, Yunan felsefesi ve Hıristiyanlık dininden zuhur eden bir zihniyetin adıdır.
(Doğuda problem olan dinî ve millî bütünlüğü tehdit eden felsefecilerin nasıl olup da Batıya yön verdiğini sonraki yazılarımızda ele alabiliriz.)
Mehmet MARUF
Alfred Weber, Doğunun Batı üzerinde ilim ve düşünce alanlarında iki defa kesin etkide bulunduğunu itiraf etmektedir. Bunlardan birisi Doğu hikmetinin Mısır üzerinden Pisagor ve Thales gibi filozoflar kanalıyla geçmesidir. Mısır'daki hikmet ise Süleyman (a.s)'a dayanır.
Fakat temeli vahiy olan bu bilgi Antik Yunana varınca içerik değiştirir. Hikmet Doğuda dinî bir form içerisinde ve bizatihi amaç niteliğindeyken, çok tanrılı Yunan'da bir sürü tanrının etkisini kırmaya ve onları varlık dünyasında geçersizleştirmeye yarayan bir araç durumundadır. (Din Felsefe/Akıl-Vahiy İlişkisi, Ali Bulaç).
Böylelikle Batıda din-bilim çatışmasının temelleri atılmış olur. "Bilginin kaynağı" Şark'ın hayatı bir küll (bütün) olarak algılayan yaşam tarzı sayesinde böyle bir derdi hiç olmayacaktır.
Doğudan Batıya ikinci hikmet hareketi ise 9. yüzyıldan itibaren Sicilya ve İspanya (Endülüs) üzerinden oluşacaktır. Öyle ki zaman içerisinde Batı Avrupa'da yaygınlaşan nesir tarzında yazılmış "Fabl" denen ibretli hayvan hikayeleri, masallar, ahlakî ve hikmetli konuların ele alındığı kısa hikayeler Endülüs'ten beslenmekteydi. Kelile ve Dimne türü Arapça eserlerde geçen bu ilginç fabllar Kastilya ve Leon Kralına sunulmak üzerine önce İspanyolca'ya sonra da Latince'ye çevrilmiştir. La Fontain de bu eserlerden geniş ölçüde yararlandığını itiraf etmektedir. "Don Kişot"un yazarı Cervantes'in Cezayir'de bir süre hapis hayatı yaşarken Arapça yazılmış eski bir hikaye kitabından yararlanarak ünlü eserini yazdığı bugün artık bilinmektedir. (Endülüs Edebiyatında Orijinallik Meselesi, Dr. Mustafa Aydın).
Edebiyattaki bu durum felsefede de devam eder. St. Thomas'ın Farabi'den, Roger Bacon'un Razi ve İbn Heysem'den, Spinoza'nın İmam-ı Gazali'den aldıkları etkiyi H. Ziya Ülken uzun uzun eserinde aktarmaktadır. (İslam Düşüncesi, H. Ziya Ülken).
Fakat örneğin Descartes süpheciliği İmam-ı Gazali'nin tanımladığı şüphe olmaktan çıkmış başka bir şey olmuştur. (Ali Bulaç, a.g.e).
Yine bu bağlamda Batıya aktarılan bilim ve düşünce eserlerine karşı Avrupa'da ilk zamanlar büyük bir düşmanlık oluşmuştur. Hatta Razi'den etkilenen Bacon'un başına gelenler bu konuda aydınlatıcıdır.
"Roger Bacon bir gün Oxford'da bir iki ufak bilimsel deney yapmaya kalkışınca bütün Oxford, hocaları ve öğrencileriyle ayaklanır. Papazlar, keşişler, öğrenciler, Oxford'un sokaklarında cüppelerini sallaya sallaya "gebersin sihirbaz" feryatlarıyla dolaşır ve hasımları "Bacon müslüman oldu" diye bağırırlar. (Tarih Boyunca İlim ve Din (Adnan Adıvar)
Oysa ki yanılmaktadırlar. Bacon ve diğerleri Doğu'nun hikmetini değil, sadece dinden arındırılmış seküler bilgiyi almışlardır. Ve bu durum şu andaki modern bilim adamlarına başlangıç teşkil ediyordu.
R. Garaudy'e göre Rönesans sonrası Batı bilimi Endülüs yoluyla İslam medeniyetinden yararlanırken, bilimi alırken hikmeti almamış bundan dolayı kendisi çıkmaza girdiği gibi beşeriyeti de peşinden sürüklemiştir. İnsanlığın gerçek mutluluğu ise akıl yoluyla olan bilimsel ve teknolojik ilerlemenin nübüvvetten gelen hikmetin rehberliği ışığında yol alması ile mümkündür. Bilginin diğer türlüsü Batıda bilim adamlarını bile canından bezdirmiş Einstein'a göre bir "bela" olan bilim Pascal'da daha farklı bir ifade bulmuştur.
Bilimler insanın harcı değildir ve insan onları bilmekle, bilmemekten daha çok insanlığını yitirir.
Şüphesiz buradaki bilimden anlaşılan "ilme talip olan kimseye Cennet talip olur" ve "Alimin yüzüne bakmak ibadetir" mantalitesindeki bilim değildir.
Bütün bünlardan sonra biz Endülüs olmasa Rönesans olmazdı derken ezilmişlik duygusundan kaynaklanan "Batı herşeyini bize borçlu!" hezeyanından hareket etmiyoruz. Amacımız bugün beşeriyetin yüz akı, bilim ve teknolojinin tek hamisi uygarlığımızı borçlu olduğumuz Avrupa'nın bu maskesini yırtmaya çalışmak ve "kültürel emperyalist" yönünü ortaya koymaktır. Ayrıca metinlerde geçen Batı kavramı bir coğrafyanın değil, Roma hukuku, Yunan felsefesi ve Hıristiyanlık dininden zuhur eden bir zihniyetin adıdır.
(Doğuda problem olan dinî ve millî bütünlüğü tehdit eden felsefecilerin nasıl olup da Batıya yön verdiğini sonraki yazılarımızda ele alabiliriz.)
Mehmet MARUF
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.