Dünyada bir ülke varmış, ekonomisi rekorlar kırıyor.
Bütün süper güçleri geride bırakarak dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisine sahip bir ülke.
Ekonomisini IMF, ABD ve AB takdir ediyor.
DİE verilerine göre bu rekora doymayan ülke, içinde yaşadığımız Türkiye'ymiş.
2004 yılında yüzde 9,9 büyüme oranıyla, dünyayı ürünleriyle istila eden en yüksek büyüme oranına sahip Çin'i bile geride bıraktı. Çin sadece yüzde 9,1'de kaldı.
Ortada bir gariplik var, milletimiz de şaşkınlık içinde. "Yahu bu kadar büyüme varsa, bizim halimiz niye böyle" diye soruyorlar.
Burada şu gerçekleri ifade etmek lazım:
Büyümenin zirve olduğu bir ülkede işsizliğin de zirve olması mümkün değildir.
Büyümenin zirve olduğu bir ülkede kişi başına milli gelirin en altlarda olması mümkün değildir.
Büyümenin zirve olduğu bir ülkede cari işlemler açığının rekor düzeylere ulaşması mümkün değildir.
Büyümenin zirve olduğu bir ülkede o ülkenin lokomotif sektörleri olan tarım, inşaat, tekstil ve otomotivde kan kaybedilmesi, bu sektörlerin çalışanlarının perişan olması mümkün değildir.
Büyümenin zirve olduğu bir ülkede o büyümeden övgüyle bahseden yabancı yatırımcıların tamamen spekülatif piyasaya yönelmesi mümkün değildir. Övüp övüp yüksek faizler sebebiyle para piyasalarına yöneliyorlarsa bunda bir bit yeniği vardır.
Büyümenin zirve olduğu bir ülkede yatırım maliyetlerinin yüksek olması mümkün değildir.
Büyümenin zirve olduğu bir ülkede fabrikaların patır patır kapanması mümkün değildir.
Türkiye'nin yaşadığı bu ekonomik durumu şöyle tasvir edebiliriz:
Bir grup insan bulutların üzerinde yaşıyor, çoğunluğu oluşturan vatandaş ise bulutların altında.
Bulutların üzerinde bulunan, azınlıkta olan grupta ülkenin bütün kaymağını yiyenler ve bu kaymak yiyenlerin marifetlerini örtbas etmekle ve onlara her türlü kapıyı açmakla görevli birtakım siyasilerimiz var.
Bulutların altında ise ekonomik anlamda bütün derdi gününü kurtarmak olan, yarınını hesap edemeyen çoğunluk var.
Türkiye'de iktidara gelenler bu büyük çoğunluğun oylarıyla, desteğiyle "problemlere çözüm mercii"ne oturmalarına rağmen, hep bulut üstüne çalışmışlardır.
Neticede paraya para demeyen azınlıkta olan grup gelirini daha da arttırmış ve asıl kazancını oturduğu yerden, hiçbir yatırım yapmadan kazandığı için ülkenin temel sorunlarına çözüm olmamış.
Bulut altındakiler ise her geçen gün alım güçleri daha da düşmüş, üzerlerindeki vergi yükü artmış, ihtiyacı olan ürünlere ve hizmetlere zam üstüne zam yapılmış ve bu çoğunluk bitme noktasına gelmiştir.
Çünkü birileri ülkenin kaymağını yerken, diğerleri de çalışıp kaymak üretmesi lazım.
Onların desteğiyle gelen siyasiler seçildikten sonra bulutların üzerinde hayat sürmeye başlayınca alttakilerden pek haberi olmuyor, olsa da haber getireni azarlıyor ve söylenenleri duymazlıktan geliyor.
Ta ki, olaylar biraz büyüyünce bulut üstü yaşayanların direktifiyle biraz bulut altına birkaç sorti yapıyorlar ve bulut altındakilerin havasını aldıktan sonra tekrar bulut üstündeki fildişi kulelerine çekiliyorlar.
Bakın, bulut altında yaşayıp da bulutlara yakın olanlar durumu nasıl ifade ediyor:
Geçenlerde gıda işiyle uğraşan bir iş adamıyla görüşüyorum, bana işlerin hiç de iyi gitmediğini, ekonominin gittikçe daha da dar boğaza girdiğini, müşteri çeklerinin ciddi oranda ödenmediğini ifade ettikten sonra, şu önemli tespitte bulundu "Ben 80 ihtilalini gördüm, Çiller hanım zamanında 5 Nisan krizini gördüm, koalisyon hükümeti zamanında 2001 krizini gördüm, ama işlerin bu kadar kesat gittiğini, bu kadar tıkandığını hiç görmedim, korkunç bir durgunluk var".
Bulutlara yakın olanlar bunu söylüyor, peki ya zemine yakın, hatta yerin altına girmiş olan çoğunluğun hali nasıl?
Tarım köylüsü, işçi, emekliler ve memurların hali zaten işler acısı.
Çalışanlar bu haldeyken işi olmayanların halinden bahsetmeye bile gerek yok, perişan durumdalar.
Hırsızlık, gasp, kapkaç, sahtecilik gibi olayların artmasının en büyük sebebi de zaten bu ekonomik gidişat değil mi?
Bir büyüme olduğu kesin. Bu rakamları açıklayanlara da hak vermek lazım. Ama nasıl bir büyüme?
Türkiye'nin asıl vatandaşı olan yüzde 95 insan, açlık ve sefaletle boğuşurken, kriz üstüne kriz yaşarken, sadece bulut üstündekilerin hayatında gözlemlenen bir büyüme ur şeklindeki büyümedir. Sağlıksız, hormonlu bir büyüme de diyebiliriz.
Bu da ülkemizin yararına değil.
Rakamlar gerçekleri yansıtmamaktadır, sadece çözümü zorlaştırmakta ve geciktirmektedir.
Çözüm, birilerinin ekmeğindeki yağı kat kat arttıran ithal modellerde değil, 70 milyon Türk insanının tamamını memnun edecek, madden ve manen huzura sevkedecek, yıllarca beli bükülmüş olan aziz milletimizin başını dik tutmasını sağlayacak, gelir dağılımındaki uçurumları ortadan kaldıracak, tüketimi ve buna bağlı olarak üretimi canlandıracak ve işsizliği tamamen yok edecek bir milli ekonomik modele ihtiyacımız var.
Aklın yolu birdir ve doğru olan da budur.
Bu noktada ilginç ve tutarlı görüşleriyle ekonomide yaşanan birçok paradoksu çözen, problemlere reel çözümler sunan, son yılların yetiştirdiği, dünyaca ünlü Türk akademisyen Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in "Milli Ekonomi Modeli ve Sosyal Devlet Projesi"ni incelemenizi tavsiye ederim.
Boşa zaman kaybetmek ise abesle iştigaldir.
Bütün süper güçleri geride bırakarak dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisine sahip bir ülke.
Ekonomisini IMF, ABD ve AB takdir ediyor.
DİE verilerine göre bu rekora doymayan ülke, içinde yaşadığımız Türkiye'ymiş.
2004 yılında yüzde 9,9 büyüme oranıyla, dünyayı ürünleriyle istila eden en yüksek büyüme oranına sahip Çin'i bile geride bıraktı. Çin sadece yüzde 9,1'de kaldı.
Ortada bir gariplik var, milletimiz de şaşkınlık içinde. "Yahu bu kadar büyüme varsa, bizim halimiz niye böyle" diye soruyorlar.
Burada şu gerçekleri ifade etmek lazım:
Büyümenin zirve olduğu bir ülkede işsizliğin de zirve olması mümkün değildir.
Büyümenin zirve olduğu bir ülkede kişi başına milli gelirin en altlarda olması mümkün değildir.
Büyümenin zirve olduğu bir ülkede cari işlemler açığının rekor düzeylere ulaşması mümkün değildir.
Büyümenin zirve olduğu bir ülkede o ülkenin lokomotif sektörleri olan tarım, inşaat, tekstil ve otomotivde kan kaybedilmesi, bu sektörlerin çalışanlarının perişan olması mümkün değildir.
Büyümenin zirve olduğu bir ülkede o büyümeden övgüyle bahseden yabancı yatırımcıların tamamen spekülatif piyasaya yönelmesi mümkün değildir. Övüp övüp yüksek faizler sebebiyle para piyasalarına yöneliyorlarsa bunda bir bit yeniği vardır.
Büyümenin zirve olduğu bir ülkede yatırım maliyetlerinin yüksek olması mümkün değildir.
Büyümenin zirve olduğu bir ülkede fabrikaların patır patır kapanması mümkün değildir.
Türkiye'nin yaşadığı bu ekonomik durumu şöyle tasvir edebiliriz:
Bir grup insan bulutların üzerinde yaşıyor, çoğunluğu oluşturan vatandaş ise bulutların altında.
Bulutların üzerinde bulunan, azınlıkta olan grupta ülkenin bütün kaymağını yiyenler ve bu kaymak yiyenlerin marifetlerini örtbas etmekle ve onlara her türlü kapıyı açmakla görevli birtakım siyasilerimiz var.
Bulutların altında ise ekonomik anlamda bütün derdi gününü kurtarmak olan, yarınını hesap edemeyen çoğunluk var.
Türkiye'de iktidara gelenler bu büyük çoğunluğun oylarıyla, desteğiyle "problemlere çözüm mercii"ne oturmalarına rağmen, hep bulut üstüne çalışmışlardır.
Neticede paraya para demeyen azınlıkta olan grup gelirini daha da arttırmış ve asıl kazancını oturduğu yerden, hiçbir yatırım yapmadan kazandığı için ülkenin temel sorunlarına çözüm olmamış.
Bulut altındakiler ise her geçen gün alım güçleri daha da düşmüş, üzerlerindeki vergi yükü artmış, ihtiyacı olan ürünlere ve hizmetlere zam üstüne zam yapılmış ve bu çoğunluk bitme noktasına gelmiştir.
Çünkü birileri ülkenin kaymağını yerken, diğerleri de çalışıp kaymak üretmesi lazım.
Onların desteğiyle gelen siyasiler seçildikten sonra bulutların üzerinde hayat sürmeye başlayınca alttakilerden pek haberi olmuyor, olsa da haber getireni azarlıyor ve söylenenleri duymazlıktan geliyor.
Ta ki, olaylar biraz büyüyünce bulut üstü yaşayanların direktifiyle biraz bulut altına birkaç sorti yapıyorlar ve bulut altındakilerin havasını aldıktan sonra tekrar bulut üstündeki fildişi kulelerine çekiliyorlar.
Bakın, bulut altında yaşayıp da bulutlara yakın olanlar durumu nasıl ifade ediyor:
Geçenlerde gıda işiyle uğraşan bir iş adamıyla görüşüyorum, bana işlerin hiç de iyi gitmediğini, ekonominin gittikçe daha da dar boğaza girdiğini, müşteri çeklerinin ciddi oranda ödenmediğini ifade ettikten sonra, şu önemli tespitte bulundu "Ben 80 ihtilalini gördüm, Çiller hanım zamanında 5 Nisan krizini gördüm, koalisyon hükümeti zamanında 2001 krizini gördüm, ama işlerin bu kadar kesat gittiğini, bu kadar tıkandığını hiç görmedim, korkunç bir durgunluk var".
Bulutlara yakın olanlar bunu söylüyor, peki ya zemine yakın, hatta yerin altına girmiş olan çoğunluğun hali nasıl?
Tarım köylüsü, işçi, emekliler ve memurların hali zaten işler acısı.
Çalışanlar bu haldeyken işi olmayanların halinden bahsetmeye bile gerek yok, perişan durumdalar.
Hırsızlık, gasp, kapkaç, sahtecilik gibi olayların artmasının en büyük sebebi de zaten bu ekonomik gidişat değil mi?
Bir büyüme olduğu kesin. Bu rakamları açıklayanlara da hak vermek lazım. Ama nasıl bir büyüme?
Türkiye'nin asıl vatandaşı olan yüzde 95 insan, açlık ve sefaletle boğuşurken, kriz üstüne kriz yaşarken, sadece bulut üstündekilerin hayatında gözlemlenen bir büyüme ur şeklindeki büyümedir. Sağlıksız, hormonlu bir büyüme de diyebiliriz.
Bu da ülkemizin yararına değil.
Rakamlar gerçekleri yansıtmamaktadır, sadece çözümü zorlaştırmakta ve geciktirmektedir.
Çözüm, birilerinin ekmeğindeki yağı kat kat arttıran ithal modellerde değil, 70 milyon Türk insanının tamamını memnun edecek, madden ve manen huzura sevkedecek, yıllarca beli bükülmüş olan aziz milletimizin başını dik tutmasını sağlayacak, gelir dağılımındaki uçurumları ortadan kaldıracak, tüketimi ve buna bağlı olarak üretimi canlandıracak ve işsizliği tamamen yok edecek bir milli ekonomik modele ihtiyacımız var.
Aklın yolu birdir ve doğru olan da budur.
Bu noktada ilginç ve tutarlı görüşleriyle ekonomide yaşanan birçok paradoksu çözen, problemlere reel çözümler sunan, son yılların yetiştirdiği, dünyaca ünlü Türk akademisyen Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in "Milli Ekonomi Modeli ve Sosyal Devlet Projesi"ni incelemenizi tavsiye ederim.
Boşa zaman kaybetmek ise abesle iştigaldir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- ‘Bu saldırı, demokrasiye yapılmış bir saldırıdır’ / 06.05.2025
- Hedeflediğiniz, hayal ettiğiniz Suriye bu muydu? / 03.05.2025
- Depreme rağmen kentsel dönüşüm neden ilerlemiyor? / 01.05.2025
- 1 Mayıs: İşçi de mağdur, işsiz de… / 30.04.2025
- Silah bırakması beklenen PKK, 'özerklik kongresi' yaptı / 29.04.2025
- BTP'nin Karaman Kongresi engellendi: Demokrasiye darbe / 28.04.2025
- Conkbayır'ında "Haka Dansı", anma etkinliği mi, tehdit mi? / 27.04.2025
- İstanbul'daki tüm riskli binalar yeniden inşa edilebilir! / 26.04.2025
- 23 Nisan neden çocuklara armağan edildi? / 23.04.2025
- Türki cumhuriyetlerin 'Kıbrıs' kararı, dış politikadaki zafiyetimizdir / 22.04.2025
- Hedeflediğiniz, hayal ettiğiniz Suriye bu muydu? / 03.05.2025
- Depreme rağmen kentsel dönüşüm neden ilerlemiyor? / 01.05.2025
- 1 Mayıs: İşçi de mağdur, işsiz de… / 30.04.2025
- Silah bırakması beklenen PKK, 'özerklik kongresi' yaptı / 29.04.2025
- BTP'nin Karaman Kongresi engellendi: Demokrasiye darbe / 28.04.2025
- Conkbayır'ında "Haka Dansı", anma etkinliği mi, tehdit mi? / 27.04.2025
- İstanbul'daki tüm riskli binalar yeniden inşa edilebilir! / 26.04.2025
- 23 Nisan neden çocuklara armağan edildi? / 23.04.2025
- Türki cumhuriyetlerin 'Kıbrıs' kararı, dış politikadaki zafiyetimizdir / 22.04.2025