Seçim günü yaklaştıkça siyasetçilerin söylemleri de sertleşiyor.
Sözlerinin önünü arkasını düşünmeden konuşan adaylar ayrıştırıcı, kamplaştırıcı bir dili tercih ettiklerinin farkında değiller!
Belki de bilerek bu zehirli dili kullanıyorlar!
Her iki taraf için de "Ne şartlarda olursa olsun seçimi kazanalım" mantığı üzerine kurulu bir seçim dönemi yaşıyoruz.
Bu seçime, o kadar büyük anlamlar yüklüyorlar ki, sanki ülkenin kader seçimiymiş gibi bir hava oluşturuluyor!
Oysa böyle olmamalı.
Demokrasiyi özümsemiş toplumlar seçimleri bayram havasında geçirirler. Kırmadan dökmeden…
Bizde böyle mi? "Hayır" dediğinizi duyar gibiyim.
Rekabet siyasetin özünde var. Ancak bizde bu rekabet hakaret, aşağılamak, rencide etmek ve küçümsemek şeklinde oluyor maalesef.
Oysaki meydanlarda kronikleşen enflasyon, hayat pahalılığı, projeler, çözüm yolları konuşulmalı.
Çirkin ifadeler toplumda derin yaralar meydana getiriyor.
En son Bekir Bozdağ'ın Şanlıurfa'da yaptığı konuşma…
Basından öğrendiğimiz kadarıyla bu konuşma toplumun büyük kesiminden tepki çekti. Çekmeye de devam ediyor.
Sayın Bakan'ı böyle bir konuşmaya iten sebep nedir bilemeyiz ama keşke bu şekilde konuşmasaydı.
Neymiş…
Seçimi Cumhur İttifakı kazanırsa insanların alnı secdeye değecekmiş, Millet İttifakı kazanırsa insanlar şampanya içip sabahlara kadar eğlenecekmiş!
Okuduğumda üzüldüm.
Kim diyor bunu? Bu ülkenin adaleti, hukuku tahsis etsin diye getirilen Adalet Bakanı.
Bunu köydeki Ahmet amca söylemiyor, bu ülkenin adaleti, hakkı, hukuku tesis etmekle yetkili Bakan'ı söylüyor.
Uzmanlara göre, Sayın Bakan seçmeni konsolide etmeyi amaçlıyor ama karşıt yaratmak ile toplumu birbirine düşürmek arasında geniş bir açı var.
Bu seçimde sonuç ne olursa olsun, ne gelenler kahraman, ne gidenler düşman!
15 Mayıs sabahı caddede, sokakta yine bu insanlar yüz yüze bakacaklar.
Sizi bilmem ama bu yaşıma kadar onlarca seçim dönemini yaşadım.
Düşünüyorum da seçmenin yumuşak karnı hep "din" olmuştur.
Söyleyecek sözü olmayan siyasiler hep dine sığınmıştır.
80'li 90'lı yıllarda merhum Erbakan hocayla başlayan bu siyaset anlayışı, hep "dini siyasete" kurban etmiştir.
Hatta Erbakan hoca yine böyle bir seçim arefesinde karşıt görüşte olanlara "patates dini" benzetmesi ile itham etmiştir.
Bir başka siyasetçi yakın tarihte Kerim Kitabımızdaki Bakara Suresiyle adeta alay(!) edercesine "bakara makara" dediğini unutmadık.
Dün böyleydi bugün de…
Kurulan cümlelerin öznesi yine "din".
Kişiler değişse de din üzerinden siyaset söylemi değişmiyor.
Allah aşkına secdeyle, şampanyayla seçimin ne ilgisi var.
Kimin ne yaptığından, nasıl davrandığından, nasıl sevindiğinden bize ne, size ne?
Oysaki halkın gerçek sorunları başta ekonomi olmak üzere gelir dağılımındaki adaletsizlikler, işsizlik, pahalılık bütün çıplaklığı ile ortadayken…
Artık yeter…
Ülke siyasetinin bu seviyeye düşmesi yüreğimizi kanatıyor.
Kimse kendini Yüce Yaratanın yerine koyup yargılamamalı.
Toplumsal fay hatlarını daha fazla kırmayın.
Seçim öncesi bu ayrıştırıcı cümleler, söylemler karın doyurmuyor.
İnternet çağında seçmen, olup bitenin farkında.
Bunları niye yazdım!
İki gün önce tramvayda yolculuk yaparken önümde oturan iki yolcu arasında geçen konuşmaya şahit oldum.
Gündemlerinde Adalet Bakanı'nın bu açıklamaları vardı.
Pencere kenarında oturan yolcu heyecanlı ses tonuyla: "Seçimi Millet İttifakı kazanırsa kıyasıya eğleneceğim. Nasıl eğleneceğim sadece beni ilgilendirir. Başı kapalı olan annem ise seçimi Millet İttifakı kazanırsa oturup iki rekât şükür namazı kılıp Kur'an okuyacak…" Onlar konuşmaya devam ediyordu ben ilk durakta indim tramvaydan.
İşte bu cümleleri duyunca yazmak istedim.
Din gibi yüce bir duygu siyasi polemiklere kurban edilmemeli. Herkesin yaşadığı, inandığı kendine.
Günahıyla sevabıyla!
Kimin ne yaptığı, kimin kiminle gezdiği, kimin kiminle eğlendiği, kimin kimi sevdiği, neyi nasıl kutladığı bizi hiç alakadar etmiyor.
Netice olarak…
Geldiğimiz noktada adalete, hakka, hukuka liyakate ekmek su kadar ihtiyacımız var.
Hâkim, savcılık sınavında derece ile yazılı sınavı kazanıp mülakatlarda elenen pırıl pırıl başarılı hukukçu gençlerin yenilen hakları,
Yetmedi…
Adliye saraylarında çalışan memurların ne zor şartlar altında görev yaptıklarını ve yaşadıkları ekonomik zorlukları dile getirip çözüm önerilerini söylemesi daha faydalı olurdu kanımca.
Şartlar ne kadar zor olursa olsun, bu satırları yazdığımız Yunus Emre'nin sevgi ve hoşgörü tohumlarını ektiği kadim şehri Eskişehir'den başlamak üzere tüm Anadolu'da bu bahar mevsiminde, tomurcuklanıp açması dileklerimizle…
- Bir anketin düşündürdükleri / 26.03.2024
- Ramazanın getirdiği bir demet güzellikler / 12.03.2024
- 106. yıl sonra Eskişehir’de… / 27.02.2024
- Emekliler kervanının yeni üyesi / 20.02.2024
- Perşembe akşamı izlenimlerim! / 13.02.2024
- Yerel seçimler üzerine / 07.02.2024
- Bu bizim insanlık namına görevimiz! / 30.01.2024
- Bir nefes sıhhat / 23.01.2024
- Üç cilt çıkan kitaplarımın öyküsü / 16.01.2024