Binlerce yıl karada hüküm süren Türklerin denizle İlk defa karşılaşmaları Büyük Selçukluların Basra Körfezi kıyılarına ulaşmalarıylabaşlar. Fakat bu dönem denizcilik hareketleriyle ilgili çok fazla bilgiye sahip olmadığımız bir gerçektir. İlk Türk denizciliği denildiğinde hemen herkesin aklına Çaka Bey gelir. Ardından Gazi Umur Bey, Çalı Bey, Barbaros, Piri Reis, Oruç Reis, Seydi Ali Reis ve diğerleri...
Tarihin derinliklerinden süzülerek günümüze gelen Türk Kültürü, geçmişten geleceğe yaşayan kültürlerin içerisinde en zengin olanları arasındadır. Bu zenginliğin birden çok nedeni vardır. Biz bu nedenler üzerinde konumuz gereğince derinlemesine durmayacağız. Fakat Türk kültürü denildiğinde insan zihninde oluşturduğu ilk izlenim; atlı, göçebe ve bozkır yaşantısıdır. Bu çağrışım, yüzyıldan fazla süredir Batılılar tarafından her türlü imkan kullanılarak bizlerin zihinlerine nakşedilmiştir. Kişinin aklına Türk denilince ifade edilen kavramların gelmesi kadar doğal bir neden olamaz. Zira beş bin yıllık kadim bir geçmişe sahip olan Türkler, yaşadıkları bunca senedir; karada göçebe olarak ve atlı bir kültürün izini sürmüşlerdir. Fakat uzun bir süreç olmasa da denizle tanışıklık en az karadaki kadar başarılı geçtiğini denizlerde oluşan ananelerden öğrenebiliriz. Türklerin denizle tanışmaları çok daha geç dönemlere rastladığı herkesin malumudur.
"Vira bismillah"
Binlerce yıl karada hüküm süren Türklerin denizle İlk defa karşılaşmaları Büyük Selçukluların Basra Körfezi kıyılarına ulaşmalarıyla başlar. Fakat bu dönem denizcilik hareketleriyle ilgili çok fazla bilgiye sahip olmadığımız bir gerçektir. İlk Türk denizciliği denildiğinde hemen herkesin aklına Çaka Bey gelir. Ardından Gazi Umur Bey, Çalı Bey, Barbaros, Piri Reis, Oruç Reis, Seydi Ali Reis ve diğerleri. Türk denizciliğinde zirve dönemler Osmanlının gücünün doruğa ulaştığı 16 ve 17. yüzyıllardır. Denizciliğin Türklerin hayatına girmesinden, kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen geçmişten günümüze gelen önemli denizcilik gelenek görenekleri oluşa gelmiştir.Bu geleneklerin oluşmasında önemli katkıları olan B. Selçuklu, Türkiye Selçukluları, Denizci Anadolu Beylikleri, Memluklu ve Osmanlı Devleti, Dünyanın kullandığı denizcilik terim ve geleneklerini İslam süzgecinden geçirdikten sonra kendi hayatına katmasını bilmiştir. Bu değişimlerden en önemlisi Latinceden aldığı 'vira' kelimesinin sonuna 'bismillah' ekleyerek 'vira bismillah' yapıvermesidir.Gemilerin en önemli mekânı köprü üstü simülatörünün bulunduğu odadır. Bu oda diğer odalarda farklı görülmüş ve her giriş-çıkışta 'Allah selamet versin' denilmiştir. İfade edilen misalde de görüldüğü gibi; Türk milleti İslam dinini seçtikten sonra dinin gerektirdiklerini hayatın içine zikir mantığıyla yerleştirmiştir. İnsan bedeninde kalp ne durumda ise gemilerde köprü üstü simülatörü benzer konumdadır. Nasıl ki ilahi varlığın tecelli ettiği kalp âlemine Allah'ın ismi anılmadan girilemezse geminin kalbi olan arpa üstü simülatörüne de yüce yaratıcının ismi anılmadan girilemez. Yine denizcilikte verilen her emrin bismillah lafzıyla başlayıp bismillah lafzıyla kabulü İslam terminolojisinin günlük hayatla ne kadar içselleştiğini ortaya koyar. Karada komşuya dahi seslenirken söylenen 'hu komşu', 'hay Allah' gibi hayatın her alanında duyduğumuz dini terminolojinin denizcilikteki karşılığı bismillah olmuştur. Bu geleneğin kardeş İslam ülkelerinde veya diğer dünya devletlerinde benzerlerine rastlayamayız. Bu durum Türklerin dini anlaması ve anlamasının sonuçları açısından büyük önem arz eder.Mürettebatıyla beraber batan gemilerin batıklarının çıkarılmamasında da denizcilikteki mezar ve şehit mantığını yatmaktadır. Denizde batan gemiler, anıt mezar olarak düşünülür. Gemiyle beraber sulara gömülen şehitlerde bedenleriyle beraber ebedi istirahatgahına kavuşmuş olur. Gemi içindeki şehitler tıpkı karada olduğu gibi yıkanmadan defnedilir. Karada ölen şehitler yıkanmayıp kefenleriyle beraber gömülürlerse denizde batan gemilerin içerisindeki şehitlerde, denizin derinliklerindeki mezar anıtlarıyla beraber gömülürler.
'Sancak Kuran'ı
Türkler, tarihin her sahnesinde inandıkları inanç sistemini yeryüzüne hâkim kılmak için sıradan milletlerden çok daha fazla güç sarf etmişlerdir. İslamiyet'le beraber dinin yazılı kaynağı olan Kur'an-ı Kerime olan inanç ve düşüncelerine de aynı mantıkla yaklaşmışlar. Gerek karada gerekse denizde yapılan bütün savaşlara Kur'an-ı Kerim götürülmüştür. Özel olarak muhafaza kutularında savaş alanlarına götürülen Kur'an, 'Sancak Kur'an'ı olarak atlandırılmıştır. Sancak Kuranına ilk kez savaş alanlarında özel kılıfıyla beraber götüren Türk Devleti Akkoyunlulardır. Hayatın her alanına girmesi gereken İslam kural ve kaidelerinin savaş meydanlarına uzanırcasına hayatın içerisine girildiği Türk toplumlarında müşahhas olarak görmekteyiz. Bu hayat tarzı Osmanlılarda çok daha canlı ve hayatla iç içe geçmiş durumdadır.
Deniz kuvvetlerinde Kurana duyulan derin saygı
Geçmişten günümüze kadar gelen başka bir denizci geleneği de gemi direklerinin 'Grandi Direği' üzerine Kur'an-ı Kerim konulmasıdır. Bu gelenek bugün dahi sürdürülmektedir. Osmanlı tarihçilerinden Katip Çelebi 'Esfar'ul Bihar' adlı eserinde bu konu hakkında bilgi vermekte ve Kur'an çekilen gemilerin Allah (c.c.) tarafından korunacağına inanıldığını ifade etmektedir. Özellikle deniz kuvvetlerinde muharip savaş gemilerinin direklerinin zirve noktasına özel kılıf içerisinde konulan Kur'an-ı Kerim belirli sürelerde törenle indirilmekte, temizlenmekte ve törenle tekrar yerine konulmaktadır. Kuranın herkesin saygı duyacağı şekilde törenle yerine konulması ve gemiden ayrılmaması kurana duyulan ve derin inancın ürünüdür. Bugün dahi deniz kuvvetlerinde tüm gemilerde benzeri geleneklerin devam ettirilmesi Kurana duyulan derin inanç sisteminin devam ettiğinin en güzel örneğidir.n Recep Saruhan
Tarihin derinliklerinden süzülerek günümüze gelen Türk Kültürü, geçmişten geleceğe yaşayan kültürlerin içerisinde en zengin olanları arasındadır. Bu zenginliğin birden çok nedeni vardır. Biz bu nedenler üzerinde konumuz gereğince derinlemesine durmayacağız. Fakat Türk kültürü denildiğinde insan zihninde oluşturduğu ilk izlenim; atlı, göçebe ve bozkır yaşantısıdır. Bu çağrışım, yüzyıldan fazla süredir Batılılar tarafından her türlü imkan kullanılarak bizlerin zihinlerine nakşedilmiştir. Kişinin aklına Türk denilince ifade edilen kavramların gelmesi kadar doğal bir neden olamaz. Zira beş bin yıllık kadim bir geçmişe sahip olan Türkler, yaşadıkları bunca senedir; karada göçebe olarak ve atlı bir kültürün izini sürmüşlerdir. Fakat uzun bir süreç olmasa da denizle tanışıklık en az karadaki kadar başarılı geçtiğini denizlerde oluşan ananelerden öğrenebiliriz. Türklerin denizle tanışmaları çok daha geç dönemlere rastladığı herkesin malumudur.
"Vira bismillah"
Binlerce yıl karada hüküm süren Türklerin denizle İlk defa karşılaşmaları Büyük Selçukluların Basra Körfezi kıyılarına ulaşmalarıyla başlar. Fakat bu dönem denizcilik hareketleriyle ilgili çok fazla bilgiye sahip olmadığımız bir gerçektir. İlk Türk denizciliği denildiğinde hemen herkesin aklına Çaka Bey gelir. Ardından Gazi Umur Bey, Çalı Bey, Barbaros, Piri Reis, Oruç Reis, Seydi Ali Reis ve diğerleri. Türk denizciliğinde zirve dönemler Osmanlının gücünün doruğa ulaştığı 16 ve 17. yüzyıllardır. Denizciliğin Türklerin hayatına girmesinden, kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen geçmişten günümüze gelen önemli denizcilik gelenek görenekleri oluşa gelmiştir.Bu geleneklerin oluşmasında önemli katkıları olan B. Selçuklu, Türkiye Selçukluları, Denizci Anadolu Beylikleri, Memluklu ve Osmanlı Devleti, Dünyanın kullandığı denizcilik terim ve geleneklerini İslam süzgecinden geçirdikten sonra kendi hayatına katmasını bilmiştir. Bu değişimlerden en önemlisi Latinceden aldığı 'vira' kelimesinin sonuna 'bismillah' ekleyerek 'vira bismillah' yapıvermesidir.Gemilerin en önemli mekânı köprü üstü simülatörünün bulunduğu odadır. Bu oda diğer odalarda farklı görülmüş ve her giriş-çıkışta 'Allah selamet versin' denilmiştir. İfade edilen misalde de görüldüğü gibi; Türk milleti İslam dinini seçtikten sonra dinin gerektirdiklerini hayatın içine zikir mantığıyla yerleştirmiştir. İnsan bedeninde kalp ne durumda ise gemilerde köprü üstü simülatörü benzer konumdadır. Nasıl ki ilahi varlığın tecelli ettiği kalp âlemine Allah'ın ismi anılmadan girilemezse geminin kalbi olan arpa üstü simülatörüne de yüce yaratıcının ismi anılmadan girilemez. Yine denizcilikte verilen her emrin bismillah lafzıyla başlayıp bismillah lafzıyla kabulü İslam terminolojisinin günlük hayatla ne kadar içselleştiğini ortaya koyar. Karada komşuya dahi seslenirken söylenen 'hu komşu', 'hay Allah' gibi hayatın her alanında duyduğumuz dini terminolojinin denizcilikteki karşılığı bismillah olmuştur. Bu geleneğin kardeş İslam ülkelerinde veya diğer dünya devletlerinde benzerlerine rastlayamayız. Bu durum Türklerin dini anlaması ve anlamasının sonuçları açısından büyük önem arz eder.Mürettebatıyla beraber batan gemilerin batıklarının çıkarılmamasında da denizcilikteki mezar ve şehit mantığını yatmaktadır. Denizde batan gemiler, anıt mezar olarak düşünülür. Gemiyle beraber sulara gömülen şehitlerde bedenleriyle beraber ebedi istirahatgahına kavuşmuş olur. Gemi içindeki şehitler tıpkı karada olduğu gibi yıkanmadan defnedilir. Karada ölen şehitler yıkanmayıp kefenleriyle beraber gömülürlerse denizde batan gemilerin içerisindeki şehitlerde, denizin derinliklerindeki mezar anıtlarıyla beraber gömülürler.
'Sancak Kuran'ı
Türkler, tarihin her sahnesinde inandıkları inanç sistemini yeryüzüne hâkim kılmak için sıradan milletlerden çok daha fazla güç sarf etmişlerdir. İslamiyet'le beraber dinin yazılı kaynağı olan Kur'an-ı Kerime olan inanç ve düşüncelerine de aynı mantıkla yaklaşmışlar. Gerek karada gerekse denizde yapılan bütün savaşlara Kur'an-ı Kerim götürülmüştür. Özel olarak muhafaza kutularında savaş alanlarına götürülen Kur'an, 'Sancak Kur'an'ı olarak atlandırılmıştır. Sancak Kuranına ilk kez savaş alanlarında özel kılıfıyla beraber götüren Türk Devleti Akkoyunlulardır. Hayatın her alanına girmesi gereken İslam kural ve kaidelerinin savaş meydanlarına uzanırcasına hayatın içerisine girildiği Türk toplumlarında müşahhas olarak görmekteyiz. Bu hayat tarzı Osmanlılarda çok daha canlı ve hayatla iç içe geçmiş durumdadır.
Deniz kuvvetlerinde Kurana duyulan derin saygı
Geçmişten günümüze kadar gelen başka bir denizci geleneği de gemi direklerinin 'Grandi Direği' üzerine Kur'an-ı Kerim konulmasıdır. Bu gelenek bugün dahi sürdürülmektedir. Osmanlı tarihçilerinden Katip Çelebi 'Esfar'ul Bihar' adlı eserinde bu konu hakkında bilgi vermekte ve Kur'an çekilen gemilerin Allah (c.c.) tarafından korunacağına inanıldığını ifade etmektedir. Özellikle deniz kuvvetlerinde muharip savaş gemilerinin direklerinin zirve noktasına özel kılıf içerisinde konulan Kur'an-ı Kerim belirli sürelerde törenle indirilmekte, temizlenmekte ve törenle tekrar yerine konulmaktadır. Kuranın herkesin saygı duyacağı şekilde törenle yerine konulması ve gemiden ayrılmaması kurana duyulan ve derin inancın ürünüdür. Bugün dahi deniz kuvvetlerinde tüm gemilerde benzeri geleneklerin devam ettirilmesi Kurana duyulan derin inanç sisteminin devam ettiğinin en güzel örneğidir.n Recep Saruhan