Bireylerin ve milletlerin koruması gereken değerler arasında da bir hiyerarşi bulunmaktadır. Zaman ve şartlara göre bir değer, diğerinden üstün tutulabilir, korunması öncelik kazanabilir. Başka bir deyişle, bireyler ve milletler değerler konusunda da seçim yapmak zorunda kalabilirler. Ancak şu kesin bir hükümdür: Bağımsızlık, hiçbir seçime tabi tutulmaz. Çünkü o, değerler hiyerarşisinin başında yer alır. Bağımsızlığın konumu her halükârda korunur. Hiçbir değer, hiçbir zaman ve şartta bağımsızlığın önüne konulamaz. Türk milleti, tarih sahnesine çıktığı günden itibaren tercihini böyle yapmış ve canı pahasına da olsa, bunu sürdürmüştür. Türk milletinin bu tercihi asil ve doğru bir tercihtir.
Bağımsızlık, bütün değerleri koruyan bir değerdir. Bu gerçeği Batılılardan teyit edenler de vardır. Bunlardan biri olan İngiliz roman ve hikâye yazarı Somerset Maugham şöyle der: “Bir millet bir şeye bağımsızlığından daha fazla değer veriyorsa, bağımsızlığını mutlaka kaybeder. Kaderin cilvesine bakın ki, değer verdiği şey rahatlık, makam-mevki ya da mal-mülk ise onları da kaybeder.” Demek ki, bağımsızlığı kazanmanın ve korumanın birinci şartı, onu bütün değerlerden üstün tutmaktır.
Bir millet ne kadar güçlü ve kuvvetli olursa olsun, bağımsızlığa bu şekilde bakmayanlar tarafından idare ediliyorsa, o millet eninde sonunda bağımlı hale gelir. Buna en iyi örnek ülkemizdir. Türkiye Cumhuriyeti, “ya istiklâl, ya ölüm” parolasıyla verilen İstiklâl Savaşı sonucunda kurulmuş bir devlettir. En zor şartlarda bağımsızlığını kazanan bu millet, bağımsızlığa inanmayan ve bağımsız düşünmeyen idareciler eliyle, bağımsızlığını devretmeye sürüklenmektedir. Bir milletin kendi rıza ve iradesiyle bağımsızlığını devretmesiyle, ülkesi işgal edilerek bağımsızlığını kaybetmesi arasında ne fark vardır? Sonuç itibariyle her ikisi de aynı değil midir? Maalesef, ülkemizde demokratikleşme çerçevesinde yapılanlar budur, yani bağımsızlığı devretmektir.
Bağımsızlığı için canı dâhil, her şeyini feda eden Türk milletine, son zamanlarda bir hastalık arız oldu. Bir yönetim şekli olan demokrasiyi, değerler hiyerarşisinde ilk sıraya koydu, bağımsızlığı önemsemez bir tutum takındı. Bu çok yanlış ve tehlikeli bir tutumdur. Bundan dönülmezse, bağımsızlığımızı kaybetmemiz kaçınılmaz olacaktır. Bağımsızlık sağlık gibidir, kaybedilince, yeniden onu kazanmak zordur, bazen de imkânsızdır. Demokrasiyi, bağımsızlığının önüne geçirenlere soralım: Bağımsız olmayan bir ülkede demokrasi uygulanabilir mi? Böyle bir ülkede seçimlerin yapılması, o ülkenin demokratik olduğunu gösterir mi?
Artık şu gerçeği görelim: Günümüzde demokrasi, küresel güçlerin işgal ve sömürü aracı olarak kullanılmaktadır. Demokrasi ihraç etmek için uğraşan bu güçler, kendi ülkelerinde dahi işine yaradığı oranda demokrasiye uygularlar. Ama sömürecekleri ülkelere her alanda demokrasi telkin ve tavsiye ederler. Kendileri birçok kurum ve kuruluşun idaresinde demokrasiyi hiç düşünmezler. Meselâ orduda, okullarda, hastanelerde, şirketlerde demokrasinin esamisi okunmaz. Fakat sosyal yapısını bozacakları ve sömürecekleri ülkelere, ailede bile demokrasiyi uygulamaları için baskı yaparlar.
Ne yazık ki, hükümetlerimiz ve özellikle de AKP hükümeti, bu oyuna gelmiş ve ülkemizi geri dönülmesi zor bir yola sokmuştur. Öyle ki, ‘ileri demokrasi’ denilerek stratejik kurumlarımız, madenlerimiz ve topraklarımız yabancılara satıldı. Daha açık ifadeyle, “demokratikleşme” adı altında bağımsızlığımız peşkeş çekiliyor. Bu uygulamalara itiraz edenleri, “özgürleşiyoruz, demokrasimizi yükseltiyoruz” söylemleriyle susturdular. Susturamadıkları tek ses Prof. Dr. Haydar Baş’ın sesidir. Ecdadımız gibi bağımsızlığımızı yaşatmak istiyorsak, bu sese kulak ve destek vermek zorundayız.
Bağımsızlık, bütün değerleri koruyan bir değerdir. Bu gerçeği Batılılardan teyit edenler de vardır. Bunlardan biri olan İngiliz roman ve hikâye yazarı Somerset Maugham şöyle der: “Bir millet bir şeye bağımsızlığından daha fazla değer veriyorsa, bağımsızlığını mutlaka kaybeder. Kaderin cilvesine bakın ki, değer verdiği şey rahatlık, makam-mevki ya da mal-mülk ise onları da kaybeder.” Demek ki, bağımsızlığı kazanmanın ve korumanın birinci şartı, onu bütün değerlerden üstün tutmaktır.
Bir millet ne kadar güçlü ve kuvvetli olursa olsun, bağımsızlığa bu şekilde bakmayanlar tarafından idare ediliyorsa, o millet eninde sonunda bağımlı hale gelir. Buna en iyi örnek ülkemizdir. Türkiye Cumhuriyeti, “ya istiklâl, ya ölüm” parolasıyla verilen İstiklâl Savaşı sonucunda kurulmuş bir devlettir. En zor şartlarda bağımsızlığını kazanan bu millet, bağımsızlığa inanmayan ve bağımsız düşünmeyen idareciler eliyle, bağımsızlığını devretmeye sürüklenmektedir. Bir milletin kendi rıza ve iradesiyle bağımsızlığını devretmesiyle, ülkesi işgal edilerek bağımsızlığını kaybetmesi arasında ne fark vardır? Sonuç itibariyle her ikisi de aynı değil midir? Maalesef, ülkemizde demokratikleşme çerçevesinde yapılanlar budur, yani bağımsızlığı devretmektir.
Bağımsızlığı için canı dâhil, her şeyini feda eden Türk milletine, son zamanlarda bir hastalık arız oldu. Bir yönetim şekli olan demokrasiyi, değerler hiyerarşisinde ilk sıraya koydu, bağımsızlığı önemsemez bir tutum takındı. Bu çok yanlış ve tehlikeli bir tutumdur. Bundan dönülmezse, bağımsızlığımızı kaybetmemiz kaçınılmaz olacaktır. Bağımsızlık sağlık gibidir, kaybedilince, yeniden onu kazanmak zordur, bazen de imkânsızdır. Demokrasiyi, bağımsızlığının önüne geçirenlere soralım: Bağımsız olmayan bir ülkede demokrasi uygulanabilir mi? Böyle bir ülkede seçimlerin yapılması, o ülkenin demokratik olduğunu gösterir mi?
Artık şu gerçeği görelim: Günümüzde demokrasi, küresel güçlerin işgal ve sömürü aracı olarak kullanılmaktadır. Demokrasi ihraç etmek için uğraşan bu güçler, kendi ülkelerinde dahi işine yaradığı oranda demokrasiye uygularlar. Ama sömürecekleri ülkelere her alanda demokrasi telkin ve tavsiye ederler. Kendileri birçok kurum ve kuruluşun idaresinde demokrasiyi hiç düşünmezler. Meselâ orduda, okullarda, hastanelerde, şirketlerde demokrasinin esamisi okunmaz. Fakat sosyal yapısını bozacakları ve sömürecekleri ülkelere, ailede bile demokrasiyi uygulamaları için baskı yaparlar.
Ne yazık ki, hükümetlerimiz ve özellikle de AKP hükümeti, bu oyuna gelmiş ve ülkemizi geri dönülmesi zor bir yola sokmuştur. Öyle ki, ‘ileri demokrasi’ denilerek stratejik kurumlarımız, madenlerimiz ve topraklarımız yabancılara satıldı. Daha açık ifadeyle, “demokratikleşme” adı altında bağımsızlığımız peşkeş çekiliyor. Bu uygulamalara itiraz edenleri, “özgürleşiyoruz, demokrasimizi yükseltiyoruz” söylemleriyle susturdular. Susturamadıkları tek ses Prof. Dr. Haydar Baş’ın sesidir. Ecdadımız gibi bağımsızlığımızı yaşatmak istiyorsak, bu sese kulak ve destek vermek zorundayız.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018