Bir şehrin kurtuluş yıldönümü dolayısıyla peşpeşe dört yazı yazmamız belki yadırganabilir. Ama bu şehir milli mücadelenin ilk kıvılcımlarının çakıldığı, her çeşit mandacılığa karşı onurlu direniş kararının alındığı Erzurum ise... İkinci Abdülhamit Han'ın, Doğu orduları komutanı Gazi Ahmet Muhtar Paşa'ya çektiği telgrafta: "Evladım, Erzurum Asya kıtasının kilididir, müdafaası ona göre yapıla" diye tenbihatta bulunduğu şehir ise...
Rus'undan, Ermeni'sinden, İngiliz'inden en çok çeken, Haçlı zulmünü iliklerine kadar yaşayan, her köyünde, Ermeniler tarafından yakılan, toplu mezarlar bulunan bir şehir olduğu halde, dinlerarası diyalog masalının en çok anlatıldığı, en çok dinleyici bulduğu, dedelerinin katillerini torunlarına sevdirme projesi için pilot bölge seçildiği bir diyar olması hasebiyle yüzlerce makale yazmaya değer bir konu.
1967 yılında valiliğin organizesinde yayınlanan "Erzurum İl Yıllığı" adlı çalışmadan, 12 Mart öncesine bir pencere açalım ve o kara günlere bir kez daha göz atalım:
"Kars Kapısı, Mahalle Başı, Gülahmet ve Tahtacılar istikametinden ilerleyen düşman süvarisi, Taşmağazaların kuzeyindeki köprüye geldiklerinde, koltuklarında birer top kumaş bulunan iki Mehmetçik, habersiz olarak düşmanla karşılaşınca kumaşları atarak diz çöküp namluları düşmana çevirirler. Rus komutan yanındaki mütercim ve kılavuz vasıtası ile: "Şu neferlere söyle, lüzumsuz yere ateş etmesinler, tüfeklerini bırakıp gitsin bir yerde saklansınlar. Burada atacakları bir kaç mermi netice üzerinde değişiklik yapmaz" dediğinde, neferler: "Silah namustur, teslim edilmez" diyerek Rus kazak süvarisini birbirine katarlar ve takriben sekiz-on düşman öldürdükten sonra Kasımpaşa mahallesine doğru kaçarlar.
11 Mart 1918 günü öğleden sonra Gümüşlü Kümbet sokağında Limoncu Rasim Efendi'nin evine iki Ermeni girer. Etrafı ararlar, mutfağın içerisindeki sekiye çıkarak sandıkları açarlar. Rasim Efendi'nin 15 yaşlarındaki kızı Sebile kendi sandığının açılmasına müdahale eder. Ermenilerden birisi Sebile'nin kolunu sıkarak "Ne kadar da güzelsin" deyince, Sebile direkte asılı duran bakır tencereyi Ermeni'nin başına indirir, yere yuvarlar ve kaçar. Komşuların müdahalesiyle Ermeniler evi terk ederler."
Dünkü yazımızı okuyamayanlar için tekrar hatırlatalım; Kargapazarı cephesinde yaralanan, ağır kış şartlarında eli-ayağı üşüyen Mehmetçiklerimiz, yakında bir köyde kurulmuş olan hastanede tedavi olmak için gidiyorlar, ertesi gün cenazeleri çıkıyor, meğer bir gayr-i müslim doktor, yaralı askerlerimizin icabına bakıyormuş.
Şimdi, dokuz-on yıldır diyalog havariliği yapan arkadaşlar, yazdıklarıyla, yaptıklarıyla, programlarıyla Haçlıların gerçek yüzünü bu masum halkımızdan saklıyorlar, Erzurumlu'ya diyorlar ki; her ne kadar yakın tarihde bu tür vahşetler yaşanmıssa da, artık bunları unutalım, şimdi diyalog zamanı. Hem bugünkü Haçlılar, dün dedelerimizi katledenlerin torunları ama, eteklerindeki bütün taşları dökmüşler, kinden, nefretten, düşmanlıktan arınmışlar! Peki tarih ne diyor, dün yaşananlar, bugün yaşananlar, Afganistan, Irak, Kıbrıs?..
Reyhani'nin son dörtlüğü ile bitirelim:
Reyhani'yim bilmem bu nasıl alem
Bugünü yazmaya yetmiyor kalem
Şehitlere rahmet sağlara selam
Gel on İki Mart'ım gel dertleşelim.
Rus'undan, Ermeni'sinden, İngiliz'inden en çok çeken, Haçlı zulmünü iliklerine kadar yaşayan, her köyünde, Ermeniler tarafından yakılan, toplu mezarlar bulunan bir şehir olduğu halde, dinlerarası diyalog masalının en çok anlatıldığı, en çok dinleyici bulduğu, dedelerinin katillerini torunlarına sevdirme projesi için pilot bölge seçildiği bir diyar olması hasebiyle yüzlerce makale yazmaya değer bir konu.
1967 yılında valiliğin organizesinde yayınlanan "Erzurum İl Yıllığı" adlı çalışmadan, 12 Mart öncesine bir pencere açalım ve o kara günlere bir kez daha göz atalım:
"Kars Kapısı, Mahalle Başı, Gülahmet ve Tahtacılar istikametinden ilerleyen düşman süvarisi, Taşmağazaların kuzeyindeki köprüye geldiklerinde, koltuklarında birer top kumaş bulunan iki Mehmetçik, habersiz olarak düşmanla karşılaşınca kumaşları atarak diz çöküp namluları düşmana çevirirler. Rus komutan yanındaki mütercim ve kılavuz vasıtası ile: "Şu neferlere söyle, lüzumsuz yere ateş etmesinler, tüfeklerini bırakıp gitsin bir yerde saklansınlar. Burada atacakları bir kaç mermi netice üzerinde değişiklik yapmaz" dediğinde, neferler: "Silah namustur, teslim edilmez" diyerek Rus kazak süvarisini birbirine katarlar ve takriben sekiz-on düşman öldürdükten sonra Kasımpaşa mahallesine doğru kaçarlar.
11 Mart 1918 günü öğleden sonra Gümüşlü Kümbet sokağında Limoncu Rasim Efendi'nin evine iki Ermeni girer. Etrafı ararlar, mutfağın içerisindeki sekiye çıkarak sandıkları açarlar. Rasim Efendi'nin 15 yaşlarındaki kızı Sebile kendi sandığının açılmasına müdahale eder. Ermenilerden birisi Sebile'nin kolunu sıkarak "Ne kadar da güzelsin" deyince, Sebile direkte asılı duran bakır tencereyi Ermeni'nin başına indirir, yere yuvarlar ve kaçar. Komşuların müdahalesiyle Ermeniler evi terk ederler."
Dünkü yazımızı okuyamayanlar için tekrar hatırlatalım; Kargapazarı cephesinde yaralanan, ağır kış şartlarında eli-ayağı üşüyen Mehmetçiklerimiz, yakında bir köyde kurulmuş olan hastanede tedavi olmak için gidiyorlar, ertesi gün cenazeleri çıkıyor, meğer bir gayr-i müslim doktor, yaralı askerlerimizin icabına bakıyormuş.
Şimdi, dokuz-on yıldır diyalog havariliği yapan arkadaşlar, yazdıklarıyla, yaptıklarıyla, programlarıyla Haçlıların gerçek yüzünü bu masum halkımızdan saklıyorlar, Erzurumlu'ya diyorlar ki; her ne kadar yakın tarihde bu tür vahşetler yaşanmıssa da, artık bunları unutalım, şimdi diyalog zamanı. Hem bugünkü Haçlılar, dün dedelerimizi katledenlerin torunları ama, eteklerindeki bütün taşları dökmüşler, kinden, nefretten, düşmanlıktan arınmışlar! Peki tarih ne diyor, dün yaşananlar, bugün yaşananlar, Afganistan, Irak, Kıbrıs?..
Reyhani'nin son dörtlüğü ile bitirelim:
Reyhani'yim bilmem bu nasıl alem
Bugünü yazmaya yetmiyor kalem
Şehitlere rahmet sağlara selam
Gel on İki Mart'ım gel dertleşelim.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Tuttuğumuz oruç bizi tutamıyorsa… / 06.03.2025
- Merhaba ey Hak’tan ferman merhaba! / 04.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Tuttuğumuz oruç bizi tutamıyorsa… / 06.03.2025
- Merhaba ey Hak’tan ferman merhaba! / 04.03.2025