Kanuni Sultan Süleyman Han'a, veziri, "Ruslar borç para istiyorlar ne yapalım?" diye arz edince, "Hemen verin!" der. Vezir vermekte tereddüt edince, "Ver ver!.. Bugün borç alan yarın emir alır" der. Ekonomik bağımsızlığın siyasi bağımsızlığın ilk şartı olduğunu bu tarihi örnek çok iyi anlatır.
1838'de İngiltere ile yapılan daha sonra diğer ülkelerle devam eden Ticaret Antlaşmaları (kapitülasyonlar) bir dönüm noktasıdır Osmanlı tarihinde. Bu kapitülasyonlarla yabancılara verilen ayrıcalıklar Osmanlının kendi vatandaşlarına verdiklerinden fazlaydı.
Yabancı tüccarlar sınırsız ayrıcalıkla ve vergi ödemeden, denetimden uzak her işe girdiler. Daha sonra bu ayrıcalıklar yerli azınlıklara da verildi. Devletin tüm gelir kaynakları kapitülasyona bağlanmış olduğundan, 1854'de Kırım Savaşı'nın finansmanı ile dış borçlanma gündeme girdi, bunu mali iflas izledi.
1881'de Duyunu Umumiye İdaresi kurularak bazı gelirlerin denetimi yabancılardan oluşan bir kurula verildi. Ödenmeyen borçlara karşılık ülkenin doğal kaynaklarına dış ülkeler el koydu ve bu kaynakları işletecek bir çıkar şirketi kurdular. Bu idare uzun yıllar devam etti. 1914 yılında bütün devlet gelirlerinin % 30'unu kontrol ediyorlardı. Duyunu Umumiye ile Osmanlı Devleti sadece ekonomik bağımsızlığını kaybetmiş olmuyor aynı zamanda mali esarete de girmiş oluyordu.
Osmanlı Devleti 1854 Kırım Savaşını finanse etmek için aldığı dış borçtan ancak 100 yıl sonra 1954 yılında kurtulabildi.
Duyunu Umumiyenin kurulmasıyla devlet, ekonomik bağımsızlığını resmen kaybetti. Ekonomik bağımsızlığını kaybeden devletin siyasi bağımsızlığından bahsetmek mümkün değildi. Nitekim, 1839'daki Tanzimat Fermanı, 1856'daki Islahat Fermanı, 1876'daki Kanun-i Esasiye'nin kabulü ve daha sonraki antlaşmalar hepsi de onların menfaatleri doğrultusunda neticelenmiştir.
Bu tarihi bilgiler size bir fikir veriyordur sanırım. Sadece bizim tarihimizden seçtiğimiz bu örneklerin pek çoğu yaşanıyor küreselleşen dünyamızda. Ülkelerin yaşam şansını, alabileceği borçlarla bağışlayan küresel güçlerin denetimindeki küresel kurumlar o ülkelerin sadece ekonomik değil, siyasi yapısını da şekillendirmeye, dönüştürmeye, değiştirmeye başlıyorlar.
Uluslararası faiz oranlarındaki 1 puanlık artış, gelişmekte olan ülkelerin borçlarını 6 milyar dolar arttırıyor. Bir süre sonra faizler düşünce anapara ve faizlerin ülke dışına çıkmasıyla birlikte devalüasyon zorunluluğu ortaya çıkıyor. Bundan sonra krize giren ve riski artan ülkeye tek borç verecek kuruma başvurulur; IMF'ye. Alınan bu borçların tümü de faiz ödemelerine gidince; borç yükü katlanarak artarak borç alan ülkeleri bir krizden diğerine sürükler.
Borç tuzağına girmiş ülkelerin bu tuzaktan kurtulma şansı yoktur. Sermaye ihtiyacı vardır. Borç bulunamazsa krize girecektir. IMF'ye mahkumdur.
IMF ise bu durumdan her zaman memnun ve borç vermeye hazırdır. Çünkü uluslararası tefecilerin paralarını pazarlayan bu kuruluş, borç verdiği ülkelerden küçük(!) yapısal ve finansal değişiklikler isteme hakkını kendinde bulur. Parayı o vermiştir ve bu paranın akıbetini kontrol de kendi işidir. Borçlandığınız parayı gerekli gördüğünüz şekilde kullanma hakkınız yoktur. Zira bu parayla üretim yapmaya kalkarsanız; IMF'nin çarkına çomak sokmuş olursunuz.
Ülkemizin stratejik kurumlarının satışları IMF'nin serbest bırakacağı her kredi dilimiyle birlikte dilim dilim elimizden çıkıyor. Krize sokulan piyasaların ardında Telekom, Tüpraş, Şeker Fabrikaları... daha neler neler haraç mezat satışa çıkarılması isteniyor IMF tarafından. Türkiye Kasım 2000 de patlayan krizin ardından borç alabilmek için inanılmaz tavizler veriyor.
Türkiye IMF'nin talepleriyle üst kurullar ülkesine dönüştü. Hükümet bile bu kurullara söz geçiremiyor. Başbakan dahi özerk (direkt dışarıya bağımlı) üst kurulları denetleyememekten ve söz geçirememekten şikayet ediyor. Daha bir yıl önce IMF'nin ricalarıyla kurulan bu kurullara ülkenin başbakanı dahi söz geçiremiyorsa, varın gerisini siz düşünün.
1838'de İngiltere ile yapılan daha sonra diğer ülkelerle devam eden Ticaret Antlaşmaları (kapitülasyonlar) bir dönüm noktasıdır Osmanlı tarihinde. Bu kapitülasyonlarla yabancılara verilen ayrıcalıklar Osmanlının kendi vatandaşlarına verdiklerinden fazlaydı.
Yabancı tüccarlar sınırsız ayrıcalıkla ve vergi ödemeden, denetimden uzak her işe girdiler. Daha sonra bu ayrıcalıklar yerli azınlıklara da verildi. Devletin tüm gelir kaynakları kapitülasyona bağlanmış olduğundan, 1854'de Kırım Savaşı'nın finansmanı ile dış borçlanma gündeme girdi, bunu mali iflas izledi.
1881'de Duyunu Umumiye İdaresi kurularak bazı gelirlerin denetimi yabancılardan oluşan bir kurula verildi. Ödenmeyen borçlara karşılık ülkenin doğal kaynaklarına dış ülkeler el koydu ve bu kaynakları işletecek bir çıkar şirketi kurdular. Bu idare uzun yıllar devam etti. 1914 yılında bütün devlet gelirlerinin % 30'unu kontrol ediyorlardı. Duyunu Umumiye ile Osmanlı Devleti sadece ekonomik bağımsızlığını kaybetmiş olmuyor aynı zamanda mali esarete de girmiş oluyordu.
Osmanlı Devleti 1854 Kırım Savaşını finanse etmek için aldığı dış borçtan ancak 100 yıl sonra 1954 yılında kurtulabildi.
Duyunu Umumiyenin kurulmasıyla devlet, ekonomik bağımsızlığını resmen kaybetti. Ekonomik bağımsızlığını kaybeden devletin siyasi bağımsızlığından bahsetmek mümkün değildi. Nitekim, 1839'daki Tanzimat Fermanı, 1856'daki Islahat Fermanı, 1876'daki Kanun-i Esasiye'nin kabulü ve daha sonraki antlaşmalar hepsi de onların menfaatleri doğrultusunda neticelenmiştir.
Bu tarihi bilgiler size bir fikir veriyordur sanırım. Sadece bizim tarihimizden seçtiğimiz bu örneklerin pek çoğu yaşanıyor küreselleşen dünyamızda. Ülkelerin yaşam şansını, alabileceği borçlarla bağışlayan küresel güçlerin denetimindeki küresel kurumlar o ülkelerin sadece ekonomik değil, siyasi yapısını da şekillendirmeye, dönüştürmeye, değiştirmeye başlıyorlar.
Uluslararası faiz oranlarındaki 1 puanlık artış, gelişmekte olan ülkelerin borçlarını 6 milyar dolar arttırıyor. Bir süre sonra faizler düşünce anapara ve faizlerin ülke dışına çıkmasıyla birlikte devalüasyon zorunluluğu ortaya çıkıyor. Bundan sonra krize giren ve riski artan ülkeye tek borç verecek kuruma başvurulur; IMF'ye. Alınan bu borçların tümü de faiz ödemelerine gidince; borç yükü katlanarak artarak borç alan ülkeleri bir krizden diğerine sürükler.
Borç tuzağına girmiş ülkelerin bu tuzaktan kurtulma şansı yoktur. Sermaye ihtiyacı vardır. Borç bulunamazsa krize girecektir. IMF'ye mahkumdur.
IMF ise bu durumdan her zaman memnun ve borç vermeye hazırdır. Çünkü uluslararası tefecilerin paralarını pazarlayan bu kuruluş, borç verdiği ülkelerden küçük(!) yapısal ve finansal değişiklikler isteme hakkını kendinde bulur. Parayı o vermiştir ve bu paranın akıbetini kontrol de kendi işidir. Borçlandığınız parayı gerekli gördüğünüz şekilde kullanma hakkınız yoktur. Zira bu parayla üretim yapmaya kalkarsanız; IMF'nin çarkına çomak sokmuş olursunuz.
Ülkemizin stratejik kurumlarının satışları IMF'nin serbest bırakacağı her kredi dilimiyle birlikte dilim dilim elimizden çıkıyor. Krize sokulan piyasaların ardında Telekom, Tüpraş, Şeker Fabrikaları... daha neler neler haraç mezat satışa çıkarılması isteniyor IMF tarafından. Türkiye Kasım 2000 de patlayan krizin ardından borç alabilmek için inanılmaz tavizler veriyor.
Türkiye IMF'nin talepleriyle üst kurullar ülkesine dönüştü. Hükümet bile bu kurullara söz geçiremiyor. Başbakan dahi özerk (direkt dışarıya bağımlı) üst kurulları denetleyememekten ve söz geçirememekten şikayet ediyor. Daha bir yıl önce IMF'nin ricalarıyla kurulan bu kurullara ülkenin başbakanı dahi söz geçiremiyorsa, varın gerisini siz düşünün.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mustafa Çiçek / diğer yazıları
- Birlik çağrısı / 27.10.2014
- Yol ayrımı / 15.08.2014
- Ey cumhur, kimi seçmek istersin?.. / 26.07.2014
- Yazmadan önce okumayı öğrenmek / 24.07.2014
- Ya Büyük İsrail, Ya Büyük Türkiye!.. / 22.07.2014
- Özgürleşme ve İslam Dünyası / 18.07.2014
- Cumhurbaşkanı ne iş yapar? / 16.07.2014
- Ramazanın çağrıştırdıkları... / 08.07.2014
- Geleceğin inşası / 19.06.2014
- Soma faciası ve madenlerde yaşam odası zorunluluğu... / 23.05.2014
- Yol ayrımı / 15.08.2014
- Ey cumhur, kimi seçmek istersin?.. / 26.07.2014
- Yazmadan önce okumayı öğrenmek / 24.07.2014
- Ya Büyük İsrail, Ya Büyük Türkiye!.. / 22.07.2014
- Özgürleşme ve İslam Dünyası / 18.07.2014
- Cumhurbaşkanı ne iş yapar? / 16.07.2014
- Ramazanın çağrıştırdıkları... / 08.07.2014
- Geleceğin inşası / 19.06.2014
- Soma faciası ve madenlerde yaşam odası zorunluluğu... / 23.05.2014