Her insan bedel öder. İstese de öder, istemese de öder. Çünkü hayatın bir anlamı da bedel ödemektir. Bu bedel ödeme bazen hatalarımızdan, bazen ihtiyaçlarımızdan, bazen de ihtiraslarımızdan kaynaklanır. Mesela; Zamanında önünüze gelen fırsatları değerlendirmediğiniz için, yapmanız gerekenleri yapmadığınız için şimdi bulunduğunuz hal, mevki kendimizi tatmin etmemektedir. Bu bir bedeldir. Sonra aileniz, anne, babanız, milletiniz, devletiniz için yerine göre canımızı ortaya koyarız. Bu da bir bedeldir. Ya da anlık gafletle bir suça, hoş olmayan bir olaya karışırız. Bu da bir bedeldir. Tabi bu bedelleri hep kendimiz arta kalanı da ailemiz, anne, babamız öder. Kimse de şikayetçi olmaz. Çünkü ortada bir hesap varsa ve bu hesaba siz sebep olmuşsanız, bedelini de ya siz ya da vasileriniz ödeyecektir.
İşte bu noktada bedel ödemeye “evet” ama birilerinin bedelini ödemeye “hayır”. Birilerinin bize bedel ödetmesine daha da büyük “hayır”. Ama “hayırda” “hayır” olduğunu bu millete pek öğretemedik. Ve milletimiz tarih boyu, hem kendi hayatının bedelini ödediği gibi hem de baş tacı yaptığı “başıboşların” yaptıkları tarihi hataların bedelini de ödedi.
Sadece yakın tarihimize baktığımızda bile; Birilerinin laflarına kanarak, kardeş kardeşe düşman olduk. İşte o birileri yatlarında, katlarında sevgililerini ağırlarken, biz sokak başlarında derin pusulara daldık. Hem de öz kardeşlerimize karşı. Yine o birileri bal, kaymak yiyip, evlerinde besledikleri köpekleri bile obez olurken, sen, ben hak, eşitlik, adalet vs. söylemlerle kavga ettik, düşman olduk. Yine o birilerine inandık; Cihat için (Yahudi ve Hristiyanlara karşı) paralar verdik, malımız yanında canımızı da avuçlarına bıraktık. O da nesi! Bizim cihat için ortaya koyduğumuz can ve mal, dünyalık mal ve makam için harcanmış.
Akıllanmadık! Hikmet aradık. İkinci uyarı geldi; Kime karşıydı cihadımız? Haçlılara karşı. Çünkü tarih boyu ve halen içlerindeki kin bitmemişti ve bitmeyecekti. İşte bu kine karşı bir duruş göstermeliydik. Gösterdik mi? Hayır. Neden? Çünkü gözü yaşlı vaiz ve fikir babası, bizim Allah yolunda cihat ettiğimiz, bizi yok etmek isteyen haçlı zihniyetini cennete gönderdi! Adına hoşgörü, diyalog vs. dediler. Kimimiz kandı, kimimiz inandı, kimimiz afalladı. Bizim gibiler ise isyan etti. Ama bedeli hep, hep beraber ödedik.
Ve geldik yol ayrımına, tarihin sonuna. Ey Erdoğan! Biz, ABD uğruna kardeş katili olmak istemiyoruz. Senin ihtirasların uğruna murdar olmak istemiyoruz. Eğer hatalarının, ihtiraslarının bedelini yalnız sen ve arkadaşların ödeyecekse, buyurun Suriye önünüzde. Ama bu millete bu bedeli ödetmeye hakkınız yok. Sakın! Müslüman kanı akıtılmasına sebep olmayın. Yoksa bu kan iki dünyada da sizi boğar.
Hukuk hukukun neresinde
Şimdi gündem değişse de, bir ara ülkemiz gündemine hafifçe giriverdi “hukuk”. Anayasa mahkemesi başkanı, siyasetin yargıya müdahale etmemesi gerektiğini vurguladı.
Allah, Allah... Ne oldu? Hangi derede kurt öldü? Sorularını soramadan hükümet frene bastı. Yok öyle şey, kendine gel, biz kuvvetler ayrımını ilke edinmiş bir partiyiz vs. lafları edildi. Sahi bu çıkış hükümete mi yapılmıştı!
Açık söyleyeyim; Haşim Kılıç’ın bu açıklamasını daha en baştan ben samimi bulmamıştım. En basitinden; Şimdiye kadar neredeydin? Sorusuna haklı bir cevap veremez Sayın Başkan. Ya neden böyle bir çıkış yapıldı? Bence fay hatları iyice gerilmişti. Artık faylar bu yükü taşıyamıyordu. Özellikle balyoz davasında skandal üzerine skandallar yaşanıyordu. Öte taraftan “fenerin” artık tam olarak söndürülmesi lazımdı. Artı Şike vs. olayları derken büyük depremleri önlemek için fayların (VATANDAŞIN) gazının alınması ve fayların (VATANDAŞIN) rahat ettirilmesi lazımdı.
Aynen öyle oldu. Vatandaş rahatladı. Ardından “Balyoz”a devam, “Fener” de ise çete, örgüt filan yok. Ya görevi ihmal. Ya önceki savcılar niye böyle iddialara girmişti? Çünkü onlar alfabedeki -F- harfine hoşgörülü bakmıyorlardı da ondan! Zaten bu hoşgörüsüzlüğün bedelini ödediler aynen hükümet ve malum cemaat aleyhine hüküm veren hakim ve savcılar gibi. (Not; Muharrem Bayraktarın 10 Nisan tarihli yazısında gerekli delilleri açıkça bulabilirsiniz)
Neticede deriz ki; Bu ülkede siyaset (Erdoğan’dan önce de) yargıyı etki altına almaya çalışmamıştır. Direk etkilemiştir. Ama hiçbir dönemde bu kadar açıktan, bu kadar yanlı, bu kadar vahim, bu kadar taraflı, olmamıştı.
İktidarın görevi
İktidarın bir görevi de vatandaşına iş bulmak, aş bulmaktır. Ama gel gör ki, iş başına gelenler bu asli görevi bırakıp, sadakacılığa soyunuyorlar. Yani seni önce aç bırakıp, sonra kapına bir iki koli göndererek ömür boyu minnet altına alıyorlar. Yıllardır hep böyle olmadı mı? Bir siyasetçi iş buldu, ömür boyu oyunu aldı. Diğeri makarna ihtiyacını karşıladı aynen öyle oldu. Diğeri Ankara’dan selam gönderdi, o selam ömür boyu sana yetti. Yani vefa ile kullanılmayı birbirinden ayırt edemedik, hala da edemiyoruz.
Şimdi AKP dönemine bakın! Rakamlar işsizliğin, ekonominin, üretimin bittiğini haykırıyor. Ama aynı rakamlar Cumhuriyet tarihinin en cömert partisi AKP’dir de diyor. Bu işte bir terslik var.
Evet, AKP asli görevini yapmadığı için ekonomi can derdinde, insanlar iş derdinde, faiz almış başını gidiyor, cari açıkta lideriz vs. Ama AKP üzerine farz olmayan hatta kendi tekelinde olmayan, milletin tamamının hakkı olan devlet malını, gelirlerini milletin bazı kesimlerine (tabi kendi belirledikleri) yardım (sadaka) olarak aktardılar. Zaten AKP’nin üç dönemdir oy artırarak iktidar olmasının bir şifresi de bu devlet kesesinden yapılan yardımlardır.
Yani AKP’nin mantığı; Ne verirsen elinle, oy gelir sandığa, mantığıdır. Sadece geçen yıl kaç vergi affı çıkardılar bir hatırlayın. Ve kimin parasını, hangi hakla affediyorsunuz? Mesela Ey berber kardeşim! Senden vergisini takır, takır alan zihniyet Aydın Doğan’dan, Koç’tan vs. alabiliyor mu? Son olarak iktidarın bu yıl için ayırdığı ve adına sosyal yardım dedikleri payın miktarını biliyor musunuz? 8 milyar 635 milyon lira (eski parayla 8 katrilyon, 635 milyar lira)
Ha, bu paydan AKP’li olanlar faydalanabilir. Sonra demedi demeyin!
İşte bu noktada bedel ödemeye “evet” ama birilerinin bedelini ödemeye “hayır”. Birilerinin bize bedel ödetmesine daha da büyük “hayır”. Ama “hayırda” “hayır” olduğunu bu millete pek öğretemedik. Ve milletimiz tarih boyu, hem kendi hayatının bedelini ödediği gibi hem de baş tacı yaptığı “başıboşların” yaptıkları tarihi hataların bedelini de ödedi.
Sadece yakın tarihimize baktığımızda bile; Birilerinin laflarına kanarak, kardeş kardeşe düşman olduk. İşte o birileri yatlarında, katlarında sevgililerini ağırlarken, biz sokak başlarında derin pusulara daldık. Hem de öz kardeşlerimize karşı. Yine o birileri bal, kaymak yiyip, evlerinde besledikleri köpekleri bile obez olurken, sen, ben hak, eşitlik, adalet vs. söylemlerle kavga ettik, düşman olduk. Yine o birilerine inandık; Cihat için (Yahudi ve Hristiyanlara karşı) paralar verdik, malımız yanında canımızı da avuçlarına bıraktık. O da nesi! Bizim cihat için ortaya koyduğumuz can ve mal, dünyalık mal ve makam için harcanmış.
Akıllanmadık! Hikmet aradık. İkinci uyarı geldi; Kime karşıydı cihadımız? Haçlılara karşı. Çünkü tarih boyu ve halen içlerindeki kin bitmemişti ve bitmeyecekti. İşte bu kine karşı bir duruş göstermeliydik. Gösterdik mi? Hayır. Neden? Çünkü gözü yaşlı vaiz ve fikir babası, bizim Allah yolunda cihat ettiğimiz, bizi yok etmek isteyen haçlı zihniyetini cennete gönderdi! Adına hoşgörü, diyalog vs. dediler. Kimimiz kandı, kimimiz inandı, kimimiz afalladı. Bizim gibiler ise isyan etti. Ama bedeli hep, hep beraber ödedik.
Ve geldik yol ayrımına, tarihin sonuna. Ey Erdoğan! Biz, ABD uğruna kardeş katili olmak istemiyoruz. Senin ihtirasların uğruna murdar olmak istemiyoruz. Eğer hatalarının, ihtiraslarının bedelini yalnız sen ve arkadaşların ödeyecekse, buyurun Suriye önünüzde. Ama bu millete bu bedeli ödetmeye hakkınız yok. Sakın! Müslüman kanı akıtılmasına sebep olmayın. Yoksa bu kan iki dünyada da sizi boğar.
Hukuk hukukun neresinde
Şimdi gündem değişse de, bir ara ülkemiz gündemine hafifçe giriverdi “hukuk”. Anayasa mahkemesi başkanı, siyasetin yargıya müdahale etmemesi gerektiğini vurguladı.
Allah, Allah... Ne oldu? Hangi derede kurt öldü? Sorularını soramadan hükümet frene bastı. Yok öyle şey, kendine gel, biz kuvvetler ayrımını ilke edinmiş bir partiyiz vs. lafları edildi. Sahi bu çıkış hükümete mi yapılmıştı!
Açık söyleyeyim; Haşim Kılıç’ın bu açıklamasını daha en baştan ben samimi bulmamıştım. En basitinden; Şimdiye kadar neredeydin? Sorusuna haklı bir cevap veremez Sayın Başkan. Ya neden böyle bir çıkış yapıldı? Bence fay hatları iyice gerilmişti. Artık faylar bu yükü taşıyamıyordu. Özellikle balyoz davasında skandal üzerine skandallar yaşanıyordu. Öte taraftan “fenerin” artık tam olarak söndürülmesi lazımdı. Artı Şike vs. olayları derken büyük depremleri önlemek için fayların (VATANDAŞIN) gazının alınması ve fayların (VATANDAŞIN) rahat ettirilmesi lazımdı.
Aynen öyle oldu. Vatandaş rahatladı. Ardından “Balyoz”a devam, “Fener” de ise çete, örgüt filan yok. Ya görevi ihmal. Ya önceki savcılar niye böyle iddialara girmişti? Çünkü onlar alfabedeki -F- harfine hoşgörülü bakmıyorlardı da ondan! Zaten bu hoşgörüsüzlüğün bedelini ödediler aynen hükümet ve malum cemaat aleyhine hüküm veren hakim ve savcılar gibi. (Not; Muharrem Bayraktarın 10 Nisan tarihli yazısında gerekli delilleri açıkça bulabilirsiniz)
Neticede deriz ki; Bu ülkede siyaset (Erdoğan’dan önce de) yargıyı etki altına almaya çalışmamıştır. Direk etkilemiştir. Ama hiçbir dönemde bu kadar açıktan, bu kadar yanlı, bu kadar vahim, bu kadar taraflı, olmamıştı.
İktidarın görevi
İktidarın bir görevi de vatandaşına iş bulmak, aş bulmaktır. Ama gel gör ki, iş başına gelenler bu asli görevi bırakıp, sadakacılığa soyunuyorlar. Yani seni önce aç bırakıp, sonra kapına bir iki koli göndererek ömür boyu minnet altına alıyorlar. Yıllardır hep böyle olmadı mı? Bir siyasetçi iş buldu, ömür boyu oyunu aldı. Diğeri makarna ihtiyacını karşıladı aynen öyle oldu. Diğeri Ankara’dan selam gönderdi, o selam ömür boyu sana yetti. Yani vefa ile kullanılmayı birbirinden ayırt edemedik, hala da edemiyoruz.
Şimdi AKP dönemine bakın! Rakamlar işsizliğin, ekonominin, üretimin bittiğini haykırıyor. Ama aynı rakamlar Cumhuriyet tarihinin en cömert partisi AKP’dir de diyor. Bu işte bir terslik var.
Evet, AKP asli görevini yapmadığı için ekonomi can derdinde, insanlar iş derdinde, faiz almış başını gidiyor, cari açıkta lideriz vs. Ama AKP üzerine farz olmayan hatta kendi tekelinde olmayan, milletin tamamının hakkı olan devlet malını, gelirlerini milletin bazı kesimlerine (tabi kendi belirledikleri) yardım (sadaka) olarak aktardılar. Zaten AKP’nin üç dönemdir oy artırarak iktidar olmasının bir şifresi de bu devlet kesesinden yapılan yardımlardır.
Yani AKP’nin mantığı; Ne verirsen elinle, oy gelir sandığa, mantığıdır. Sadece geçen yıl kaç vergi affı çıkardılar bir hatırlayın. Ve kimin parasını, hangi hakla affediyorsunuz? Mesela Ey berber kardeşim! Senden vergisini takır, takır alan zihniyet Aydın Doğan’dan, Koç’tan vs. alabiliyor mu? Son olarak iktidarın bu yıl için ayırdığı ve adına sosyal yardım dedikleri payın miktarını biliyor musunuz? 8 milyar 635 milyon lira (eski parayla 8 katrilyon, 635 milyar lira)
Ha, bu paydan AKP’li olanlar faydalanabilir. Sonra demedi demeyin!
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- Sahada yaşananlar Erdoğan’ı teyit etmiyor / 17.04.2025
- Erdoğan’ın ‘fakir fukara garip gureba’ çıkışı / 16.04.2025
- O zaman nedir bu Milli Ekonomi Modeli? / 15.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -2- / 14.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Erdoğan’ın ‘fakir fukara garip gureba’ çıkışı / 16.04.2025
- O zaman nedir bu Milli Ekonomi Modeli? / 15.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -2- / 14.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025