Atatürk’ün Müslüman devletlerle hukuku -1-
Atatürk’ün hayatı incelendiğinde; Hıristiyan Batı’nın işgal ettiği Anadolu coğrafyasını kurtarmak için onlarla savaşan, hitabetinde Müslüman Türk’ü yücelten, gerçek İslam’ı ve gerçek din âlimlerini öven ve yanından ayırmayan, Kur’an okuyan, namaz kılan, oruç tutan bir lider çıkar karşımıza
28.02.2025 00:13:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Atatürk'ün hayatı incelendiğinde; Hıristiyan Batı'nın işgal ettiği Anadolu coğrafyasını kurtarmak için onlarla savaşan, hitabetinde Müslüman Türk'ü yücelten, gerçek İslam'ı ve gerçek din âlimlerini öven ve yanından ayırmayan, Kur'an okuyan, namaz kılan, oruç tutan bir lider çıkar karşımıza.
Ve farkında mısınız bu lider, döneminde hiçbir Müslüman devlete savaş açmadığı gibi, Kurtuluş Savaşı ile ezilen Müslüman devletler için bir örnek olmuştur.
Bu örnek oluşta Batı'nın emperyalist yayılmacı zihniyetine karşı bir başkaldırı ile onlara sahip çıkış da vardır.
Ancak bu sahip çıkış, enkazından yeni bir devleti oluşturduğu Osmanlı dönemindeki siyasetten farklı bir seyir izlemiştir.
Adeta o dönemin Türkiye'si, Arap İslam devletlerine, şimdiki Türk cumhuriyetlerine, İslam âlemine bir ağabey olmuştur.
Bakınız, Osmanlı padişahlarının siyasetlerini nasıl eleştirir:
"... Efendiler, Osmanlı tarihini tetkik edersek görürüz ki, bu bir milletin tarihi değildir. Milletimizin mazideki halini ifade eden bir şey değildir.
Belki milletin ve milletin başına geçen insanların hayatlarına, ihtiraslarına, teşebbüslerine ait bir hikâyedir...
Belki devletin ve milletin başına geçen insanların kendilerine mahsus siyasetleri vardı veyahut hiç siyasetleri yoktu.
Mesela, Fatih Sultan Mehmet, kendi ecdadından tesis etmiş olduğu Osmanlı Devleti ile Selçuklu Devleti tacına tevarüs etmişti ve İstanbul'un fethiyle Şarkî Osmanlı İmparatorluğu'na da tevasü etmişti. (genişlemişti).
Bundan sonra garba doğru tevasü (genişlemek) istiyordu. Fatih arzu ediyordu ki, Roma'yı da alsın ve Garbî İmparatorluğu tacını da başına koysun.
Birçok Avrupa ülkeleri zapt olundu fakat oralarda İslam anasırı yoktu; milet-i muhtelife (değişik milletler) vardı.
Denilebilir ki, Fatih'in siyaseti bir Garp siyaseti idi. Fatih'in ölümünden sonra Bayezid başka bir siyaset takip etti. Bu siyasetin rengi kabil-i ifade değildir.
Bayezid çok mütedeyyin ve itikadı taassub derecesinde idi. Fatih'in siyasetini takip etmedi.
Sonra Yavuz Sultan Selim geldi. O da başka bir siyasete teveccüh etti. Garp siyasetini bıraktı. Şark siyaseti, ittihad-ı İslam (Müslümanların birleşmesi) siyaseti takip etti. İran istikametinde nüfuzu iktidarını ibraz etti ve Mısır seferi neticesinde de hilafeti aldı.
Vefatında yerine geçen Kanuni başka bir siyaset takip etti. Yani hem Şark, hem Garp siyasetini takip eyledi, iki cepheli siyaset...
Belli başlı dört sultandan başka diğerlerini nazar-ı itibare alırsak onların hiçbir siyaset takip etmedikleri görülüyor."
Atatürk özellikle Müslüman dünya ile yakın ilişkiler kurmuş; onlara örnek bir lider haline gelmiştir.
Bu örnek oluş Türk ve Müslüman kimliğin öne çıkarıldığı; diğer halkların haklarına saygılı, onları egemenlik altına almak üzerine kurulu olmayan, bağımsızlıklarına saygılı bir dış politikadır.
Bir Bektaşî olan Atatürk'ün, Şii dünyanın başı İran'ın şahı Rıza Pehlevi ile olan dostluğu bilinmektedir.
Öyle ki, Şah Pehlevi Atatürk'e "menim birader" diyecek kadar yakın hissetmektedir kendisini.
Bakınız, henüz Meclis yeni açıldığı zamandan bahsediyoruz. 1920 senesinden. Siz hangi "dinsiz" Atatürk'ten bahsediyorsunuz.
Atatürk, henüz 1920 senesinde, İslam devletleri ile ileride kurulabilecek birlikteliklerden bahsediyor.
Ülkeyi işgal eden güçleri şuurlu bir şekilde haçlı olarak vasfeden ve işgali haçlı işgali olarak değerlendiren Atatürk, İslam devletleri ile inanç temelinde birleşerek birliktelikler kurmaktan söz ediyor. Devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eseri sh: 801)
Ve farkında mısınız bu lider, döneminde hiçbir Müslüman devlete savaş açmadığı gibi, Kurtuluş Savaşı ile ezilen Müslüman devletler için bir örnek olmuştur.
Bu örnek oluşta Batı'nın emperyalist yayılmacı zihniyetine karşı bir başkaldırı ile onlara sahip çıkış da vardır.
Ancak bu sahip çıkış, enkazından yeni bir devleti oluşturduğu Osmanlı dönemindeki siyasetten farklı bir seyir izlemiştir.
Adeta o dönemin Türkiye'si, Arap İslam devletlerine, şimdiki Türk cumhuriyetlerine, İslam âlemine bir ağabey olmuştur.
Bakınız, Osmanlı padişahlarının siyasetlerini nasıl eleştirir:
"... Efendiler, Osmanlı tarihini tetkik edersek görürüz ki, bu bir milletin tarihi değildir. Milletimizin mazideki halini ifade eden bir şey değildir.
Belki milletin ve milletin başına geçen insanların hayatlarına, ihtiraslarına, teşebbüslerine ait bir hikâyedir...
Belki devletin ve milletin başına geçen insanların kendilerine mahsus siyasetleri vardı veyahut hiç siyasetleri yoktu.
Mesela, Fatih Sultan Mehmet, kendi ecdadından tesis etmiş olduğu Osmanlı Devleti ile Selçuklu Devleti tacına tevarüs etmişti ve İstanbul'un fethiyle Şarkî Osmanlı İmparatorluğu'na da tevasü etmişti. (genişlemişti).
Bundan sonra garba doğru tevasü (genişlemek) istiyordu. Fatih arzu ediyordu ki, Roma'yı da alsın ve Garbî İmparatorluğu tacını da başına koysun.
Birçok Avrupa ülkeleri zapt olundu fakat oralarda İslam anasırı yoktu; milet-i muhtelife (değişik milletler) vardı.
Denilebilir ki, Fatih'in siyaseti bir Garp siyaseti idi. Fatih'in ölümünden sonra Bayezid başka bir siyaset takip etti. Bu siyasetin rengi kabil-i ifade değildir.
Bayezid çok mütedeyyin ve itikadı taassub derecesinde idi. Fatih'in siyasetini takip etmedi.
Sonra Yavuz Sultan Selim geldi. O da başka bir siyasete teveccüh etti. Garp siyasetini bıraktı. Şark siyaseti, ittihad-ı İslam (Müslümanların birleşmesi) siyaseti takip etti. İran istikametinde nüfuzu iktidarını ibraz etti ve Mısır seferi neticesinde de hilafeti aldı.
Vefatında yerine geçen Kanuni başka bir siyaset takip etti. Yani hem Şark, hem Garp siyasetini takip eyledi, iki cepheli siyaset...
Belli başlı dört sultandan başka diğerlerini nazar-ı itibare alırsak onların hiçbir siyaset takip etmedikleri görülüyor."
Atatürk özellikle Müslüman dünya ile yakın ilişkiler kurmuş; onlara örnek bir lider haline gelmiştir.
Bu örnek oluş Türk ve Müslüman kimliğin öne çıkarıldığı; diğer halkların haklarına saygılı, onları egemenlik altına almak üzerine kurulu olmayan, bağımsızlıklarına saygılı bir dış politikadır.
Bir Bektaşî olan Atatürk'ün, Şii dünyanın başı İran'ın şahı Rıza Pehlevi ile olan dostluğu bilinmektedir.
Öyle ki, Şah Pehlevi Atatürk'e "menim birader" diyecek kadar yakın hissetmektedir kendisini.
Bakınız, henüz Meclis yeni açıldığı zamandan bahsediyoruz. 1920 senesinden. Siz hangi "dinsiz" Atatürk'ten bahsediyorsunuz.
Atatürk, henüz 1920 senesinde, İslam devletleri ile ileride kurulabilecek birlikteliklerden bahsediyor.
Ülkeyi işgal eden güçleri şuurlu bir şekilde haçlı olarak vasfeden ve işgali haçlı işgali olarak değerlendiren Atatürk, İslam devletleri ile inanç temelinde birleşerek birliktelikler kurmaktan söz ediyor. Devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş Hoş Geldin Atatürk eseri sh: 801)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.