Yine aralık ayı. Ve yine gündem asgari ücret. Artık tüm haber programlarının ana konusu "asgari ücret."
İnanın asgari ücreti konuşmak insana zul geliyor. Adı üzerinde, 'asgari ücret'i konuşmamalıyız aslında. Çünkü eğer bir devlet söz konusuysa; bu devletin, vatandaşlarının özlük haklarının koruması şarttır. Sosyal devletin tanımında zaten bu var. Hepimizin bildiği gibi anayasamızda "sosyal bir hukuk devleti" olgusu, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel bir niteliği olarak belirtilmiştir. Sosyal devlet, "herkesin mutluluğu ve toplumun refahı amacıyla, vatandaşların sosyal durumlarıyla ilgilenen ve onlara asgari bir yaşam düzeyi sağlama görevi olan, bunu sosyal adalet ilkelerine göre yerine getirmesi beklenen devlet" demek değil midir?
Dolayısıyla devletin açlık sınırının altında bir "asgari ücret" uygulaması yapması hangi akla hizmettir? Yetmedi! Bırakın asgari ücretliyi, toplumun her kesiminin alım gücünün her geçen gün daha da azalmasına ne zaman dur denilecek?
Özel sektörden bir örnek vereceğim. İşveren dostlarımla konuşuyorum. "Yüksek ücretli kalifiye bir eleman işe başlatıyorum" diyor işveren dostum. "3 ay sonra bu kişi "Bu şartlar beni korumuyor. Bana biraz daha zam yapın" diye geliyor" diyor.
Başka bir örnek; hepimiz markete gidiyoruz. Hepimizde gözlemliyoruz; artık hiçbir zaman iki kere üst üste bir ürünü aynı fiyata mümkün değil alamıyoruz!
Dolayısıyla böyle bir ortamda, asgari ücrete şu kadar zam yapılacak, bu kadar yapılacak, yok yılda bir yapılacak, yok iki kere yapılacak. Bunlar hep laf-ı güzaftır.
Hükümet açıklama yapıyor, "artık asgari ücret 6 ayda bir değişecek." İyi güzel de her asgari ücret belirlemesinde daha para işçinin eline değmeden değersiz hal alıyor. Bırak 6 ayı, değer kaybetmesi, 1 ayı bile bulmuyor. Tabii, bir asgari ücret maaşıyla veya bir emekli maaşıyla bir ailenin geçimi nasıl sağlanacak? O da işin cabası.
Asgari ücret yoksulluk sınırının üzerinde olmalıdır
Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in yıllardır dediği gibi asgari ücret, yoksulluk ve açlık sınırının üzerinde olmalıdır. Daha düşük bir asgari ücret, teklif bile edilmemelidir. Ve de işveren de düşünülerek; asgari ücret ödemelerinde devlet desteklerini artırmalıdır. Hatta oturup dönem dönem toplantılar yapıp karar almak yerine, asgari ücret için bir sepet belirlenmelidir. Sepetin maddi değeri o gün ne ise, ona göre asgari ücret güncellenmelidir. Bu güncelleme aylık bile yapılabilir. Burada hükümetin esas görevi de asgari ücreti artırmak değil; ürünlerin maliyetlerinin artmasını engellemek olmalıdır. Yani başka ifade ile esas olan "vatandaşın alım gücünü" korumaktır.
Maliyetler her gün artıyor!
Ben ara sıra TÜİK'in açıkladığı istatistiklere bakıyorum. Şu anda tarım üreticilerinin maliyet endeksi, enerji giderleri her gün artıyor. Yaz dönemlerinde doğalgazdan vatandaştan para almadı devlet malumunuz. Şimdi kış geliyor, belirlenen süre doldu ve para almaya başlayacak. Doğalgazdan para alınmaması az da olsa bir destekti vatandaş için. Şimdi kışın bu doğalgaz faturalarını vatandaş nasıl ödeyecek? Dolayısıyla burada bizim '6 ay', '1 yıl', 'artacak', 'artmayacak' laflarını, "asgari ücret ne kadar olacak" laflarını bir tarafa bırakmamız lazım. Ekonomik sistemimizin sorunlarını kökten nasıl çözeriz bunu konuşmamız lazım. Gelişmiş ülkelerde asgari ücret diye bir kavram olmasına rağmen; bu konunun hiçbir zaman kamuoyunu meşgul etmediğini tekrar hatırlatmak isterim.
Meclis dışı partilere kulak vermeliyiz!
Ben hep son sıralarda yazı ve konuşmalarımda 2024 Yerel Seçimlerinin Türkiye'de birçok şeyin değişmesine vesile olabilecek bir noktaya geldiğini ifade ediyorum. Bu anlamda vatandaşımız yerel seçimlerde şu anki mevcut meclisteki partilere bir ders vermek, yeni bir alternatif ortaya çıkarmak zorundadır. Şu anda sağdan say aynı, soldan say aynı kişilerle bir ve beraber olmaya devam edersek; o zaman biz her gün oturur, asgari ücret 6 ayda bir mi artsın, yılda bir mi artsın, emekli maaşı şöyle mi olsun, böyle mi olsun, emeklilik hakkı olsun, olmasın… Bunları tartışır dururuz.
Bizim tartışmamız gereken ülkemizin güvenlik meseleleri vardır. Ülkemizin tartışması gereken göç meselesi vardır. Ülkemizin ilerisi için hedeflerini açıklayacak tartışması gereken konular vardır.
Çocuklarımızın geleceğini satıyoruz!
Başka bir istatistik vereyim size, TÜİK'in geçen hafta açıkladığı bir istatistik bilgisi; Ar-Ge'ye, araştırma geliştirmeye ayırılan para ülkemizde her gün azalıyor. Türkiye İstatistik Kurumu uyanıklık yapmış, veri açıklarken TL bazında vermiş, "Geçen yıla göre" diyor "inanılmaz artış". Ama tüm özel ve devlet kurumlarının araştırma geliştirmeye ayırdığı rakamı yıllık gayrisafi milli hasıla rakamları ile oranladığınız zaman; oran diplere inmiş ve son 10-15 yıldır da bu azalma devam ediyor.
Araştırma geliştirme alanında sizin para harcamamanız demek, geleceğinizi satmak demektir. Çünkü biz eğer diğer ülkelerle yarışmak; tanklar, uçaklar, teknoloji üretmek istiyorsak araştırma geliştirmeye harcama ayırmak zorundayız. Ama ne yazık ki bırakın araştırma geliştirmeyi, biz akşam eve götürecek ekmeğin hesabını yapıyoruz. Biz daha günümüzü kurtaramaya çalışırken; hep asgari ücret gündemi ile yatıp kalkarken geleceğimizi kaybediyoruz, haberimiz yok.
Unutmayalım; biz eğer ekonomik sorunlarımızı çözecek yeni bir ekonomik sisteme, Milli Ekonomi Modeli uygulamasına geçmez isek çocuklarımızın geleceğini satıyoruz! Daha doğmadan onların omuzlarına ekonomik sıkıntıları yüklüyoruz.
Bizden hatırlatması…
- Ne için "Vakit tamam”? / 20.11.2024
- Gardırop Atatürkçülüğü / 19.11.2024
- Doğu Akdeniz’de güç dengesi / 16.11.2024
- Kıbrıs, Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesidir / 15.11.2024
- Türkiye küresel dengeyi etkileyecek potansiyele sahiptir / 14.11.2024
- Milli Ekonomi Modeli ve ABD seçimleri / 13.11.2024
- Trump’ın geri dönüşü ve ABD’nin küresel oyundaki yeni dönemi / 12.11.2024
- Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı ve Cumhuriyet / 10.11.2024
- Filmin sonuna kim karar verecek? / 08.11.2024