Bir bayrak dalgalanmak için rüzgar bekliyor
hazırlayan: adem birinci e-mail: ademb@netbulmail.com
Eserlerinde tarihimizi, coğrafyamızı, kültürümüzü, imanımızı, sanatımızı ve insanımızı dile getiren bayrak şairi A. Nihat Asya; vefatının 71. yıldönümünde Fatiha'larla, Yasin'lerle anıldı. Büyük şair, 5 Ocak 1904'te doğmuş, meşhur 'Bayrak' şiirini Adana'nın kurtuluş günü olan 5 Ocak'ta yazmış ve 5 Ocak 1975'te de Hakk'a yürümüştü
A. Nihat Asya ismiyle tanışmam lise yıllarında abone olduğum İcmal Dergisi'nin 9. sayısındaki 'Fetih Marşı' şiiri ile olmuştu. Ve bir solukta ezberlemiştik Fetih Marşı'nı arkadaşlarla...
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin, millet yürüyecek arkandan
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan'dan...
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın;
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Yine, İcmal Dergisi kadrosunun yayın hayatına kazandırdığı Öğüt Dergisi'nin 2. sayısında okuduğum A.Nihat Asya'nın 'Dua' isimli şiiri gönüllerimizi süslemişti.
Bizi sen sevgisiz susuz havasız
Ve vatansız bırakma, Allah'ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma Allah'ım.
Ve derken Arif Nihat Asya'nın 'Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor', 'Dualar ve Aminler', 'Kökler ve Dallar' şiir kitapları kütüphanemin başköşesinde oturmuştu.
Edebiyatımıza 'Bayrak şairi' olarak ün yapan A. Nihat Asya 5 Ocak 1904'te İstanbul Çatalca'da doğdu. Bir aylık iken babasını kaybeden Asya, akrabalarının yanında büyüdü, bu yüzden şiirlerinde öksüzlüğün acısını derinden duymuş ve duyurmuştur. İstanbul Yüksek Öğretim Okulu'nun Edebiyat bölümünden mezun olduktan sonra çeşitli liselerde edebiyat hocalığı ve müdürlük yaptı.
1950-54 yılları arası Adana milletvekili olarak mecliste vazife yapan Asya'nın gazete ve dergilerde yayınlanmış birçok yazılarının yanında 25 adet eseri bulunmaktadır.
İlahi bir tevafuk olarak 5 Ocak 1904'te doğmuş, meşhur 'Bayrak' şiirini Adana'nın kurtuluş günü olan 5 Ocak'ta yazmış ve 5 Ocak 1975'te de Hakk'a yürümüştür. Şiirlerinde hece, aruz ve serbest vezinleri büyük bir ustalıkla, başarıyla kullanan A. Nihat Asya, eserlerinde tarihimiz, coğrafyamız, kültürümüz, imanımız, sanatımız ve insanımızı dile getirmiştir.
Ama öncelikle vatan, millet ve bayrak... Bayrak denince akla A. Nihat Asya; A. Nihat Asya denince akla bayrak gelir.
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü
Kızkardeşinin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
***
Bir çocuksam kucaksız, oyuncaksız;
Bir delikanlıysam atsız, pusatsız olabilirim
Bayraksız olamam!
***
Şehitler tepesi boş değil
Toprağını kahramanlar bekliyor...
Ve bir bayrak dalgalanmak için
Rüzgar bekliyor.
***
İlle vatan, ille vatan...
Olmazsa olmaz vatan!...
Kalk yiğidim, yine dağ başını duman aldı
Parçalandı bir kıtanın toprakları;
Aslan payını aslan olmayan aldı...
Kalk yiğidim, yine dağ başını duman aldı.
***
Bayraksız olmadığı gibi Oğuz'suz, Yavuz'suz, Yesevi'siz; üçler, yediler, kırklarsız da olamaz şairimiz...
Yoksa şu yaprakta Yavuz
Yoksa şu sayfada Oğuz
Biz de yoğuz, biz de yoğuz!
Siz gelin imdadımıza,
Elimizden siz tutunuz;
Mevlana, Yesevi, Yunus!
Sizlere üçler, yediler,
Bizlere kırklar dediler...
Daha çoğuz, daha çoğuz
Ayasofya'sız da olamaz. Ama çaresiz eli böğründedir.
Beş vakit, loşluğunda, saf saftık;
Davetin vardı -dün- ezanlarda.
Seni -ey mabedim- utansınlar
Kapayanlar da, açmayanlar da!
Ve; Fatih Sultan Cennet mekana seslenmeden edemez:
Bakıp ağlar destan...
O da der, ağlayarak:
'Ha sukut onda, ha çan!'
Uyan ey Fatih uyan!
Sıcak gündem Kıbrıs... Dün olduğu gibi bugünde hainler ve satılmışlar kontenjanı devrededir...
Kıbrıs'ında kurbanlar var,
Ki, yüzler kan içinde!
Yabanın da haydutun da
Yürekten vuran içinde
'Macaristan Ağıtı' şiirinde A.Nihat Asya Haçlı barbarlığının vicdansız yüzünü bir kez daha koyar ortaya...
Siz söyleyiniz nerdedir.
Varsa birşey 'vicdan' diye:
Çocuk vurulur mu, bayrak
Çıkardı koynundan diye!
Vatan, millet, bayrak, doğruluk, güzellik namına her şeyle barışık olmasına rağmen herkes gibi nefsin elinden el-aman demektedir.
'Şurada herkesle iyi geçinen
Biri...' derlermiş söz açılsa benden;
Yazık ki kendimle geçinemem ben!
Pehlivan yüce Peygamberin de buyurduğu şekliyle elbette nefsini mağlup edendir...
Yere getirmek ne hoştur
Bu yıkılmadık belleri!
Yenmek, yenmek... fakat önce
Kendini, sonra elleri!
Ey geçenler hayatın yarısını,
Ey gelenler hayatın yarısına,
Ey hepsi benim kadir bilir ziyaretçilerim;
Sizindir göğsüm, yerin...
Yine buyurun Evliya'nın
Kapısına...
Gider felaket gelir saadet..
Seninle izzet, seninle nusret...
Bakmamıştır dönüp, hayatımıza
Ağlayanlar, bugün, vefatımıza!
***
Ve son söz olarak o muhteşem "NAAT"ını, bilmem ki nasıl anlatsam ve özetlesem sizlere... Sizler iyisi mi Meltem TV'de Hayri Küçükdeniz'in sunumuyla NAAT'ı dinleyin, dinleyin...
NAAT
Seccâden kumlardı...
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı!
Mescit Mü'min, minber Mü'min...
Taşardı kubbelerden Tekbir,
Dolardı kubbelere "amin!"
Ve mübârek geceler; duâlarımız,
Geri gelmeyen duâlardı...
Geceler, ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı!
Kapına gelenler, ya Muhammed,
-Uzaktan, yakından-
Mü'min döndüler kapından!
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi;
İki dünyâda aziz ümmet,
Muhammed ümmetiydi.
Konsun -yine- pervazlara güvercinler;
"Hu, hu"lara karışsın aminler...
Mübârek akşamdır;
Gelin ey Fatihalar, Yâsinler!
Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sâhibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?
Günler, ne günlerdi yâ Muhammed:
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyâya gelmeden
Mü'minlerin vardı...
Ve bir gün, ki, gaflet
Çöller kadardı,
Halîme'nin kucağında
Abdullah'ın yetimi,
Amine'nin emâneti ağlardı!
Hatîce'nin goncası,
Âişe'nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği,
Göklerin Resûlüydün...
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Rûhunu Allah'a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke'de bunalırsan
Medine'ye göçerdin.
Biz bu dünyâdan nereye
Göçelim, ya Muhammed?
Yeryüzünde riyâ, inkâr hıyânet
Altın devrini yaşıyor..
Diller, sayfalar, satılır.
"Ebû Leheb öldü" diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed,
Ebû Cehil, kıt'alar dolaşıyor
Neler duydu şu dünyâda
Mevlîd'ine hayra kulaklarımız:
Ne adlar ezberledi, ey Nebi,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor
Artık yolunu unuttu ayaklarımız!
Kâ'be'ne siyahlar kakışmamıştır,
Yâ Muhammed, bugünkü kadar!
Hasret, gururla savaşta;
Gurur Kaf Dağı'nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği..
İyiliğin türbesine türbedâr oldu iyi!
Vicdanlar sakat çıkmadan yarına
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!
Şu gördüğün duvarlar ki,
Kimi Tâif'tir, kimi Hayber'dir...
Fethedemedik, ya Muhammed,
Senelerdir!
Ne doğruluk ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi..
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi..
Günahın kursağında
Haramları peteği!
Bayram yaptı yabanlar:
Semave'yi boşaltıp Save'yi dolduranlar..
Atını hendeklerden
Bir atlayışta aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrip,
Ağlasın Selman'lar!
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiği topraktı..
Yere dökülmeyecekti, ey Nebi,
Yabanların gözünde kalacaktı!
Konsun yine pervazlara güvercinler;
"Hû hû"lara karışsın aminler..
Mübarek akşamdır :
Gelin ey Fatiha'lar, Yasin'ler!
Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar?
Uçsuz bucaksız, çöllerde,
Yine izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir.
Şu tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil,
Peygamberlerindir,
Meleklerindir...
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi..
Hakkı göremeyen
Gözlerdeydi!
Şu kuytu, cinlerin mi;
Perilerin yurdu mu?
Şu yuva ki bilinmez,
Kuşları hûd hûd müdür,
Güvercin mi, kumru mu?
Kuşlarını, bir sabah
Medine'ye uçurdu mu?
Ey Ebva'da yatan ölü
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü;
Hatıran, uyusun çöllerin
Ilık kumlarıyla örtülü!
Dinleyene, hâlâ,
Çöller ses verir;
"Yaleyl!" susar,
Uğultular gelir.
Mersiye okur Uhud,
Kaside söyler Bedir.
Sen de bir Hac günü
Başta Muhammed, yanında
Ebubekir
Gidenlerin yüz bin olup
dönüşünü
Destan yap, ey şehir!
Ebubekir'de nur, Osman'da
nurlar...
Kureyş uluları, karşılarında
Meydan okuyan bir Ömer
bulurlar;
Ali'nin önünde kapılar açılır,
Ali'nin önünde eğilir surlar.
Bedir'de, Uhud'da, Hayber'de
Hakk'ın yiğitleri şehit olurlar..
Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı;
Yerde kalmazdı ruh.. kanatlıydı.
Konsun yine, pervazlara güvercinler
"Hû hû"lara karışsın aminler..
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha'lar, Yasin'ler!
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itri, bestelesin Tekbirini;
Evliya okusun Kur'anlar!
Ve Kur'an'ı göz nuruyla çoğaltsın
Kayışzade Osman'lar!
Naatini Galip yazsın, Mevlid'ini Süleyman'lar!
Sutunları, kemerleri, kubbeleriyle!
Geri gelsin Sinan'lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
Gel ey Muhammed, bahardır..
Dudaklar ardında saklı
Aminlerimiz vardır!..
Hacdan döner gibi gel;
Mi'rac'tan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Bulutlar kanat, rüzgar kanat;
Hızır kanat, Cibril kanat;
Nisan kanat, bahar kanat;
Ayetlerin ezber bilen
Yapraklar kanat..
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilal-i Habeşi sustuysa
Ezanlarını Davûd okusun!
Konsun yine pervazlara güvercinler;
"Hû hû"lara karışsın aminler..
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha'lar, Yasin'ler!.
hazırlayan: adem birinci e-mail: ademb@netbulmail.com
Eserlerinde tarihimizi, coğrafyamızı, kültürümüzü, imanımızı, sanatımızı ve insanımızı dile getiren bayrak şairi A. Nihat Asya; vefatının 71. yıldönümünde Fatiha'larla, Yasin'lerle anıldı. Büyük şair, 5 Ocak 1904'te doğmuş, meşhur 'Bayrak' şiirini Adana'nın kurtuluş günü olan 5 Ocak'ta yazmış ve 5 Ocak 1975'te de Hakk'a yürümüştü
A. Nihat Asya ismiyle tanışmam lise yıllarında abone olduğum İcmal Dergisi'nin 9. sayısındaki 'Fetih Marşı' şiiri ile olmuştu. Ve bir solukta ezberlemiştik Fetih Marşı'nı arkadaşlarla...
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin, millet yürüyecek arkandan
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan'dan...
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın;
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Yine, İcmal Dergisi kadrosunun yayın hayatına kazandırdığı Öğüt Dergisi'nin 2. sayısında okuduğum A.Nihat Asya'nın 'Dua' isimli şiiri gönüllerimizi süslemişti.
Bizi sen sevgisiz susuz havasız
Ve vatansız bırakma, Allah'ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma Allah'ım.
Ve derken Arif Nihat Asya'nın 'Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor', 'Dualar ve Aminler', 'Kökler ve Dallar' şiir kitapları kütüphanemin başköşesinde oturmuştu.
Edebiyatımıza 'Bayrak şairi' olarak ün yapan A. Nihat Asya 5 Ocak 1904'te İstanbul Çatalca'da doğdu. Bir aylık iken babasını kaybeden Asya, akrabalarının yanında büyüdü, bu yüzden şiirlerinde öksüzlüğün acısını derinden duymuş ve duyurmuştur. İstanbul Yüksek Öğretim Okulu'nun Edebiyat bölümünden mezun olduktan sonra çeşitli liselerde edebiyat hocalığı ve müdürlük yaptı.
1950-54 yılları arası Adana milletvekili olarak mecliste vazife yapan Asya'nın gazete ve dergilerde yayınlanmış birçok yazılarının yanında 25 adet eseri bulunmaktadır.
İlahi bir tevafuk olarak 5 Ocak 1904'te doğmuş, meşhur 'Bayrak' şiirini Adana'nın kurtuluş günü olan 5 Ocak'ta yazmış ve 5 Ocak 1975'te de Hakk'a yürümüştür. Şiirlerinde hece, aruz ve serbest vezinleri büyük bir ustalıkla, başarıyla kullanan A. Nihat Asya, eserlerinde tarihimiz, coğrafyamız, kültürümüz, imanımız, sanatımız ve insanımızı dile getirmiştir.
Ama öncelikle vatan, millet ve bayrak... Bayrak denince akla A. Nihat Asya; A. Nihat Asya denince akla bayrak gelir.
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü
Kızkardeşinin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
***
Bir çocuksam kucaksız, oyuncaksız;
Bir delikanlıysam atsız, pusatsız olabilirim
Bayraksız olamam!
***
Şehitler tepesi boş değil
Toprağını kahramanlar bekliyor...
Ve bir bayrak dalgalanmak için
Rüzgar bekliyor.
***
İlle vatan, ille vatan...
Olmazsa olmaz vatan!...
Kalk yiğidim, yine dağ başını duman aldı
Parçalandı bir kıtanın toprakları;
Aslan payını aslan olmayan aldı...
Kalk yiğidim, yine dağ başını duman aldı.
***
Bayraksız olmadığı gibi Oğuz'suz, Yavuz'suz, Yesevi'siz; üçler, yediler, kırklarsız da olamaz şairimiz...
Yoksa şu yaprakta Yavuz
Yoksa şu sayfada Oğuz
Biz de yoğuz, biz de yoğuz!
Siz gelin imdadımıza,
Elimizden siz tutunuz;
Mevlana, Yesevi, Yunus!
Sizlere üçler, yediler,
Bizlere kırklar dediler...
Daha çoğuz, daha çoğuz
Ayasofya'sız da olamaz. Ama çaresiz eli böğründedir.
Beş vakit, loşluğunda, saf saftık;
Davetin vardı -dün- ezanlarda.
Seni -ey mabedim- utansınlar
Kapayanlar da, açmayanlar da!
Ve; Fatih Sultan Cennet mekana seslenmeden edemez:
Bakıp ağlar destan...
O da der, ağlayarak:
'Ha sukut onda, ha çan!'
Uyan ey Fatih uyan!
Sıcak gündem Kıbrıs... Dün olduğu gibi bugünde hainler ve satılmışlar kontenjanı devrededir...
Kıbrıs'ında kurbanlar var,
Ki, yüzler kan içinde!
Yabanın da haydutun da
Yürekten vuran içinde
'Macaristan Ağıtı' şiirinde A.Nihat Asya Haçlı barbarlığının vicdansız yüzünü bir kez daha koyar ortaya...
Siz söyleyiniz nerdedir.
Varsa birşey 'vicdan' diye:
Çocuk vurulur mu, bayrak
Çıkardı koynundan diye!
Vatan, millet, bayrak, doğruluk, güzellik namına her şeyle barışık olmasına rağmen herkes gibi nefsin elinden el-aman demektedir.
'Şurada herkesle iyi geçinen
Biri...' derlermiş söz açılsa benden;
Yazık ki kendimle geçinemem ben!
Pehlivan yüce Peygamberin de buyurduğu şekliyle elbette nefsini mağlup edendir...
Yere getirmek ne hoştur
Bu yıkılmadık belleri!
Yenmek, yenmek... fakat önce
Kendini, sonra elleri!
Ey geçenler hayatın yarısını,
Ey gelenler hayatın yarısına,
Ey hepsi benim kadir bilir ziyaretçilerim;
Sizindir göğsüm, yerin...
Yine buyurun Evliya'nın
Kapısına...
Gider felaket gelir saadet..
Seninle izzet, seninle nusret...
Bakmamıştır dönüp, hayatımıza
Ağlayanlar, bugün, vefatımıza!
***
Ve son söz olarak o muhteşem "NAAT"ını, bilmem ki nasıl anlatsam ve özetlesem sizlere... Sizler iyisi mi Meltem TV'de Hayri Küçükdeniz'in sunumuyla NAAT'ı dinleyin, dinleyin...
NAAT
Seccâden kumlardı...
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı!
Mescit Mü'min, minber Mü'min...
Taşardı kubbelerden Tekbir,
Dolardı kubbelere "amin!"
Ve mübârek geceler; duâlarımız,
Geri gelmeyen duâlardı...
Geceler, ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı!
Kapına gelenler, ya Muhammed,
-Uzaktan, yakından-
Mü'min döndüler kapından!
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi;
İki dünyâda aziz ümmet,
Muhammed ümmetiydi.
Konsun -yine- pervazlara güvercinler;
"Hu, hu"lara karışsın aminler...
Mübârek akşamdır;
Gelin ey Fatihalar, Yâsinler!
Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sâhibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?
Günler, ne günlerdi yâ Muhammed:
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyâya gelmeden
Mü'minlerin vardı...
Ve bir gün, ki, gaflet
Çöller kadardı,
Halîme'nin kucağında
Abdullah'ın yetimi,
Amine'nin emâneti ağlardı!
Hatîce'nin goncası,
Âişe'nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği,
Göklerin Resûlüydün...
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Rûhunu Allah'a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke'de bunalırsan
Medine'ye göçerdin.
Biz bu dünyâdan nereye
Göçelim, ya Muhammed?
Yeryüzünde riyâ, inkâr hıyânet
Altın devrini yaşıyor..
Diller, sayfalar, satılır.
"Ebû Leheb öldü" diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed,
Ebû Cehil, kıt'alar dolaşıyor
Neler duydu şu dünyâda
Mevlîd'ine hayra kulaklarımız:
Ne adlar ezberledi, ey Nebi,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor
Artık yolunu unuttu ayaklarımız!
Kâ'be'ne siyahlar kakışmamıştır,
Yâ Muhammed, bugünkü kadar!
Hasret, gururla savaşta;
Gurur Kaf Dağı'nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği..
İyiliğin türbesine türbedâr oldu iyi!
Vicdanlar sakat çıkmadan yarına
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!
Şu gördüğün duvarlar ki,
Kimi Tâif'tir, kimi Hayber'dir...
Fethedemedik, ya Muhammed,
Senelerdir!
Ne doğruluk ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi..
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi..
Günahın kursağında
Haramları peteği!
Bayram yaptı yabanlar:
Semave'yi boşaltıp Save'yi dolduranlar..
Atını hendeklerden
Bir atlayışta aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrip,
Ağlasın Selman'lar!
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiği topraktı..
Yere dökülmeyecekti, ey Nebi,
Yabanların gözünde kalacaktı!
Konsun yine pervazlara güvercinler;
"Hû hû"lara karışsın aminler..
Mübarek akşamdır :
Gelin ey Fatiha'lar, Yasin'ler!
Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar?
Uçsuz bucaksız, çöllerde,
Yine izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir.
Şu tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil,
Peygamberlerindir,
Meleklerindir...
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi..
Hakkı göremeyen
Gözlerdeydi!
Şu kuytu, cinlerin mi;
Perilerin yurdu mu?
Şu yuva ki bilinmez,
Kuşları hûd hûd müdür,
Güvercin mi, kumru mu?
Kuşlarını, bir sabah
Medine'ye uçurdu mu?
Ey Ebva'da yatan ölü
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü;
Hatıran, uyusun çöllerin
Ilık kumlarıyla örtülü!
Dinleyene, hâlâ,
Çöller ses verir;
"Yaleyl!" susar,
Uğultular gelir.
Mersiye okur Uhud,
Kaside söyler Bedir.
Sen de bir Hac günü
Başta Muhammed, yanında
Ebubekir
Gidenlerin yüz bin olup
dönüşünü
Destan yap, ey şehir!
Ebubekir'de nur, Osman'da
nurlar...
Kureyş uluları, karşılarında
Meydan okuyan bir Ömer
bulurlar;
Ali'nin önünde kapılar açılır,
Ali'nin önünde eğilir surlar.
Bedir'de, Uhud'da, Hayber'de
Hakk'ın yiğitleri şehit olurlar..
Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı;
Yerde kalmazdı ruh.. kanatlıydı.
Konsun yine, pervazlara güvercinler
"Hû hû"lara karışsın aminler..
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha'lar, Yasin'ler!
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itri, bestelesin Tekbirini;
Evliya okusun Kur'anlar!
Ve Kur'an'ı göz nuruyla çoğaltsın
Kayışzade Osman'lar!
Naatini Galip yazsın, Mevlid'ini Süleyman'lar!
Sutunları, kemerleri, kubbeleriyle!
Geri gelsin Sinan'lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
Gel ey Muhammed, bahardır..
Dudaklar ardında saklı
Aminlerimiz vardır!..
Hacdan döner gibi gel;
Mi'rac'tan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Bulutlar kanat, rüzgar kanat;
Hızır kanat, Cibril kanat;
Nisan kanat, bahar kanat;
Ayetlerin ezber bilen
Yapraklar kanat..
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilal-i Habeşi sustuysa
Ezanlarını Davûd okusun!
Konsun yine pervazlara güvercinler;
"Hû hû"lara karışsın aminler..
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha'lar, Yasin'ler!.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.