Arap dünyasının en etkili kalemi El Kuds El Arabi gazetesinin başyazarı Abdülbari Atvan, Arap dünyası sesini çıkaramasa da İsrail'in hem Filistin'de, hem de Lübnan'da yenilgiye uğrayacağını dile getiriyor İsrail'in Lübnan'daki soykırımı sürerken, Arap hükümetleri ve halkları hâlâ sessiz... Dün onlarca şehit verildi ve İsrail uçaklarının Beyrut'a yönelik saldırıları devam etti. Dikkat çeken, her geçen gün tarafların duyduğu korkuda dengenin sağlanması: İsrail Hizbullah'ı Tel Aviv veya Hayfa'daki petrokimya tesislerini vurmaması ve bu kadarlık başarıyla yetinip gerginliği tırmandırmaması konusunda uyarıyor. Aksi halde, İsrail misillemesinin hedefi Beyrut'taki elektrik trafoları olacakmış... Bu çatışmadaki yeni unsur, ABD Başkanı George W. Bush'un ateşkes için görüşülmesi gereken bir merci olarak Suriye'den dem vurması. Bu yaklaşım, bölgedeki dengeler açısından bir devrim. Direnişi destekleyenler uluslararası meşruluk kazanırken, karşı çıkanlar hatta tarafsız kalanlar bile unutuluyor. Lübnan'daki krize çıkış yolu bulmak için bölgeye gitmeye kararlı olan ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün'ü ziyaret etmeyebilir. Zira bu ülkelerin liderleri ve Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'ın artık etkisi yok; rehin İsrail askerleri konusunda veya Lübnan'daki çekişme üzerinde role sahip değiller. Lübnanlı Dürzi lider Velid Canbolat'ın, 'savaşın Suriye ve İran'la İsrail arasında bir çekişme' olduğuna dair yorumu tümüyle doğru ve İsrail'den geçmişte görülmemiş övgü alan Mısır, Arabistan ve Ürdün'ün tutumlarını ortaya koyuyor. Bu üçlünün sadece iç konularla ilgilenip Arap sorunlarından uzaklaşarak ABD'nin hegemonya planlarını yapılandırması, Arap bölgesinde boşluk yaratıyor. Bu boşluk, Lübnan, Irak ve Filistin'de kullanılan güç ve İran tarafından dolduruldu. Kuveyt için süratle yardım istenmişti Arapların Hamas'a yönelik resmi tutumu, hareketi İran ve Suriye'nin kapısına itti. Bu rejimlerin ABD'nin Irak planını meşrulaştırması, nüfuzlarının İran karşısında gerilemesine yol açtı. Resmi Arap tutumunun Tahran'la ilişkileri nedeniyle Hizbullah'ı görmezden gelip Lübnan'da Batı'yla bağlantılı oluşumlara bel bağlaması, direnişin Arap rejimlerine sırtını dönüp İran ve Suriye'yle ilişki kurmasına yol açtı. Yeni Arap üçlüsü, direnişin gücünü hafife alarak Lübnan'daki krizle ilgili hesaplarını yanlış yaptı. Sonuçlar da felaket oldu. Zira, halkların hafızası kuvvetlidir, unutmazlar. 1990'da Irak Kuveyt'i işgal ettiğinde, Kuveyt'in 'kurtulmasına' çabalayan Suudi Arabistan ve Mısır, ABD'den Irak'ı Kuveyt'ten çıkarması için yardım istenmesine yönelik bir kararının çıkarılması amacıyla Arap Birliği'ne yönelmişti. Yani, bugün Hizbullah'a yaptıklarından farklı davranmış, Saddam Hüseyin'e sorunu kendisinin çözmesi gerektiğini söylememişlerdi. ABD'nin Dresden'e yaptığının aynısı Küçük Kuveyt, güçlü bir komşusu tarafından işgal edilmişti. Lübnan da İsrail saldırılarına maruz kalıyor. Kuveyt için tüm bu rejimler harekete geçmişti, işgalin meşruiyetine dair konuşmalar duymuştuk. Şimdi sanki Lübnan Arap olması bir yana BM üyesi bile değilmiş gibi, bu rejimlerin hiçbiri harekete geçmiyor. Verilen her can, sürülen her aile için üzüntü duyuyoruz. Çünkü Amerikan şer imparatorluğu destekli yeni Nazilerle mücadelede kurban veriyorlar. ABD de aynısını yapmıştıİsrail'in Lübnan'a açtığı savaş, Arap bölgesini farklı temeller üzerinde yeniden düzenleyecek. Savaş, İsrail yenilgisi ve ABD'nin hegemonya planlarına ağır darbeyle son bulacak. ABD'nin Beyrut'a yönelik savaşta İsrail'le işbirliği yapmasını garipsemiyoruz. Zira, İsrail ABD'nin 1945'te Almanya'nın Dresden kentine yaptıklarını bugün Beyrut'a yapıyor. ABD o zaman bu sanat kentini yerle bir etmiş, operasyon savaştan sonra gerçekleşmişti. Görünen o ki, bölgenin kültür merkezi kimliği nedeniyle Lübnan'a yönelik benzer bir kin var. Fakat, asıl yıkım orta ve uzun vadede ABD'nin hegemonyası üzerinde olacak. İsrail'in Lübnan'a açtığı savaş ters sonuçlar verecek. Zira, Hizbullah asla esir aldığı iki İsrailli askeri serbest bırakmayacak ve çoğu Lübnanlıyı direnişin arkasında birleştirecek. İsrail ve ABD açısından daha da tehlikelisi, Irak'tan Lübnan'a bir 'direniş hilali'nin yayılması. Irak'taki bazı örgütlerin Lübnan'a geçtiğini hayal edin... İsrail, Lübnan'ı 1970 ve 1980'li yıllardaki haline götürdü. Lübnan, Afganistan, Irak, Somali ve işgal altındaki Filistin'e eklenen yeni bir 'başarısız devlet' haline getirildi. ABD'nin 'teröre' karşı savaşının ve yeni muhafazakârların müjdesini verdiği 'yapıcı karmaşa'nın en belirgin meyvesi işte bu. İsrail dünyadaki istikrara zarar verdiği gibi ABD'nin imajını ve dış politikasını da yıktı. Şartlar, ancak ABD ve Batı kendi çıkarlarının bu faşist terörist ajandasıyla çeliştiğini anlarsa değişir.