Antideprasan kullananlar dikkat
İngiltere'de yapılan bir araştırmada, uzun süreli antidepresan kullananlar kişilerin kalp ve beyin damar hastalıklarına yakalanma ve buna bağlı olarak ölme riskinin artış yaşadığı belirlendi. Araştırmayı değerlendiren Psikoterapist Dr. Selin Yurdakul, uzun vadede 'bilinçsizce' kullanılan antidepresanların zarar verdiği uyarısında bulunarak, "Ölüm oranlarında antidepresan kullanmayan popülasyona oranla iki kata yakın artış görüldü. Süre uzadıkça olumsuz etkilerin görülme ihtimalinin de arttığı saptandı. Olumlu olarak ise antidepresan kullanımının diyabet ve hipertansiyon gelişme riskini azalttığı görüldü" dedi.
05.11.2022 09:00:00
İngiltere'de yapılan bir araştırmada, uzun süreli antidepresan kullananlar kişilerin kalp ve beyin damar hastalıklarına yakalanma ve buna bağlı olarak ölme riskinin artış yaşadığı belirlendi. Araştırmayı değerlendiren Psikoterapist Dr. Selin Yurdakul, uzun vadede 'bilinçsizce' kullanılan antidepresanların zarar verdiği uyarısında bulunarak, "Ölüm oranlarında antidepresan kullanmayan popülasyona oranla iki kata yakın artış görüldü. Süre uzadıkça olumsuz etkilerin görülme ihtimalinin de arttığı saptandı. Olumlu olarak ise antidepresan kullanımının diyabet ve hipertansiyon gelişme riskini azalttığı görüldü" dedi.
UK Biobank tarafından, İngiltere'de uzun yıllar boyunca antidepresan kullanan 220 bin kişi üzerinde yapılan araştırmalarda, antidepresan kullanımının etkileri gözlemlendi. Hazırlanan raporu değerlendiren Psikoterapist Dr. Selin Yurdakul, "Araştırmada yer alan katılımcıların yaş ortalaması 56'ydı. Bu katılımcıların yüzde 8'i 5 yıl, yüzde 6'sı da 10 yıl süreyle antidepresan kullanmıştı. 5 yıllık ve 10 yıllık takiplerde kardiyovasküler hastalık (kalp damar hastalığı), serebrovasküler hastalık (beyin damar hastalıkları) ve tüm sebeplere bağlı ölüm oranlarında antidepresan kullanmayan popülasyona oranla iki kata yakın artış görüldü. Süre uzadıkça olumsuz etkilerin görülme ihtimalinin de arttığı saptandı. Olumlu olarak ise antidepresan kullanımının diyabet ve hipertansiyon gelişme riskini azalttığı görüldü" dedi.
"Antidepresanlar şeker gibi kullanılıyor"
Uzun vadede 'bilinçsizce' kullanılan antidepresanların sağlığa zarar verdiğini söyleyen Yurdakul, "Pek çok antidepresan grubu ilacın karşılaştırıldığı araştırmada, SSRİ grubu antidepresanların diğer gruplara göre kardiyovasküler hastalık (kalp damar hastalığı) gelişimi açısından daha güvenli, diyabet ve hipertansiyon riskini azaltmada daha etkili olduğu saptandı. Katılımcı sayısının fazla olması ve uzun süre takip yapılması çalışmanın güçlü yönleri diyebiliriz. Ancak katılımcıların depresyon, anksiyete düzeylerinin ya da travmatik çocukluk yaşantılarının değerlendirilmemesi zayıf yönlerinden biri gibi görünüyor. Çünkü biliyoruz ki bu faktörler de tek başına kronik hastalıkların riskini artırabiliyor. Kronik hastalıkların gelişimi depresyonun beden üzerindeki olumsuz etkilerine mi bağlı, yoksa ilacın yan etkisi sonucu mu gelişiyor sadece bu çalışmaya bakarak ayırt edemiyoruz. İstatistikte, iki parametrenin birbiriyle ilişkili olması birinin diğerinin kesin sebebi olacağı anlamına gelmiyor. Sonuç olarak duygu durumunun bedendeki etkilerini ve kronik hastalıklarla ilişkisini uzun vadede gösteren kıymetli bir çalışma. Araştırmada elde edilen sonuçlar, antidepresanların şeker gibi kullanıldığı bu dönemde, gereksiz uzun süre kullanımını tekrar gözden geçirmek için kıymetli bir uyarı" dedi.
"Antidepresanlar, bağımlılığın farklı bir türüne dönüşebiliyor"
Antidepresanların doktor kontrolünde ve doğru şekilde kullanılması gerektiğine dikkat çeken Dr. Yurdakul, "Çok kıymetli ilaçlar. Pek çok ilacın yan etkileri mevcut ancak kar zarar hesabına bakıldığında hekimler olarak hangisi ağır basıyorsa ona göre karar veririz. Belki de ruhsal hastalığa bağlı sıkıntının oluşturduğu stres, bedene daha çok etki edecek. Bu, kişinin bireysel durumuna göre değişir. Bu sebeple tıpta hastalık yoktur, hasta vardır. Gerçekten ihtiyacınız olup olmadığına ise psikiyatri hekiminiz ile birlikte karar vermeniz en doğrusu olacaktır. Çünkü 10 yıldan uzun bir süre kullanıldığında bazen başka durumlar da söz konusu olabiliyor. Antidepresanlar da normal süreçte gelen duyguları baskılamak için kullanılan sigara alkol ve diğer maddeler gibi bağımlılığın farklı bir türüne dönüşebiliyor" dedi.
"Bastırılan her duygu başka bir formda geri dönüyor"
Hayatın olağan akışında yer alan tüm duyguların kabullenilmesi gerektiğini vurgulayan Yurdakul, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Günümüz toplumunda sadece iyi duygulara yer var. Sosyal medya ve ana akım kötü hissetmeyi bir bozukluk gibi gösteriyor. Oysaki zaman zaman kötü hissetmek normal bir şeydir. Duygular, bize hayatta olan olaylara yanıt verirken yol gösteren, yaşantımızın kıymetli bir parçasıdır. Taş devrini düşünecek olursak korku duygusunu hissetmeyen bir insanın tehlikelerden kaçıp kendini koruması mümkün olmazdı. Biyolojimiz, teknolojinin ilerlediği hıza, modern hayata adapte olamıyor. Bir sürü tetikleyici faktöre maruz kalıp sürekli sinir sistemimiz uyarılırken, kendimizi yatıştırıp sakinleşmeye yeterince vaktimiz yok. Sürekli hedefe ulaşmamız gerektiğini düşündüğümüz bir hız tekerleğinde koşuyoruz kendi etrafımızda, bir yere varamadan. Hal böyle olunca tüm zorlayıcı duygular ilaçla ya da farklı bağımlılıklarla bastırılması gereken semptomlara dönüşüyor. Bastırılan her duygu başka bir formda geri dönüyor. Çoğunlukla bu kronik hastalıklar oluyor"
"Psikoterapi, yeni bir dili öğrenmek gibi emek isteyen bir süreç"
'Elektrik süpürgesi açıkken müziği duyamayız, duygularımızı bastırırken kaçmak için kullandığımız yöntemler de buna benzer' diyen Psikoterapist Dr. Selin Yurdakul, "Beynimize göre iyi ya da kötü duygu gibi bir ayrım yok. Beyin duyguları elektrik sinyalleri gibi algılar, duyguların yoğunlukları vardır. Buna da 'duygulanım toleransı' denir ve ne kadar yüksek olduğu çocukluk yaşantılarına göre belirlenir. Yani kötü duyguları baskıladığımda aslında iyi duygularımı da baskılamış olurum. Bu hayatı bütünüyle ve coşkusal yaşamaya engeldir. Günümüzde pek çok kişide olan derindeki boşluk ve anlamsızlık duygularının da temelidir. Elektrikli süpürgeyi ilk kapattığımızda gürültü kesilince kalan müzik ilk başta çok yüksek sesli gelebilir ancak zamanla kulağımız yeni duruma adapte olur. Psikoterapi, zorlayıcı duygularla temas edip onları taşıma kapasitesini geliştirmek için güzel bir araçtır. Yeni bir dili öğrenmek gibi emek isteyen bir süreç, sabır gösterirseniz beyninizi değiştirir. Bir süre sonra duyguları taşımak için dışarıdan desteğe ihtiyacınız kalmaz, kendi içsel kapasiteniz hayatı iyisiyle kötüsüyle bütün olarak yaşayabileceğiniz yere ulaşmıştır" sözlerine ekledi.İHA
UK Biobank tarafından, İngiltere'de uzun yıllar boyunca antidepresan kullanan 220 bin kişi üzerinde yapılan araştırmalarda, antidepresan kullanımının etkileri gözlemlendi. Hazırlanan raporu değerlendiren Psikoterapist Dr. Selin Yurdakul, "Araştırmada yer alan katılımcıların yaş ortalaması 56'ydı. Bu katılımcıların yüzde 8'i 5 yıl, yüzde 6'sı da 10 yıl süreyle antidepresan kullanmıştı. 5 yıllık ve 10 yıllık takiplerde kardiyovasküler hastalık (kalp damar hastalığı), serebrovasküler hastalık (beyin damar hastalıkları) ve tüm sebeplere bağlı ölüm oranlarında antidepresan kullanmayan popülasyona oranla iki kata yakın artış görüldü. Süre uzadıkça olumsuz etkilerin görülme ihtimalinin de arttığı saptandı. Olumlu olarak ise antidepresan kullanımının diyabet ve hipertansiyon gelişme riskini azalttığı görüldü" dedi.
"Antidepresanlar şeker gibi kullanılıyor"
Uzun vadede 'bilinçsizce' kullanılan antidepresanların sağlığa zarar verdiğini söyleyen Yurdakul, "Pek çok antidepresan grubu ilacın karşılaştırıldığı araştırmada, SSRİ grubu antidepresanların diğer gruplara göre kardiyovasküler hastalık (kalp damar hastalığı) gelişimi açısından daha güvenli, diyabet ve hipertansiyon riskini azaltmada daha etkili olduğu saptandı. Katılımcı sayısının fazla olması ve uzun süre takip yapılması çalışmanın güçlü yönleri diyebiliriz. Ancak katılımcıların depresyon, anksiyete düzeylerinin ya da travmatik çocukluk yaşantılarının değerlendirilmemesi zayıf yönlerinden biri gibi görünüyor. Çünkü biliyoruz ki bu faktörler de tek başına kronik hastalıkların riskini artırabiliyor. Kronik hastalıkların gelişimi depresyonun beden üzerindeki olumsuz etkilerine mi bağlı, yoksa ilacın yan etkisi sonucu mu gelişiyor sadece bu çalışmaya bakarak ayırt edemiyoruz. İstatistikte, iki parametrenin birbiriyle ilişkili olması birinin diğerinin kesin sebebi olacağı anlamına gelmiyor. Sonuç olarak duygu durumunun bedendeki etkilerini ve kronik hastalıklarla ilişkisini uzun vadede gösteren kıymetli bir çalışma. Araştırmada elde edilen sonuçlar, antidepresanların şeker gibi kullanıldığı bu dönemde, gereksiz uzun süre kullanımını tekrar gözden geçirmek için kıymetli bir uyarı" dedi.
"Antidepresanlar, bağımlılığın farklı bir türüne dönüşebiliyor"
Antidepresanların doktor kontrolünde ve doğru şekilde kullanılması gerektiğine dikkat çeken Dr. Yurdakul, "Çok kıymetli ilaçlar. Pek çok ilacın yan etkileri mevcut ancak kar zarar hesabına bakıldığında hekimler olarak hangisi ağır basıyorsa ona göre karar veririz. Belki de ruhsal hastalığa bağlı sıkıntının oluşturduğu stres, bedene daha çok etki edecek. Bu, kişinin bireysel durumuna göre değişir. Bu sebeple tıpta hastalık yoktur, hasta vardır. Gerçekten ihtiyacınız olup olmadığına ise psikiyatri hekiminiz ile birlikte karar vermeniz en doğrusu olacaktır. Çünkü 10 yıldan uzun bir süre kullanıldığında bazen başka durumlar da söz konusu olabiliyor. Antidepresanlar da normal süreçte gelen duyguları baskılamak için kullanılan sigara alkol ve diğer maddeler gibi bağımlılığın farklı bir türüne dönüşebiliyor" dedi.
"Bastırılan her duygu başka bir formda geri dönüyor"
Hayatın olağan akışında yer alan tüm duyguların kabullenilmesi gerektiğini vurgulayan Yurdakul, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Günümüz toplumunda sadece iyi duygulara yer var. Sosyal medya ve ana akım kötü hissetmeyi bir bozukluk gibi gösteriyor. Oysaki zaman zaman kötü hissetmek normal bir şeydir. Duygular, bize hayatta olan olaylara yanıt verirken yol gösteren, yaşantımızın kıymetli bir parçasıdır. Taş devrini düşünecek olursak korku duygusunu hissetmeyen bir insanın tehlikelerden kaçıp kendini koruması mümkün olmazdı. Biyolojimiz, teknolojinin ilerlediği hıza, modern hayata adapte olamıyor. Bir sürü tetikleyici faktöre maruz kalıp sürekli sinir sistemimiz uyarılırken, kendimizi yatıştırıp sakinleşmeye yeterince vaktimiz yok. Sürekli hedefe ulaşmamız gerektiğini düşündüğümüz bir hız tekerleğinde koşuyoruz kendi etrafımızda, bir yere varamadan. Hal böyle olunca tüm zorlayıcı duygular ilaçla ya da farklı bağımlılıklarla bastırılması gereken semptomlara dönüşüyor. Bastırılan her duygu başka bir formda geri dönüyor. Çoğunlukla bu kronik hastalıklar oluyor"
"Psikoterapi, yeni bir dili öğrenmek gibi emek isteyen bir süreç"
'Elektrik süpürgesi açıkken müziği duyamayız, duygularımızı bastırırken kaçmak için kullandığımız yöntemler de buna benzer' diyen Psikoterapist Dr. Selin Yurdakul, "Beynimize göre iyi ya da kötü duygu gibi bir ayrım yok. Beyin duyguları elektrik sinyalleri gibi algılar, duyguların yoğunlukları vardır. Buna da 'duygulanım toleransı' denir ve ne kadar yüksek olduğu çocukluk yaşantılarına göre belirlenir. Yani kötü duyguları baskıladığımda aslında iyi duygularımı da baskılamış olurum. Bu hayatı bütünüyle ve coşkusal yaşamaya engeldir. Günümüzde pek çok kişide olan derindeki boşluk ve anlamsızlık duygularının da temelidir. Elektrikli süpürgeyi ilk kapattığımızda gürültü kesilince kalan müzik ilk başta çok yüksek sesli gelebilir ancak zamanla kulağımız yeni duruma adapte olur. Psikoterapi, zorlayıcı duygularla temas edip onları taşıma kapasitesini geliştirmek için güzel bir araçtır. Yeni bir dili öğrenmek gibi emek isteyen bir süreç, sabır gösterirseniz beyninizi değiştirir. Bir süre sonra duyguları taşımak için dışarıdan desteğe ihtiyacınız kalmaz, kendi içsel kapasiteniz hayatı iyisiyle kötüsüyle bütün olarak yaşayabileceğiniz yere ulaşmıştır" sözlerine ekledi.İHA