Bu günlerde siyasilerimizin gözleri Amerika ve Avrupa'dan başka birşey görmez oldu. Önceki gün mecalsiz ayakta zor durabilen, gözlerinin feri gitmiş Başbakan Ecevit, adeta can çekişircesine gazetecilerin sorularını cevaplandırmaya çalışırken, Hükümetin AB'ye üyelik şartlarını boşladığı sorusunu soran bir gazeteciye hışımla dönüşü vardı ki görmeliydiniz. O mecalsiz Ecevit gitmiş hırslı Karaoğlan geri gelmişti. Aynı şekilde Ampul partisini kuran Erdoğan, ilk günkü konuşmasında milli, tarihi önderlerimizi ağzına almazken ABD başkanlarına övgüler dizmişti. Böylece Ampul enerjisini Amerikan rüzgarından aldığını açıkça deklare ediyordu. Tayyip Erdoğan Amerika'yı yeniden keşfededursun biz Amerika'nın Türkiye'ye bakışını yansıtan önemli enstantaneler aktaralım. Amerika'nın savunma alanında bizi nasıl kuşatmaya çalıştığı ve en kritik anda arkadan vurduğunu gösteren şu satırlara dikkat:
... Türkiye, Atlantik Paktı'na girebilmek için, her türlü özveriyi göze aldı; NATO üyesi olmayı başardı; oldu da acaba olurken, yaşadığı eski talihsizliklerin "tekerrür" edebileceğini, yeterince düşünmüş müydü? Hayır! Aksi halde Başkan Johnson'ın o katır tekmesinden farksız, ünlü mektubunu alınca, o kadar hayrete düşer miydi? Hatırlarsanız, çok açık ve seçik olarak, o mektupta Başkan Johnson -baba ve oğul Bush'lardan, hiç de aşağı kalmayan bir kabalıkla- Ankara'nın ona yardım olarak verilmiş silah ve teçhizatı, "ulusal amaçları için kullanamayacağını" tebliğ etmişti. Türkiye Cumhuriyeti galiba bu mektup üzerine girdiği şokla, Gazi'den sonra ilk defa "Ulusal savunma sanayiinin, "tam bağımsızlığın" "olmazsa olmaz" bir şartı olduğunu anlamış; "kendi uçağını kendin yap" kampanyasından itibaren, ülkede bir "intibah başlamıştır".
Başlamıştır da, ne olmuştur.? Biliyorsunuz, Ankara "Atak Projesi"ni ihaleye açtığı zaman, şartnameye bu helikopterlerin Türkiye'de ortak üretilmesini eklemişti; sebebin ne olduğu da açık, gizlenmiyor; Türkiye artık, ulusal savunma sanayiinin, bazı temel ilkelerini koymaya, bunlara uymaya çalışmaktadır. Tuhaftır, aslında tuhaf muhaf da değil, tarih bir kere daha tekerrür edecektir: Washington -ki bir süredir, 'Dünyalar Hakimi' rolündedir- bu helikopterlerin, özellikle görev bilgisayarlarının, beraberce üretilmesini reddediyor.
Bu kadarla kalsa, yine iyi... Anlaşılıyor ki, aynı konuda, başka Amerikan şirketleriyle de savunma sanayimizin benzer uyuşmazlıkları var; örnek mi, örnek kolay:
a) Boeing şirketiyle, bir süredir müzakereleri sürdürülen "Erken Uyarı Uçağı' alımı projesinde, aynı çıkmaz karşımıza çıkmış: ABD, Türkiye'ye teknoloji transferini reddediyor.
b) ABD yapımı savaş uçağı ve helikopterlerinde kullanılacak elektronik savaş sistemleriyle de başımız dertte: Washington, bu 'sistemlerin' kesinlikle ABD şirketleri tarafından geliştirilmesi konusunda ısrar etmektedir."
Bu bilgileri aktaran Attila İlhan'ın şu sorularını siyasetçilere yüksek perdeden sormalıyız:
"Dönüp geldik mi, başladığımız yere?
Siyaset esnafı, 'reddin' sebebini bilir mi?
İnsan, ister istemez, merak etmez mi? Türkiye NATO üyesidir, sadakati müsellem, müttefikleri ondan ne isterse yapmış; gel gör ki, kırk yılın başı, Türkiye bir şey isteyecek olsa, aynı müttefikler zırnık koklatmıyor; sanki o bir dost, bir müttefik ülke değil de, bir rakip, bir hasım ülkeymiş gibi davranıyorlar. NATO içindeki Avrupa oluşumunda, nasıl dışlandığımız gözler önünde iken; bu defa, o dışlanmada, güya bizden tarafa gözüken Washington, Ankara'dan bilgisayar sistemlerini, elektronik savaş sistemlerini saklıyor. İyi de neden? Acaba, "Ulusal Çıkarları" en iyi biz biliriz, o güzden Ulusal Savunma Stratejisi'ni biz tayin etmeliyiz diyen siyaset esnafının, bu hususta bir bildiği var mı?"
Demek ki Ulusal Güvenlik Mesut Yılmaz'a, dünün Milli Görüşçüsü bugünün Amerika sevdalısı Tayyip Erdoğan'a bırakılmayacak kadar önemli.
... Türkiye, Atlantik Paktı'na girebilmek için, her türlü özveriyi göze aldı; NATO üyesi olmayı başardı; oldu da acaba olurken, yaşadığı eski talihsizliklerin "tekerrür" edebileceğini, yeterince düşünmüş müydü? Hayır! Aksi halde Başkan Johnson'ın o katır tekmesinden farksız, ünlü mektubunu alınca, o kadar hayrete düşer miydi? Hatırlarsanız, çok açık ve seçik olarak, o mektupta Başkan Johnson -baba ve oğul Bush'lardan, hiç de aşağı kalmayan bir kabalıkla- Ankara'nın ona yardım olarak verilmiş silah ve teçhizatı, "ulusal amaçları için kullanamayacağını" tebliğ etmişti. Türkiye Cumhuriyeti galiba bu mektup üzerine girdiği şokla, Gazi'den sonra ilk defa "Ulusal savunma sanayiinin, "tam bağımsızlığın" "olmazsa olmaz" bir şartı olduğunu anlamış; "kendi uçağını kendin yap" kampanyasından itibaren, ülkede bir "intibah başlamıştır".
Başlamıştır da, ne olmuştur.? Biliyorsunuz, Ankara "Atak Projesi"ni ihaleye açtığı zaman, şartnameye bu helikopterlerin Türkiye'de ortak üretilmesini eklemişti; sebebin ne olduğu da açık, gizlenmiyor; Türkiye artık, ulusal savunma sanayiinin, bazı temel ilkelerini koymaya, bunlara uymaya çalışmaktadır. Tuhaftır, aslında tuhaf muhaf da değil, tarih bir kere daha tekerrür edecektir: Washington -ki bir süredir, 'Dünyalar Hakimi' rolündedir- bu helikopterlerin, özellikle görev bilgisayarlarının, beraberce üretilmesini reddediyor.
Bu kadarla kalsa, yine iyi... Anlaşılıyor ki, aynı konuda, başka Amerikan şirketleriyle de savunma sanayimizin benzer uyuşmazlıkları var; örnek mi, örnek kolay:
a) Boeing şirketiyle, bir süredir müzakereleri sürdürülen "Erken Uyarı Uçağı' alımı projesinde, aynı çıkmaz karşımıza çıkmış: ABD, Türkiye'ye teknoloji transferini reddediyor.
b) ABD yapımı savaş uçağı ve helikopterlerinde kullanılacak elektronik savaş sistemleriyle de başımız dertte: Washington, bu 'sistemlerin' kesinlikle ABD şirketleri tarafından geliştirilmesi konusunda ısrar etmektedir."
Bu bilgileri aktaran Attila İlhan'ın şu sorularını siyasetçilere yüksek perdeden sormalıyız:
"Dönüp geldik mi, başladığımız yere?
Siyaset esnafı, 'reddin' sebebini bilir mi?
İnsan, ister istemez, merak etmez mi? Türkiye NATO üyesidir, sadakati müsellem, müttefikleri ondan ne isterse yapmış; gel gör ki, kırk yılın başı, Türkiye bir şey isteyecek olsa, aynı müttefikler zırnık koklatmıyor; sanki o bir dost, bir müttefik ülke değil de, bir rakip, bir hasım ülkeymiş gibi davranıyorlar. NATO içindeki Avrupa oluşumunda, nasıl dışlandığımız gözler önünde iken; bu defa, o dışlanmada, güya bizden tarafa gözüken Washington, Ankara'dan bilgisayar sistemlerini, elektronik savaş sistemlerini saklıyor. İyi de neden? Acaba, "Ulusal Çıkarları" en iyi biz biliriz, o güzden Ulusal Savunma Stratejisi'ni biz tayin etmeliyiz diyen siyaset esnafının, bu hususta bir bildiği var mı?"
Demek ki Ulusal Güvenlik Mesut Yılmaz'a, dünün Milli Görüşçüsü bugünün Amerika sevdalısı Tayyip Erdoğan'a bırakılmayacak kadar önemli.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
İbrahim Berk / diğer yazıları
- Cübbe düştü haç göründü / 07.01.2020
- Darbe fragmanı / 22.07.2016
- Suriye bumerangı / 24.02.2016
- AKP'nin hali pürmelali / 17.02.2016
- Atlantik'in iki yakasından Türkiye'nin görünümü / 22.10.2015
- Stratejik derinlikte çırpınan Türkiye / 18.09.2015
- Ya felakete, ya felaha / 05.09.2015
- Teröristleri takviye Mehmetçiği tasfiye operasyonu / 25.02.2015
- AKP IŞİD'i niçin vuramaz? / 15.10.2014
- Kuklalar düşünemez / 09.10.2014
- Darbe fragmanı / 22.07.2016
- Suriye bumerangı / 24.02.2016
- AKP'nin hali pürmelali / 17.02.2016
- Atlantik'in iki yakasından Türkiye'nin görünümü / 22.10.2015
- Stratejik derinlikte çırpınan Türkiye / 18.09.2015
- Ya felakete, ya felaha / 05.09.2015
- Teröristleri takviye Mehmetçiği tasfiye operasyonu / 25.02.2015
- AKP IŞİD'i niçin vuramaz? / 15.10.2014
- Kuklalar düşünemez / 09.10.2014