Allah-u Teâlâ, Resulü içinde ‘zikir’ demiştir -1-
Nitekim âyet-i kerimelerde şöyle buyurulur: “Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Ey inanan akıl sahipleri! Allah’tan korkun. Allah size gerçekten bir zikir/uyarıcı indirmiştir
07.11.2024 08:31:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Nitekim âyet-i kerimelerde şöyle buyurulur: "Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Ey inanan akıl sahipleri! Allah'tan korkun. Allah size gerçekten bir zikir/uyarıcı indirmiştir.
İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah'a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları Cennetlere sokar. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir."
İbni Abbâs şöyle demiştir: "Buradaki zikir sözcüğü Allah Resûlü'nün bir vasfıdır."
Peygamberler, İlâhî vahyi insanlara, onların hidâyetleri için taşıyan Allah'ın görevlendirdiği elçilerdir. Seçilmiş özel insanlardır. Günümüzde ve tarihte bazı insanlar peygamberlerin gönderilme maksatlarını anlayamamış; onları diğer insanlardan farksız görmüşlerdir.
Günümüzde ve tarihte, "Kur'an bize yeter, Kur'an'ın açıklamadığı hiçbir şey kalmamıştır. Helâl ve haram hükmünü hadislerde aramaya gerek yok. Kur'an'a bakar anlarız" gibi tamamen yanlış bir anlayış daha vardır ki; buna en güzel cevabı Peygamber Efendimiz bizzat vermiştir:
El-Mikdâm b. Ma'dîkerb'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Yakındır; sedirine (koltuğuna) yaslanıp oturan bir adama Benim hadisim ulaşacak ve o, şöyle diyecek: 'Aramızda Allah'ın Kitâbı vardır.
Onun içinde helâl olarak bulduğumuzu helâl sayar, haram olarak gördüğümüzü de haram sayarız.' Oysa (zavallı bilmiyor ki) Allah Resûlü'nün haram kıldığı şey de, Allah'ın haram kıldığı şey gibidir."
Sünnet olmadan Kur'ân-ı Kerim anlaşılmaz. Peygamber Efendimizin hayatı Kur'ân-ı Kerim'dir. Sünnet bu hayatın kendisidir. Dolayısıyla Kur'ân-ı Kerim'in kendisidir.
Peygamberin şahsında görülen İslam, sünnettir. Ama bu İslam'da Kur'ân-ı Kerim'dir. Farklı bir şey değildir. Kur'ân-ı Kerim ayrı, sünnet ayrı değildir. Kur'ân-ı Kerim'le sünnet birdir. Sünnet, Kur'ân-ı Kerim'in kapısı değil, sünnet Kur'ân-ı Kerim'in kendisidir.
Cenâb-ı Hakk, Kur'ân-ı Kerim'de hac ibâdetinin nasıl yapılacağını ayrıntılı olarak anlatmamıştır. Haccın nasıl edâ edileceği konusunda Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
Câbir'den, "Allah Resûlü'nü (sallallahu aleyhi ve âlihi), bayram günü devesinin üstünde Şeytan taşlarken ve şöyle derken gördüm: Gelin, menâsikinizi Benden alın! Kim bilir belki bu haccımdan sonra, bir daha haccedemem."
Resûlullah, "Benden alın, Ben nasıl yapıyorsam öyle yapın" emrini, Kur'ân-ı Kerim'de nasıl kılınacağı açıklanmayan namaz ve ayrıca sâir şer'i hükümler için de ifade buyurmuştur.
Hac gibi birçok ibâdette emir Kur'ân-ı Kerim'de ama görünüşü ve yaşayışı Hz. Peygamber'de… Yani sünnet, Kur'ân-ı Kerim'in açılmasıdır.
Esasen bu kâinat da bir Kur'ân'dır, İlâhî ayetlerdir. Ama Allah, bunu formülüze etti. Sayfanın içine koydu. Bu kâinat Kur'ân-ı Kerim'in içinde anlatılıyor. Beyan ediliyor. Yani şu kâinatta ne varsa, Kur'ân-ı Kerim'de de var.
Bunların haricinde bir Kitab-ı Kerim daha var ki, o da insandır.
İnsanın iç tabiatına bakıldığında, adeta bütün kâinat onda mânen saklıdır. İşte Allah'ın Sevgilisi, bunu hayata geçirerek müşahhas Kur'ân-ı Kerim oluyor. Hepsi birbirini tamamlayandır. Hepsi âyettir...
Kâinat âyeti, insan âyeti, Hz. Muhammed âyeti... En güzel ve en somut tarzda onları ortaya koyan Hz. Muhammed'dir. İşte âyet, o sünnetin kendisidir. Sünnetin o tarzda görünmesi, âyetin tatbikidir. Hayata geçiş tarzıdır.
Kur'ân-ı Kerim mücerrettir. Cenâb-ı Vacibu'l-Vücud Hazretleri, âyet-i kerimeleri mücerret olarak olarak beyan etmiştir. Onu müşahhas hâle getiren ise, Sevgili Peygamberimizdir. Bu sebeple Resûlullah'a "canlı Kur'an" denilmektedir.
Cenâb-ı Hakk, Kur'ân-ı Kerim'de bir dinden bahsediyor, İslam dinini anlatıyor.
Bu anlatılan dini hayata geçiren, insanlara somut örneklerle gösteren, yaşatan, bizzat kendi ve Ehl-i Beyt'iyle yaşayan Peygamber Efendimizdir. Peygamber Efendimiz, Kur'ân-ı Kerim'i o derece yaşamıştır ki, ahlâkı tamamen Kur'ân-ı Kerim ahlâkı olmuştur. Nitekim Resûlullah'ın ahlâkı için Hz. Aişe validemiz; "Onun ahlâkı, Kur'ân-ı Kerim ahlâkıdır" diyor.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve âlihi), numune-i Kur'an'dır. Bu nedenle Kur'ân-ı Kerim zikir olduğu gibi, Peygamber Efendimiz de zikrin kendisidir. Ayrıca salavât getirilmesi sûretiyle, zikrolunandır.
İnsan sevdiği bir varlığı, bir insanı sadece şahsında değil, herkesin zikretmesini, anmasını ister. Allah da Resûlünü o kadar seviyor ki, hem O'nu zikrediyor, hem de kullarının Muhammed'ini (sallallahu aleyhi ve âlihi) zikretsin, ansın istiyor. Cenâb-ı Hakk dahi salât ü selâm getirir ve de inananlara Resâlüne salât ü selâm getirmeyi emreder:
"Allah ve melekleri, Peygamber'e hep salavât getirirler. Ey mü'minler! Siz de O'na salavât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin."
Biz namazlarda da tahiyyatta okuduğumuz, "ettehiyyatu, Allahümme salli, Allahümme barik" dualarında sadece Peygamber Efendimize değil, O'nun Ehl-i Beyt'ine, ceddine de salavât getiriyoruz.
Onlar dâim Allah ile beraber oldukları için Allah'ı hatırlatırlar. Onlar zikredildiğinde, Allah hatırlanır. Bu nedenle onları zikretmek, Allah'ı zikretmektir, hatırlamaktır. Zikir oldukları gibi aynı zamanda zikrolunanlardır. (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah'a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları Cennetlere sokar. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir."
İbni Abbâs şöyle demiştir: "Buradaki zikir sözcüğü Allah Resûlü'nün bir vasfıdır."
Peygamberler, İlâhî vahyi insanlara, onların hidâyetleri için taşıyan Allah'ın görevlendirdiği elçilerdir. Seçilmiş özel insanlardır. Günümüzde ve tarihte bazı insanlar peygamberlerin gönderilme maksatlarını anlayamamış; onları diğer insanlardan farksız görmüşlerdir.
Günümüzde ve tarihte, "Kur'an bize yeter, Kur'an'ın açıklamadığı hiçbir şey kalmamıştır. Helâl ve haram hükmünü hadislerde aramaya gerek yok. Kur'an'a bakar anlarız" gibi tamamen yanlış bir anlayış daha vardır ki; buna en güzel cevabı Peygamber Efendimiz bizzat vermiştir:
El-Mikdâm b. Ma'dîkerb'den, "Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Yakındır; sedirine (koltuğuna) yaslanıp oturan bir adama Benim hadisim ulaşacak ve o, şöyle diyecek: 'Aramızda Allah'ın Kitâbı vardır.
Onun içinde helâl olarak bulduğumuzu helâl sayar, haram olarak gördüğümüzü de haram sayarız.' Oysa (zavallı bilmiyor ki) Allah Resûlü'nün haram kıldığı şey de, Allah'ın haram kıldığı şey gibidir."
Sünnet olmadan Kur'ân-ı Kerim anlaşılmaz. Peygamber Efendimizin hayatı Kur'ân-ı Kerim'dir. Sünnet bu hayatın kendisidir. Dolayısıyla Kur'ân-ı Kerim'in kendisidir.
Peygamberin şahsında görülen İslam, sünnettir. Ama bu İslam'da Kur'ân-ı Kerim'dir. Farklı bir şey değildir. Kur'ân-ı Kerim ayrı, sünnet ayrı değildir. Kur'ân-ı Kerim'le sünnet birdir. Sünnet, Kur'ân-ı Kerim'in kapısı değil, sünnet Kur'ân-ı Kerim'in kendisidir.
Cenâb-ı Hakk, Kur'ân-ı Kerim'de hac ibâdetinin nasıl yapılacağını ayrıntılı olarak anlatmamıştır. Haccın nasıl edâ edileceği konusunda Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
Câbir'den, "Allah Resûlü'nü (sallallahu aleyhi ve âlihi), bayram günü devesinin üstünde Şeytan taşlarken ve şöyle derken gördüm: Gelin, menâsikinizi Benden alın! Kim bilir belki bu haccımdan sonra, bir daha haccedemem."
Resûlullah, "Benden alın, Ben nasıl yapıyorsam öyle yapın" emrini, Kur'ân-ı Kerim'de nasıl kılınacağı açıklanmayan namaz ve ayrıca sâir şer'i hükümler için de ifade buyurmuştur.
Hac gibi birçok ibâdette emir Kur'ân-ı Kerim'de ama görünüşü ve yaşayışı Hz. Peygamber'de… Yani sünnet, Kur'ân-ı Kerim'in açılmasıdır.
Esasen bu kâinat da bir Kur'ân'dır, İlâhî ayetlerdir. Ama Allah, bunu formülüze etti. Sayfanın içine koydu. Bu kâinat Kur'ân-ı Kerim'in içinde anlatılıyor. Beyan ediliyor. Yani şu kâinatta ne varsa, Kur'ân-ı Kerim'de de var.
Bunların haricinde bir Kitab-ı Kerim daha var ki, o da insandır.
İnsanın iç tabiatına bakıldığında, adeta bütün kâinat onda mânen saklıdır. İşte Allah'ın Sevgilisi, bunu hayata geçirerek müşahhas Kur'ân-ı Kerim oluyor. Hepsi birbirini tamamlayandır. Hepsi âyettir...
Kâinat âyeti, insan âyeti, Hz. Muhammed âyeti... En güzel ve en somut tarzda onları ortaya koyan Hz. Muhammed'dir. İşte âyet, o sünnetin kendisidir. Sünnetin o tarzda görünmesi, âyetin tatbikidir. Hayata geçiş tarzıdır.
Kur'ân-ı Kerim mücerrettir. Cenâb-ı Vacibu'l-Vücud Hazretleri, âyet-i kerimeleri mücerret olarak olarak beyan etmiştir. Onu müşahhas hâle getiren ise, Sevgili Peygamberimizdir. Bu sebeple Resûlullah'a "canlı Kur'an" denilmektedir.
Cenâb-ı Hakk, Kur'ân-ı Kerim'de bir dinden bahsediyor, İslam dinini anlatıyor.
Bu anlatılan dini hayata geçiren, insanlara somut örneklerle gösteren, yaşatan, bizzat kendi ve Ehl-i Beyt'iyle yaşayan Peygamber Efendimizdir. Peygamber Efendimiz, Kur'ân-ı Kerim'i o derece yaşamıştır ki, ahlâkı tamamen Kur'ân-ı Kerim ahlâkı olmuştur. Nitekim Resûlullah'ın ahlâkı için Hz. Aişe validemiz; "Onun ahlâkı, Kur'ân-ı Kerim ahlâkıdır" diyor.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve âlihi), numune-i Kur'an'dır. Bu nedenle Kur'ân-ı Kerim zikir olduğu gibi, Peygamber Efendimiz de zikrin kendisidir. Ayrıca salavât getirilmesi sûretiyle, zikrolunandır.
İnsan sevdiği bir varlığı, bir insanı sadece şahsında değil, herkesin zikretmesini, anmasını ister. Allah da Resûlünü o kadar seviyor ki, hem O'nu zikrediyor, hem de kullarının Muhammed'ini (sallallahu aleyhi ve âlihi) zikretsin, ansın istiyor. Cenâb-ı Hakk dahi salât ü selâm getirir ve de inananlara Resâlüne salât ü selâm getirmeyi emreder:
"Allah ve melekleri, Peygamber'e hep salavât getirirler. Ey mü'minler! Siz de O'na salavât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin."
Biz namazlarda da tahiyyatta okuduğumuz, "ettehiyyatu, Allahümme salli, Allahümme barik" dualarında sadece Peygamber Efendimize değil, O'nun Ehl-i Beyt'ine, ceddine de salavât getiriyoruz.
Onlar dâim Allah ile beraber oldukları için Allah'ı hatırlatırlar. Onlar zikredildiğinde, Allah hatırlanır. Bu nedenle onları zikretmek, Allah'ı zikretmektir, hatırlamaktır. Zikir oldukları gibi aynı zamanda zikrolunanlardır. (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)