Mayıs ayında yapılacak cumhurbaşkanı seçimine kadar ülkede havanın gerginleşmemesi hem AKP'nin hem de PKK'nın arzusu. Böylece AKP istediği adayı seçtirebileceğini, PKK da kış aylarını dinlenip hazırlıklar yaparak geçirebileceğini hesaplıyor. Oysa terörle mücadele görevini yüklenmiş olanlar için bu dönem, kullanabildikleri takdirde, avantajlar sağlıyor. Terör ile mücadelede başarı, olayların cereyan ettiği bölgelerde, gerek terörü destekleyen ülke topraklarında, gerek olayların sergilendiği kendi topraklarınızda bu gruplara karşı saldırı inisiyatifini elde bulundurmaya bağlı. Başbakan Erdoğan, sözde PKK ateşkesinden sonra "Olay yoksa güvenlik güçleri neden operasyon yapsın?" diyerek, ABD'nin Pentagon'unda oluştuğu görülen değerlendirmeye destek vermişti. Ama bu görüşü asker paylaşmadı. Formül: 'Son terörist yok edilene kadar mücadele' oldu. Ama terörü destekleyen ülke durumundaki Irak, MİT'in 4 bin 500 dediği PKK militanını hâlâ koruyor. ABD himayesindeki girişim ile oluşturulan sözde terörle mücadele koordinasyon grubu ile Türkiye'nin orada eli kolu bağlı. ABD cephesinden neredeyse her gün kaygı yaratacak yeni bir haber geliyor. Araseçimleri kazanan Demokratların önde gelenlerinde 'Kuzey Irak'a NATO gücü yerleştirilsin' görüşü belirince hesaplar bir kere daha karışıyor. Türkiye topraklarındaki, MİT'in saptadığı 1500 militan nerede? Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana, zaman zaman ortaya çıkan olaylarla mücadele bölgenin güvenlik güçlerince, karış karış tanınmasını, buraların artık avuç içi gibi bilinmesini sağlamadı mı? O halde şimdi gündemdeki soru: 'Bu sessizlik neden?' olmuyor mu? Terör örgütlerine karşı harekete geçmeye genelde ya siyasi iktidar karar veriyor ya da teröristler yarattıkları cinayetleriyle kamuoyunun harekete geçmesine ve hükümeti etkilemesine sebep oluyorlar. Şimdi bunun ikisi de yok. Terörün kış uykusuna yatmasından teröristler de, cumhurbaşkanlığı seçimi için havayı muhafaza etmek isteyen AKP iktidarı da memnun. Geriye, mücadele kendilerine ihale edilmiş olan güvenlik güçleri, Türk Silahlı Kuvvetleri kalıyor. Onların da gerek kendilerine sağlanan maddi ve manevi olanaklar yönünden, gerek girdikleri yeni yönetim döneminin özellikleri yönünden kendilerini rahat hissettiklerini söylemek kolay değil. TSK-AKP iktidarı arasındaki akçalı ilişkiler alanında geçen uygulamayı yakından izleyen çevreler: "Askerin eli tutuluyor. Harcamalar yapılmıyor" diyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçimi için AKP'nin kimi aday göstereceği de, sadece sivil kesimleri değil, askerleri de muhakkak yakından ilgilendiriyor. Bu konudaki ilgiyi vurgulayan bir emekli asker, 11 Nisan 2000 günü, Demirel'in yerine seçilecek cumhurbaşkanının kim olacağı hakkında zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun kendisine yaptığı değerlendirmeyi şöyle özetliyor: "Seçilecek cumhurbaşkanı aynı zamanda Başkomutan olacaktır. Şaibesiz, TBMM'de dosyası olmayan ciddi devlet ve siyaset adamı birinin cumhurbaşkanı olmasından yanayız." Hüseyin Paşa'nın, zamanın Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer'in seçilmesini sağlayan bu değerlendirmesinin geçerliliğini yitirdiğini kim söyleyebilir? Bütün bu siyasi ve güvenlikle ilgili unsurlar bir arada dikkate alındığında Türkiye'nin nasıl kritik bir dönemden geçmekte olduğu daha iyi görülür. Gelişmeleri yakından izlediğinizde, bu konuda yapılan kamuoyu yoklamalarının derecede sağduyuyu yansıttığını takdir edebilirsiniz. Kıvrıkoğlu'nun değerlendirmesine ters bir adayın seçilmesi halinde ülkede kaos mu çıkacağını, yoksa toplumun, geçecek zamanla, kendisine sunulan oldubittiyi kabul mü edeceğini anlayabilirsiniz.M. Ali Kışlalı
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.