Hükümet, AB ile yapılan gizli anlaşmalarda, AB’yi vatandaşlar nazarında cazip kılan serbest dolaşım ve tarım destekleme fonları gibi kazançlardan feragat etti
AKP hükümeti Avrupa Birliği’nden hiç bir kazanç sağlamayacak şekilde “alın da, nasıl alırsanız alın” psikolojisi ile yamanmayı da çoktan kabul etmiş durumda.
Türkiye, 6 Ekim İlerleme Raporu’nda Türklerin Avrupa’da serbest dolaşımının engelleneceği maddesini “resmen kabul etti”. “Serbest dolaşımın kalıcı olarak engellenebileceği maddesi” apaçık bir şekilde, “müzakere süreci üyelik perspektifine yaklaştığı an serbest dolaşım hakkını size mahsus olarak kaldıracağız” anlamına geliyor.
Bitmedi. Asıl gizlenen maddeler bunlar değil. Bu kamuoyuna zaten bir şekilde duyuruldu.
Türkiye AB’den en çok neyin beklentisi
içinde?
1– Ortak Tarım politikasından yararlanacak, köylümüze AB fonlarının kapısını açmak
2– AB’nin mali yardımından yararlanmak.
3– Avrupa Parlamentosu’nda nispi temsil hakkına kavuşarak, Almanya ve İngiltere’den sonra en çok parlamenteri olan üye olmak. 2020’lerde Avrupa Parlamentosunda en büyük sayısal çoğunluğu olan ülke konumuna gelmek.
Zaten AB demek, bir anlamda yukarıdaki maddeler demek.
Ama Türkiye bütün bu maddelerden feragat edeceğinin sözünü Brüksel’de vermiş durumda.
Diplomatik görüşmelerin perde önüne yansıyan boyutundan çok daha önemlisi perde arkasında yapılan görüşmelerdir.
Bu perde arkası bölümü basına pek yansımaz, uzun süre gizli kalır, kamuoyundan gizlenir. Kamuoyu haberdar olduğunda ise fırtınaların koptuğu günler başlamış demektir.
AB sürecinde kamuoyundan gizlenen pek çok gizli görüşmenin yapıldığı, ülkenin geleceğini ipotek altına koyan sözler verildiği biliniyor. Bu görüşmeler, resmi kanallardan yapılmasına ve hükümetin en tepesindeki isimler tarafından gerçekleştirilmesine rağmen, kriptolarının dahi tutulmadığı biliniyor.
Gizli görüşmeler, devletten dahi gizleniyor!
Hangi sözlerin verildiği, hangi taahhütlerde bulunulduğu “devlet kurumu” hiçe sayılarak örtülüyor.
AB sürecinde azınlık haklarından, Dicle ve Fırat’ın sularının ortak kullanımına kadar pek çok konuda Brüksel’i rahatlatacak, “merak etmeyin, her şey istediğiniz gibi olacak” şeklindeki sözlerin aylar öncesinden verildiği netlik kazanıyor.
Avrupa Birliği Anayasası’nın imzalanarak, Türk Devleti’nin ortadan kaldırılması projesinin açıkça onaylanmasına şapka çıkartanlar, “AB sürecini” “devletle hesaplaşma sürecine” sokmanın keyfi içindeler.
Bu süreçte Avrupa Birliği’nden hiç bir kazanç sağlamayacak şekilde “alın da, nasıl alırsanız alın” psikolojisi ile yamanmayı da çoktan kabul etmiş durumdalar.
Ne demek, ‘hiç bir kazanç sağlamayacak şekilde AB’ye yamanmak?”
Şu demek:
Türkiye, 6 Ekim İlerleme Raporu’nda Türklerin Avrupa’da serbest dolaşımının engelleneceği maddesini “resmen kabul etti”. “Serbest dolaşımın kalıcı olarak engellenebileceği maddesi” apaçık bir şekilde, “müzakere süreci üyelik perspektifine yaklaştığı an serbest dolaşım hakkını size mahsus olarak kaldıracağız” anlamına geliyor.
Yani, AB’ye üye olunması halinde tasını tarağını toplayarak, iş bulmak umuduyla Avrupa’ya gitme hayali kuran “Memed”ler hayal kırıklığına uğrayacak.
Bitmedi. Asıl gizlenen maddeler bunlar değil. Bu kamuoyuna zaten bir şekilde duyuruldu.
Türkiye AB’den en çok neyin beklentisi içinde?
1– Ortak Tarım politikasından yararlanacak, köylümüze AB fonlarının kapısını açmak
2– AB’nin mali yardımından yararlanmak.
3– Avrupa Parlamentosu’nda nispi temsil hakkına kavuşarak, Almanya ve İngiltere’den sonra en çok parlamenteri olan üye olmak. 2020’lerde Avrupa Parlamentosunda en büyük sayısal çoğunluğu olan ülke konumuna gelmek.
Zaten AB demek, bir anlamda yukarıdaki maddeler demek.
Ama Türkiye bütün bu maddelerden feragat edeceğinin sözünü Brüksel’de vermiş durumda.
Ankara’da şu sıralar kapalı kapılar ardında yapılan konuşmalar hep bu istikamette.
Avrupa Birliği bütün ülkeler için 50 milyar dolarlık bir fonu ortak tarım politikası için kullanıyor. Türkiye’nin üye olması halinde, köylü nüfus gözönüne alınarak 25 milyar dolarlık bir ek bütçenin ayrılması gerekiyor.
Ama Türk köylüsü AB’ye girdi diye 25 milyar doların aktarılması mümkün değil. Zira böyle bir para yok! Bırakın ek bütçeyi, mevcut tarım politikası bütçesinde ciddi kısıtlamalara gidilmiş durumda. Brüksel’de Türkiye’ye “kazın ayağı işte böyle. Üyeliğiniz halinde tarım yardımı filan yok” şeklinde nazik uyarılarda bulundular.
Ve Ankara bunu kabul etti!
Ankara mali yardımdan vazgeçeceğinin de sinyalini verdi! Üyelik halinde nüfusa göre verilen mali yardımın Türkiye için kullanılması halinde AB’nin ciddi bir sarsıntı geçireceğini Erdoğan– Gül ikilisine “gayet dostça!” anlatan Brüksel kurtları, “AB’ye girelim de nasıl girersek girelim!” psikolojisini sergileyen yöneticilerimiz bu konuda da ikna etti.
Peki ya nispi temsil?
Kapalı kapılar ardından gelen bilgilere göre, Haçlı dünyası 2020’lerde Avrupa Parlamentosu’nun en kalabalık üyesi olmaya hazırlanan Türkiye’ye “böyle bir şeyi asla kabul edemeyiz, size has bir temsil hakkı getireceğiz, bu temsil hakkında nüfus değil, bizim size vereceğimiz ‘özel temsil kontenjanı’ söz konusu olacak” şeklindeki projelerini de anlattılar.
Türkiye bunu da kabul etti!
Serbest dolaşım yok, mali yardım yok, ortak tarım politikasından yararlanmak yok, Avrupa Parlamentosu’nda nüfusa göre temsil yok...
Yok oğlu yok!
Bu kadar açık konuşuyorum. Kapalı kapılar ardından bahsediyorum ama çok yakın bir zamanda bunlar zaten yüksek sesle konuşulmaya başlanacak.
AB Türkiye’ye hiç bir şey vermeden, ince bir halatla kendine bağlayıp, Gümrük Birliği denilen modern kapitülasyonlarla sömürebildiği kadar sömürecek. “İşte üyemiz oldunuz!” şeklinde sanal bir üyelikle oyalama projesi peşinde.
AKP ise devletle olan hesaplaşmalarından başka hiç bir şeyi düşünemeyecek bir sarhoşluk içinde, her şeye razı.
AKP hükümeti Avrupa Birliği’nden hiç bir kazanç sağlamayacak şekilde “alın da, nasıl alırsanız alın” psikolojisi ile yamanmayı da çoktan kabul etmiş durumda.
Türkiye, 6 Ekim İlerleme Raporu’nda Türklerin Avrupa’da serbest dolaşımının engelleneceği maddesini “resmen kabul etti”. “Serbest dolaşımın kalıcı olarak engellenebileceği maddesi” apaçık bir şekilde, “müzakere süreci üyelik perspektifine yaklaştığı an serbest dolaşım hakkını size mahsus olarak kaldıracağız” anlamına geliyor.
Bitmedi. Asıl gizlenen maddeler bunlar değil. Bu kamuoyuna zaten bir şekilde duyuruldu.
Türkiye AB’den en çok neyin beklentisi
içinde?
1– Ortak Tarım politikasından yararlanacak, köylümüze AB fonlarının kapısını açmak
2– AB’nin mali yardımından yararlanmak.
3– Avrupa Parlamentosu’nda nispi temsil hakkına kavuşarak, Almanya ve İngiltere’den sonra en çok parlamenteri olan üye olmak. 2020’lerde Avrupa Parlamentosunda en büyük sayısal çoğunluğu olan ülke konumuna gelmek.
Zaten AB demek, bir anlamda yukarıdaki maddeler demek.
Ama Türkiye bütün bu maddelerden feragat edeceğinin sözünü Brüksel’de vermiş durumda.
Diplomatik görüşmelerin perde önüne yansıyan boyutundan çok daha önemlisi perde arkasında yapılan görüşmelerdir.
Bu perde arkası bölümü basına pek yansımaz, uzun süre gizli kalır, kamuoyundan gizlenir. Kamuoyu haberdar olduğunda ise fırtınaların koptuğu günler başlamış demektir.
AB sürecinde kamuoyundan gizlenen pek çok gizli görüşmenin yapıldığı, ülkenin geleceğini ipotek altına koyan sözler verildiği biliniyor. Bu görüşmeler, resmi kanallardan yapılmasına ve hükümetin en tepesindeki isimler tarafından gerçekleştirilmesine rağmen, kriptolarının dahi tutulmadığı biliniyor.
Gizli görüşmeler, devletten dahi gizleniyor!
Hangi sözlerin verildiği, hangi taahhütlerde bulunulduğu “devlet kurumu” hiçe sayılarak örtülüyor.
AB sürecinde azınlık haklarından, Dicle ve Fırat’ın sularının ortak kullanımına kadar pek çok konuda Brüksel’i rahatlatacak, “merak etmeyin, her şey istediğiniz gibi olacak” şeklindeki sözlerin aylar öncesinden verildiği netlik kazanıyor.
Avrupa Birliği Anayasası’nın imzalanarak, Türk Devleti’nin ortadan kaldırılması projesinin açıkça onaylanmasına şapka çıkartanlar, “AB sürecini” “devletle hesaplaşma sürecine” sokmanın keyfi içindeler.
Bu süreçte Avrupa Birliği’nden hiç bir kazanç sağlamayacak şekilde “alın da, nasıl alırsanız alın” psikolojisi ile yamanmayı da çoktan kabul etmiş durumdalar.
Ne demek, ‘hiç bir kazanç sağlamayacak şekilde AB’ye yamanmak?”
Şu demek:
Türkiye, 6 Ekim İlerleme Raporu’nda Türklerin Avrupa’da serbest dolaşımının engelleneceği maddesini “resmen kabul etti”. “Serbest dolaşımın kalıcı olarak engellenebileceği maddesi” apaçık bir şekilde, “müzakere süreci üyelik perspektifine yaklaştığı an serbest dolaşım hakkını size mahsus olarak kaldıracağız” anlamına geliyor.
Yani, AB’ye üye olunması halinde tasını tarağını toplayarak, iş bulmak umuduyla Avrupa’ya gitme hayali kuran “Memed”ler hayal kırıklığına uğrayacak.
Bitmedi. Asıl gizlenen maddeler bunlar değil. Bu kamuoyuna zaten bir şekilde duyuruldu.
Türkiye AB’den en çok neyin beklentisi içinde?
1– Ortak Tarım politikasından yararlanacak, köylümüze AB fonlarının kapısını açmak
2– AB’nin mali yardımından yararlanmak.
3– Avrupa Parlamentosu’nda nispi temsil hakkına kavuşarak, Almanya ve İngiltere’den sonra en çok parlamenteri olan üye olmak. 2020’lerde Avrupa Parlamentosunda en büyük sayısal çoğunluğu olan ülke konumuna gelmek.
Zaten AB demek, bir anlamda yukarıdaki maddeler demek.
Ama Türkiye bütün bu maddelerden feragat edeceğinin sözünü Brüksel’de vermiş durumda.
Ankara’da şu sıralar kapalı kapılar ardında yapılan konuşmalar hep bu istikamette.
Avrupa Birliği bütün ülkeler için 50 milyar dolarlık bir fonu ortak tarım politikası için kullanıyor. Türkiye’nin üye olması halinde, köylü nüfus gözönüne alınarak 25 milyar dolarlık bir ek bütçenin ayrılması gerekiyor.
Ama Türk köylüsü AB’ye girdi diye 25 milyar doların aktarılması mümkün değil. Zira böyle bir para yok! Bırakın ek bütçeyi, mevcut tarım politikası bütçesinde ciddi kısıtlamalara gidilmiş durumda. Brüksel’de Türkiye’ye “kazın ayağı işte böyle. Üyeliğiniz halinde tarım yardımı filan yok” şeklinde nazik uyarılarda bulundular.
Ve Ankara bunu kabul etti!
Ankara mali yardımdan vazgeçeceğinin de sinyalini verdi! Üyelik halinde nüfusa göre verilen mali yardımın Türkiye için kullanılması halinde AB’nin ciddi bir sarsıntı geçireceğini Erdoğan– Gül ikilisine “gayet dostça!” anlatan Brüksel kurtları, “AB’ye girelim de nasıl girersek girelim!” psikolojisini sergileyen yöneticilerimiz bu konuda da ikna etti.
Peki ya nispi temsil?
Kapalı kapılar ardından gelen bilgilere göre, Haçlı dünyası 2020’lerde Avrupa Parlamentosu’nun en kalabalık üyesi olmaya hazırlanan Türkiye’ye “böyle bir şeyi asla kabul edemeyiz, size has bir temsil hakkı getireceğiz, bu temsil hakkında nüfus değil, bizim size vereceğimiz ‘özel temsil kontenjanı’ söz konusu olacak” şeklindeki projelerini de anlattılar.
Türkiye bunu da kabul etti!
Serbest dolaşım yok, mali yardım yok, ortak tarım politikasından yararlanmak yok, Avrupa Parlamentosu’nda nüfusa göre temsil yok...
Yok oğlu yok!
Bu kadar açık konuşuyorum. Kapalı kapılar ardından bahsediyorum ama çok yakın bir zamanda bunlar zaten yüksek sesle konuşulmaya başlanacak.
AB Türkiye’ye hiç bir şey vermeden, ince bir halatla kendine bağlayıp, Gümrük Birliği denilen modern kapitülasyonlarla sömürebildiği kadar sömürecek. “İşte üyemiz oldunuz!” şeklinde sanal bir üyelikle oyalama projesi peşinde.
AKP ise devletle olan hesaplaşmalarından başka hiç bir şeyi düşünemeyecek bir sarhoşluk içinde, her şeye razı.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.