Partilerin ve siyasî liderlerin Avrupa Birliği konusundaki duruşlarını tahlile devam ediyoruz.
AB konusunda turnusol işlevi gören Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Tuncer Kılınç'ın açıklamalarına en sert tepki Mesut Yılmaz'dan ve Tayyip Erdoğan'dan geldi.
Zaten son bir yıldır ANAP Lideri Yılmaz ile AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın çizgisi arasında müthiş bir yakınlık, politikalarında benzeşme sözkonusu.
İki parti arasında gitgide sigara kağıdı mesafesine inen ayrılık ortadan kalkmak üzere. ABD'ye bakış. AB'ye bakış, IMF ve küresel kapitalizme sahipleniş noktasında Erdoğan, Yılmaz'ın ayak izlerini takip ediyor gibi...
Bu benzeşme ve yakınlaşmanın hemşehrilik bağından çok, ikide bir icazet aldıkları Yahudi lobilerinin, ABD ve Avrupa'daki "derin bağlarının" eseri olduğu günbegün ortaya çıkıyor.
Dün Yılmaz'ın sırtını sıvazlayan ADL, JINSA, Washington Enstitüsü, AIPAC gibi Yahudi lobileri bugün Erdoğan'a taktikler veriyor.
Onun için olsa gerek, Kılınç Paşa'nın AB ve ABD'yi kızdıracak onurlu çıkışına her iki genel başkan büyük bir hışımla karşı çıktı.
Erdoğan şöyle demiş: "Hiç kimse yurt içi dengelerdeki yerini ve ağırlığını korumak pahasına ülkenin ve insanların geleceği ile lütfen oynamasın."
Erdoğan, birilerinin de kendisine şu uyarıda bulunabileceğini hesap edememiş olmalı: "Hiç kimse arkasına Yahudi derin devletini, CIA ve uluslararası lobileri alarak, onların istediği kıvama gelerek "yurt içi dengelerinde ağırlık kazanabileceğini hayal etmesin!"
Erdoğan, Kılınç Paşa'nın savunduğu Rusya ve İran ile işbirliğinin AB'ye alternatif olamayacağını buyurduktan sonra önemli bir tespitte daha bulunuyor, AB üyesi olmak ABD karşıtlığı anlamına da gelmez."
Anlayacağınız Erdoğan, AB'ye selam çakarken ABD'ye göz kırpmayı da ihmal etmiyor. Zaten ABD gezisinde, "ABD'nin en samimi müttefiki olduklarını iddia etmemiş miydi?
Türkiye'nin AB üyeliği sayesinde mevcut sorunlarını çözeceğini söyleyen Erdoğan, AB üyeliğinin dış politikada da Türkiye'yi rahatlatacağını söylemiş.
Nasılına girmemiş. Girememiş tabiî. Kıbrıs'ı Rum'a, Ege'yi Yunan'a, İstanbul'u Fener Patriğine, G.Doğu'yu Kürdistan'a (ifade Erdoğan'a ait) vererek mi kurtulacak?
Erdoğan'ın ilginç bir huyu var. Her konuda esip gürlüyor, birkaç saniye içinde sanki kendine gelip hemen yelkenleri indiriyor.
İçki tartışmasından, nüfus kontrolü meselesine kadar aynı çelişkili tavırlarını hayretle izlediğimiz Erdoğan, demecinin başında Kılınç Paşa'ya veryansın ederken sona doğru şu tedbir cümlesini de eklemeden edememiş: "Orgeneral Kılınç'ın sözler öneri olarak değerli."
Erdoğan, AB'ye girmesek bile AB'nin dayattığı Kopenhag ve Maastricht kriterlerinin millî menfaatlerimizin gereği olduğunu söylüyor.
Kültürel hakları tanımaktan dem vuruyor. Yılmaz gibi başörtüsü yasağının AB üyesi bir ülkede yaşanmayacağını iddia ediyor.
Burada mağdur insanların üzerinden bir oyun oynanıyor. AB'nin insan hakları mahkemesi değil miydi bu örgütleri mahkûm eden?
Siz ikide bir teröristleri ziyaret eden AB müfettişlerinin bir gün olsun başörtüsü sorununa değindiğini gördünüz mü?
Erdoğan'ın görmek istemediği şu AB'nin bir hakka sahip çıkması için o hakkı savunanların bölücü, ayrılıkçı, yıkıcı, terörist kesim olması gerekiyor.
Sonra ne kadar yazık değil mi? Yılmaz gibi iktidarda, Erdoğan gibi muhalefetle olan liderler, bizim iktidarımızda şöyle hizmet, şöyle hürriyet olacak diyemiyor. Milletin beklenti ve ümitlerini muhayyel bir AB üyeliğine havale ediyor.
Yani biz hizmet, biz hürriyet vermeyiz. Hizmetin, icraatın, zenginliğin kaynağı Avrupa Birliği olduğuna göre her dediklerini yapalım kompleksi.
Tam bir sömürge aydını prototipi...
AB konusunda turnusol işlevi gören Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Tuncer Kılınç'ın açıklamalarına en sert tepki Mesut Yılmaz'dan ve Tayyip Erdoğan'dan geldi.
Zaten son bir yıldır ANAP Lideri Yılmaz ile AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın çizgisi arasında müthiş bir yakınlık, politikalarında benzeşme sözkonusu.
İki parti arasında gitgide sigara kağıdı mesafesine inen ayrılık ortadan kalkmak üzere. ABD'ye bakış. AB'ye bakış, IMF ve küresel kapitalizme sahipleniş noktasında Erdoğan, Yılmaz'ın ayak izlerini takip ediyor gibi...
Bu benzeşme ve yakınlaşmanın hemşehrilik bağından çok, ikide bir icazet aldıkları Yahudi lobilerinin, ABD ve Avrupa'daki "derin bağlarının" eseri olduğu günbegün ortaya çıkıyor.
Dün Yılmaz'ın sırtını sıvazlayan ADL, JINSA, Washington Enstitüsü, AIPAC gibi Yahudi lobileri bugün Erdoğan'a taktikler veriyor.
Onun için olsa gerek, Kılınç Paşa'nın AB ve ABD'yi kızdıracak onurlu çıkışına her iki genel başkan büyük bir hışımla karşı çıktı.
Erdoğan şöyle demiş: "Hiç kimse yurt içi dengelerdeki yerini ve ağırlığını korumak pahasına ülkenin ve insanların geleceği ile lütfen oynamasın."
Erdoğan, birilerinin de kendisine şu uyarıda bulunabileceğini hesap edememiş olmalı: "Hiç kimse arkasına Yahudi derin devletini, CIA ve uluslararası lobileri alarak, onların istediği kıvama gelerek "yurt içi dengelerinde ağırlık kazanabileceğini hayal etmesin!"
Erdoğan, Kılınç Paşa'nın savunduğu Rusya ve İran ile işbirliğinin AB'ye alternatif olamayacağını buyurduktan sonra önemli bir tespitte daha bulunuyor, AB üyesi olmak ABD karşıtlığı anlamına da gelmez."
Anlayacağınız Erdoğan, AB'ye selam çakarken ABD'ye göz kırpmayı da ihmal etmiyor. Zaten ABD gezisinde, "ABD'nin en samimi müttefiki olduklarını iddia etmemiş miydi?
Türkiye'nin AB üyeliği sayesinde mevcut sorunlarını çözeceğini söyleyen Erdoğan, AB üyeliğinin dış politikada da Türkiye'yi rahatlatacağını söylemiş.
Nasılına girmemiş. Girememiş tabiî. Kıbrıs'ı Rum'a, Ege'yi Yunan'a, İstanbul'u Fener Patriğine, G.Doğu'yu Kürdistan'a (ifade Erdoğan'a ait) vererek mi kurtulacak?
Erdoğan'ın ilginç bir huyu var. Her konuda esip gürlüyor, birkaç saniye içinde sanki kendine gelip hemen yelkenleri indiriyor.
İçki tartışmasından, nüfus kontrolü meselesine kadar aynı çelişkili tavırlarını hayretle izlediğimiz Erdoğan, demecinin başında Kılınç Paşa'ya veryansın ederken sona doğru şu tedbir cümlesini de eklemeden edememiş: "Orgeneral Kılınç'ın sözler öneri olarak değerli."
Erdoğan, AB'ye girmesek bile AB'nin dayattığı Kopenhag ve Maastricht kriterlerinin millî menfaatlerimizin gereği olduğunu söylüyor.
Kültürel hakları tanımaktan dem vuruyor. Yılmaz gibi başörtüsü yasağının AB üyesi bir ülkede yaşanmayacağını iddia ediyor.
Burada mağdur insanların üzerinden bir oyun oynanıyor. AB'nin insan hakları mahkemesi değil miydi bu örgütleri mahkûm eden?
Siz ikide bir teröristleri ziyaret eden AB müfettişlerinin bir gün olsun başörtüsü sorununa değindiğini gördünüz mü?
Erdoğan'ın görmek istemediği şu AB'nin bir hakka sahip çıkması için o hakkı savunanların bölücü, ayrılıkçı, yıkıcı, terörist kesim olması gerekiyor.
Sonra ne kadar yazık değil mi? Yılmaz gibi iktidarda, Erdoğan gibi muhalefetle olan liderler, bizim iktidarımızda şöyle hizmet, şöyle hürriyet olacak diyemiyor. Milletin beklenti ve ümitlerini muhayyel bir AB üyeliğine havale ediyor.
Yani biz hizmet, biz hürriyet vermeyiz. Hizmetin, icraatın, zenginliğin kaynağı Avrupa Birliği olduğuna göre her dediklerini yapalım kompleksi.
Tam bir sömürge aydını prototipi...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
İbrahim Berk / diğer yazıları
- Cübbe düştü haç göründü / 07.01.2020
- Darbe fragmanı / 22.07.2016
- Suriye bumerangı / 24.02.2016
- AKP'nin hali pürmelali / 17.02.2016
- Atlantik'in iki yakasından Türkiye'nin görünümü / 22.10.2015
- Stratejik derinlikte çırpınan Türkiye / 18.09.2015
- Ya felakete, ya felaha / 05.09.2015
- Teröristleri takviye Mehmetçiği tasfiye operasyonu / 25.02.2015
- AKP IŞİD'i niçin vuramaz? / 15.10.2014
- Kuklalar düşünemez / 09.10.2014
- Darbe fragmanı / 22.07.2016
- Suriye bumerangı / 24.02.2016
- AKP'nin hali pürmelali / 17.02.2016
- Atlantik'in iki yakasından Türkiye'nin görünümü / 22.10.2015
- Stratejik derinlikte çırpınan Türkiye / 18.09.2015
- Ya felakete, ya felaha / 05.09.2015
- Teröristleri takviye Mehmetçiği tasfiye operasyonu / 25.02.2015
- AKP IŞİD'i niçin vuramaz? / 15.10.2014
- Kuklalar düşünemez / 09.10.2014