Zikrullah ve rabıta münasebeti -1-
Rabıta; Cenâb-ı Hakk’ın tecelli ettiği ve bu sebeple nur, feyiz ve muhabbetle süslenmiş insan-ı kâmilin gönlüne teveccüh etmek, bu sayede Hakka vuslat yolunda vesileye sarılmaktır
10.12.2024 08:49:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Rabıta; Cenâb-ı Hakk'ın tecelli ettiği ve bu sebeple nur, feyiz ve muhabbetle süslenmiş insan-ı kâmilin gönlüne teveccüh etmek, bu sayede Hakka vuslat yolunda vesileye sarılmaktır.
Rabıtadan maksat, Allah'ın yaratıkları olan feyiz ve muhabbet ile kalbin süslenmesidir. Gâye; Hakk'a yaklaşmak, O'nun rızasını kazanmak, O'nun ahlâkıyla ahlâklanmaktır.
Peygamber Efendimize, "Kiminle arkadaş olalım?" diye sorulduğunda;
"Dikkat edin, sizin en hayırlı olanınızı size haber vereyim mi?" dedi.
Ashab, "Evet ey Allah Resûlü bildir" dedi.
"Sizin en hayırlınız öyle kimselerdir ki; görüldüklerinde Allah hatırlanır" buyurdu.
Allah'ın Resûlü, Allah'ı hatırlatan insanlarla beraber olmayı bildirdi. Bu nedenledir ki; İbn Mes'ûd'dan (radiyallahu anh); "Ali'ye bakmak ibâdettir" buyurdu.
Rabıta, bizim onu gördüğümüz veya düşündüğümüzde, Allah'ı hatırlatan insanla beraber olmamız demektir. Bir başka mânâda, Allah'ın o eserinden, vesilesinden Allah'a yürümek demektir.
Her birimizin kalbi farklı farklı şeylerle doludur. Kiminin orada misafiri veya ev sahibi servetidir, evladıdır, eşidir, işidir.
Kiminin ki Cenâb-ı Vâcibu'l-Vücud Hazretlerinin Zâtıdır, sıfatıdır, esma-i İlâhîsidir, sevgisidir, ef'alidir.
Kalbinde serveti, işi vs. olan insanla sohbet edilirse, sohbet edileni hep o maddî âleme taşır. Ama kalbinde Hakk'ın muhabbeti olan insanla dost-arkadaş olunduğu zaman, o da Allah'a taşır.
Yani, "Allah'ı analım, Kur'ân okuyalım" demeye gerek kalmıyor. Hâl olarak Allah'ın adı anılmaya başlanılır. Yapılan iş besmele ile yapılır, Cenâb-ı Hakk'ın güzel âyetleri okunur. İşte bu rabıtadır.
Denilir ki;"üzüm üzüme bakarak kararır." Sigara içilen bir yere gidilirse, orada sigara içmeyen insanın üzerine de sigara dumanı çöker. İçmeye gerek yok, o ortama girmek kâfidir.
Gül dükkânına, ıtriyatçı deposuna gidenin üzerine ise, güzel kokular siner. Gül kokusu sürmeye gerek yoktur. Dükkâna girmek kâfidir. Hakk'ın muhabbetini taşıyan gül kokulu insanların yanında olmak, onları düşünmek, onlarla beraber olmak; işte rabıta budur. Onlarla birlikte devam etmek, Hakk'a yürümektir.
Kalbin gıdası durumunda olan feyiz-muhabbet gibi kavramlar, Allah'ın yaratığıdır, mahlûktur.
Nasıl ki, Cenâb-ı Hakk'ın maddî nimetlerinden olan ekmek, para ve mal gibi maddî yaratıkları sahiplerinden istemek, bunları elde etmek için çalışmak, âdetullah gereği ise, aynen bunu gibi, feyiz ve muhabbet cihetiyle şereflenen zengin olan bir insan-ı kâmilden şartlara ve edep kurallarına uygun olarak, himmet ve yardım istemek de yine âdetullahın bir gereğidir.
Maddî varlıkların tâbi olduğu kurallarla, mânevî varlıkların tâbi olduğu kurallar esas itibari ile aynıdır.
Nasıl ki, bir eve kapıdan giriliyorsa, herhangi bir konuda da istenilen neticeye varmak için âdetullah denilen sebepler ve hikmetler silsilesine sarılmak şarttır. Aranan netice onu doğuran sebep ve şartlara uymakla gerçekleşir.
Nitekim bu hususta Cenâb-ı Hakk, hidâyet ve rahmetini enbiyâ ve evliyâlar vasıtasıyla kullarına ulaştırmaktadır. Hidâyet ve rahmete ulaştıran başka bir kapının olmaması da yine âdetullah gereğidir.
O hâlde rabıta; âdetullah gereği, hidâyet ve rahmete ulaşmanın yolu ve metodudur. Rabıtaya "şirktir" mantığı ile karşı çıkanlar, bilmeden feyiz ve muhabbeti Cenâb-ı Hakk'ın Zâtına izafe etmek sûretiyle kendileri şirke düşmektedirler. Demek istiyorlar ki, feyiz ve muhabbet Vâcibu'l-Vücud'dur.
Bu itikadı taşıyanlar, "feyiz ve muhabbet gibi hidâyet unsurları (hâşâ) Hâlık'tır, yani Vâcibu'l-Vücud'dur" demek istemektedirler. Hâlbuki asıl şirk, mahlûk olan mânevî varlığı Hâlık yerine koymak ve bu tasavvurda bulunmaktır, yani feyiz ve muhabbeti Vâcibu'lVücud yani Hâlık varsaymak, buna itikat etmektir.
Zira feyiz, muhabbet, Cennet, sevap gibi hidâyet ve rahmete vesile olan varlıkların hepsi de Cenâb-ı Hakk'ın tecellisi sonucu var olan mahlûklardır, yaratılmışlardır. Maddî bir nimetin sahibinden istenmesi şirk olmuyor da, manevi bir nimetin sahibinden istenmesi niçin şirk olsun?
Kaldı ki, maddî ve mânevî bütün varlıkların Allah tarafından yaratıldığı, hayır ve şerrin Allah'tan geldiği her vesile ifade edilmese de fikirlerde ilim, kalplerde itikad olarak zâten mevcuttur. Zımnen bu ilim ve itikad bir insanda olduktan sonra, bir insanın bir Allah dostundan himmet ve dua istemesi bir bakkal vaya fırıncıdan ekmek istemesinden farklı bir şey değildir." Devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Rabıtadan maksat, Allah'ın yaratıkları olan feyiz ve muhabbet ile kalbin süslenmesidir. Gâye; Hakk'a yaklaşmak, O'nun rızasını kazanmak, O'nun ahlâkıyla ahlâklanmaktır.
Peygamber Efendimize, "Kiminle arkadaş olalım?" diye sorulduğunda;
"Dikkat edin, sizin en hayırlı olanınızı size haber vereyim mi?" dedi.
Ashab, "Evet ey Allah Resûlü bildir" dedi.
"Sizin en hayırlınız öyle kimselerdir ki; görüldüklerinde Allah hatırlanır" buyurdu.
Allah'ın Resûlü, Allah'ı hatırlatan insanlarla beraber olmayı bildirdi. Bu nedenledir ki; İbn Mes'ûd'dan (radiyallahu anh); "Ali'ye bakmak ibâdettir" buyurdu.
Rabıta, bizim onu gördüğümüz veya düşündüğümüzde, Allah'ı hatırlatan insanla beraber olmamız demektir. Bir başka mânâda, Allah'ın o eserinden, vesilesinden Allah'a yürümek demektir.
Her birimizin kalbi farklı farklı şeylerle doludur. Kiminin orada misafiri veya ev sahibi servetidir, evladıdır, eşidir, işidir.
Kiminin ki Cenâb-ı Vâcibu'l-Vücud Hazretlerinin Zâtıdır, sıfatıdır, esma-i İlâhîsidir, sevgisidir, ef'alidir.
Kalbinde serveti, işi vs. olan insanla sohbet edilirse, sohbet edileni hep o maddî âleme taşır. Ama kalbinde Hakk'ın muhabbeti olan insanla dost-arkadaş olunduğu zaman, o da Allah'a taşır.
Yani, "Allah'ı analım, Kur'ân okuyalım" demeye gerek kalmıyor. Hâl olarak Allah'ın adı anılmaya başlanılır. Yapılan iş besmele ile yapılır, Cenâb-ı Hakk'ın güzel âyetleri okunur. İşte bu rabıtadır.
Denilir ki;"üzüm üzüme bakarak kararır." Sigara içilen bir yere gidilirse, orada sigara içmeyen insanın üzerine de sigara dumanı çöker. İçmeye gerek yok, o ortama girmek kâfidir.
Gül dükkânına, ıtriyatçı deposuna gidenin üzerine ise, güzel kokular siner. Gül kokusu sürmeye gerek yoktur. Dükkâna girmek kâfidir. Hakk'ın muhabbetini taşıyan gül kokulu insanların yanında olmak, onları düşünmek, onlarla beraber olmak; işte rabıta budur. Onlarla birlikte devam etmek, Hakk'a yürümektir.
Kalbin gıdası durumunda olan feyiz-muhabbet gibi kavramlar, Allah'ın yaratığıdır, mahlûktur.
Nasıl ki, Cenâb-ı Hakk'ın maddî nimetlerinden olan ekmek, para ve mal gibi maddî yaratıkları sahiplerinden istemek, bunları elde etmek için çalışmak, âdetullah gereği ise, aynen bunu gibi, feyiz ve muhabbet cihetiyle şereflenen zengin olan bir insan-ı kâmilden şartlara ve edep kurallarına uygun olarak, himmet ve yardım istemek de yine âdetullahın bir gereğidir.
Maddî varlıkların tâbi olduğu kurallarla, mânevî varlıkların tâbi olduğu kurallar esas itibari ile aynıdır.
Nasıl ki, bir eve kapıdan giriliyorsa, herhangi bir konuda da istenilen neticeye varmak için âdetullah denilen sebepler ve hikmetler silsilesine sarılmak şarttır. Aranan netice onu doğuran sebep ve şartlara uymakla gerçekleşir.
Nitekim bu hususta Cenâb-ı Hakk, hidâyet ve rahmetini enbiyâ ve evliyâlar vasıtasıyla kullarına ulaştırmaktadır. Hidâyet ve rahmete ulaştıran başka bir kapının olmaması da yine âdetullah gereğidir.
O hâlde rabıta; âdetullah gereği, hidâyet ve rahmete ulaşmanın yolu ve metodudur. Rabıtaya "şirktir" mantığı ile karşı çıkanlar, bilmeden feyiz ve muhabbeti Cenâb-ı Hakk'ın Zâtına izafe etmek sûretiyle kendileri şirke düşmektedirler. Demek istiyorlar ki, feyiz ve muhabbet Vâcibu'l-Vücud'dur.
Bu itikadı taşıyanlar, "feyiz ve muhabbet gibi hidâyet unsurları (hâşâ) Hâlık'tır, yani Vâcibu'l-Vücud'dur" demek istemektedirler. Hâlbuki asıl şirk, mahlûk olan mânevî varlığı Hâlık yerine koymak ve bu tasavvurda bulunmaktır, yani feyiz ve muhabbeti Vâcibu'lVücud yani Hâlık varsaymak, buna itikat etmektir.
Zira feyiz, muhabbet, Cennet, sevap gibi hidâyet ve rahmete vesile olan varlıkların hepsi de Cenâb-ı Hakk'ın tecellisi sonucu var olan mahlûklardır, yaratılmışlardır. Maddî bir nimetin sahibinden istenmesi şirk olmuyor da, manevi bir nimetin sahibinden istenmesi niçin şirk olsun?
Kaldı ki, maddî ve mânevî bütün varlıkların Allah tarafından yaratıldığı, hayır ve şerrin Allah'tan geldiği her vesile ifade edilmese de fikirlerde ilim, kalplerde itikad olarak zâten mevcuttur. Zımnen bu ilim ve itikad bir insanda olduktan sonra, bir insanın bir Allah dostundan himmet ve dua istemesi bir bakkal vaya fırıncıdan ekmek istemesinden farklı bir şey değildir." Devam edecek (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)