Kalkınmak, zengin doğal kaynaklara sahip olmaktan çok, var olan kaynakları bulup geliştirmeye ve değerlendirmeye bağlıdır. Bu da, yetişmiş insanla mümkündür. Bir başka deyişle, kalkınmanın temeli insandır. İnsanını kalkındırmayan ülkelerin, kalkınamayacağı gerçeği, yeniden keşfediliyor.
İstanbul Sanayi Odası'nın davetlisi olarak Türkiye'ye gelen London Business Scool öğretim görevlisi Arie de Geus, kalkınmada yetişmiş insan faktörüne dikkat çekti ve dinleyenlere şu tavsiyede bulundu: " En yetenekli insanları toplayın, en iyi şekilde değerlendirin". Ne yazık ki, Türkiye, bu konuda çok büyük yanlışlıklar yapıyor. Yetişmiş insanını, daha doğrusu en büyük sermayesini, yabancılara hibe ediyor. Sonra da oturup şaşkın şaşkın bakıyor.
Daha sonra Geus, Türkiye'yi şu sözlerle uyardı: " Dünyada bir savaş devam ediyor, yetenek savaşları. Büyük şirketler dünyanın her tarafında yetenek peşinde. Şirketler daha fazla para vererek yetenekli insanları elde tutmaya çalışıyorlar".
Yıllaradır, "sermaye yok, sermayesiz kalkınamayız" diyerek bahane üretenlere, BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, "en büyük sermaye yetişmiş insandır" diyordu. Bu sözlere kulak tıkayanlar, aynı şeyleri söyleyen Geus'u dinlerken, biraz olsun yüzleri kızardı mı? Hiç zannetmiyoruz. Kızarsaydı, bu yönde bir adım atarlardı.
Hep aynı dert, hep aynı söylem: Un var, şeker var, helva yapamıyoruz. Sultan Abdülhamit bile bu dertten yakınıyordu. Diyordu ki: "Memleket tabii hazinelerle dopdolu olduğu halde, bunlardan gereği kadar yararlanılamaması cidden hayret edilecek bir şeydir. Diğer devlet ve memleketlerde kupkuru taşlardan bile büyük faydalar elde edildiği, her gün yeni yolla servet çoğaltıldığı, memleket imar edildiği halde, memleketimiz diğerlerine göre en çok geri kalmış olan memleketlerden biri durumundadır".
Bugün, " dışa açılmadan, küresel ekonominin bir parçası olmadan kalkınamayız" demiyorlar mı? Bakınız, Sultan Abdülhamit, bu anlayışın getirdiği sakıncaları, nasıl anlatıyor: "İstanbul'da bir cam fabrikası kurulup 70 cm. uzunluk ve 50 cm. genişlikte bir cam iki kuruşa satılsa, herkes camı oradan alır. Fakat Avusturya bu fabrikayı batırmak için bir sene zararına devam ederek camı bir kuruşa satarsa, burada açılan fabrika kapanır. Yüzde sekiz gümrük varken böyle şeylerin yapılması imkansızdır".
Aynı sıkıntıları, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucuları, ilk yıllarda fazlasıyla yaşadı. 192l yılında Maliye Bakanı olan Ferit Bey, bir gazeteciye şöyle diyordu: " Yazınız, tekrar yazınız ki, bize fabrika gene fabrika lâzımdır. Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığı ancak bununla sağlanacaktır. Bu olmazsa, kazanacağımız siyasal bağımsızlık neye yarar?".
İşte, yitirdiğimiz anlayış budur. Bu anlayışı yeniden hakim kılmak zorundayız. Aksi halde, ekonomik bağımsızlığımızı sürdürmemiz mümkün olmayacaktır. AKP iktidarının bu yönde bir çalışması var mı? Hani nerede? O da, diğerleri gibi, her geçen gün ekonomik bağımlılığımızı, tabii olarak da siyasi bağımlılığımızı artırmaktadır. Bu bağımlılık zincirini kırmak için bir projesi olmayan partiler, hangi görüşü savunursa savunsunlar, aynı yolun yolcusudurlar. Farklı olan tek parti, BTP'dir. Onun diğer partilerden farkı dağlar kadar, ama görmek için göz gerek.
İstanbul Sanayi Odası'nın davetlisi olarak Türkiye'ye gelen London Business Scool öğretim görevlisi Arie de Geus, kalkınmada yetişmiş insan faktörüne dikkat çekti ve dinleyenlere şu tavsiyede bulundu: " En yetenekli insanları toplayın, en iyi şekilde değerlendirin". Ne yazık ki, Türkiye, bu konuda çok büyük yanlışlıklar yapıyor. Yetişmiş insanını, daha doğrusu en büyük sermayesini, yabancılara hibe ediyor. Sonra da oturup şaşkın şaşkın bakıyor.
Daha sonra Geus, Türkiye'yi şu sözlerle uyardı: " Dünyada bir savaş devam ediyor, yetenek savaşları. Büyük şirketler dünyanın her tarafında yetenek peşinde. Şirketler daha fazla para vererek yetenekli insanları elde tutmaya çalışıyorlar".
Yıllaradır, "sermaye yok, sermayesiz kalkınamayız" diyerek bahane üretenlere, BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, "en büyük sermaye yetişmiş insandır" diyordu. Bu sözlere kulak tıkayanlar, aynı şeyleri söyleyen Geus'u dinlerken, biraz olsun yüzleri kızardı mı? Hiç zannetmiyoruz. Kızarsaydı, bu yönde bir adım atarlardı.
Hep aynı dert, hep aynı söylem: Un var, şeker var, helva yapamıyoruz. Sultan Abdülhamit bile bu dertten yakınıyordu. Diyordu ki: "Memleket tabii hazinelerle dopdolu olduğu halde, bunlardan gereği kadar yararlanılamaması cidden hayret edilecek bir şeydir. Diğer devlet ve memleketlerde kupkuru taşlardan bile büyük faydalar elde edildiği, her gün yeni yolla servet çoğaltıldığı, memleket imar edildiği halde, memleketimiz diğerlerine göre en çok geri kalmış olan memleketlerden biri durumundadır".
Bugün, " dışa açılmadan, küresel ekonominin bir parçası olmadan kalkınamayız" demiyorlar mı? Bakınız, Sultan Abdülhamit, bu anlayışın getirdiği sakıncaları, nasıl anlatıyor: "İstanbul'da bir cam fabrikası kurulup 70 cm. uzunluk ve 50 cm. genişlikte bir cam iki kuruşa satılsa, herkes camı oradan alır. Fakat Avusturya bu fabrikayı batırmak için bir sene zararına devam ederek camı bir kuruşa satarsa, burada açılan fabrika kapanır. Yüzde sekiz gümrük varken böyle şeylerin yapılması imkansızdır".
Aynı sıkıntıları, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucuları, ilk yıllarda fazlasıyla yaşadı. 192l yılında Maliye Bakanı olan Ferit Bey, bir gazeteciye şöyle diyordu: " Yazınız, tekrar yazınız ki, bize fabrika gene fabrika lâzımdır. Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığı ancak bununla sağlanacaktır. Bu olmazsa, kazanacağımız siyasal bağımsızlık neye yarar?".
İşte, yitirdiğimiz anlayış budur. Bu anlayışı yeniden hakim kılmak zorundayız. Aksi halde, ekonomik bağımsızlığımızı sürdürmemiz mümkün olmayacaktır. AKP iktidarının bu yönde bir çalışması var mı? Hani nerede? O da, diğerleri gibi, her geçen gün ekonomik bağımlılığımızı, tabii olarak da siyasi bağımlılığımızı artırmaktadır. Bu bağımlılık zincirini kırmak için bir projesi olmayan partiler, hangi görüşü savunursa savunsunlar, aynı yolun yolcusudurlar. Farklı olan tek parti, BTP'dir. Onun diğer partilerden farkı dağlar kadar, ama görmek için göz gerek.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018