Tefekkür çok büyük bir ibadet… Peki, tefekkür nedir?
Mühim olan Allah'ın rızasını, o rıza istikametinde amel etmek, onu kazanmaktır. Yani, bütün mesele insanın, Allah rızası istikametinde olmasıdır…
22.09.2024 08:11:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Mühim olan Allah'ın rızasını, o rıza istikametinde amel etmek, onu kazanmaktır. Yani, bütün mesele insanın, Allah rızası istikametinde olmasıdır…
'Yaratan Rabbinin adıyla oku!'
İlk inen ayette Cenâb-ı Hak emrediyor. Peki, İslâm'ı tefekkür çok önemli ama biz okumak deyince, tefekkür deyince, neyi anlayacağız. Bazen bu halk arasında karıştırılıyor. Tefekkür çok büyük bir ibadet. Peki, tefekkür nedir?
Tefekkür, Allah'ın varlığını, azametini, gücünü, kudretini bütün şartlarıyla beraber düşünmektir ama bir insanın alelâde düşünmesinin adına, akletmesinin adına da tefekkür denmez. Bunu da nasıl olacağını Kur'ân bize tarif ediyor.
Esteûzü billah: "Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve "Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru." derler." (Ali İmran 191)
Ayakta, rükû halinde, otururken, yattığınız halde Allah'ı zikredeceksiniz. Bütün bu hallerden sonra kalbin, Allah'ın zikri ile cilalanacak o zaman da; "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır." (Ali İmran 190)
Semayı ve yerin yaratıcısın düşüneceksiniz. Tefekkür budur. Yoksa otur, kendi kendine vehmet, aklet bu tefekkür olmaz. Anlatabildim mi?
Onun için; çok zikrullahsız düşüncenin içinde hile vardır. Şeytan oraya girer, vesvese verir sana.
Felsefeciler, deli adam değil ki, çok akıllı adamlardır. Ama zikirden mahrum bir yolda oldukları için bak hiçbiri, birbirini kabul etmez. Hepsi birbirini inkâr ederler.
E, bu ne biçim akıl? Birinde farklı, birinde daha farklı ama tefekkür sahibi insanların arasında böyle bir ihtilaf yoktur. Ya? Birbirini tamamlama, tekemmül vardır. Anlatabildim mi?
Eğer Allah'ı tefekkür etmek istiyorsak; her halde Allah'ı zikredeceğiz. Kalbimizi Cenâb-ı Hakk'ın zikriyle cilalayacağız. Orasını ayine-i İlahi yapacağız. O şuur içinde aklı tabiri caizse zikrullahın bereketiyle. muhabbetiyle temizleyeceğiz.
Ondan sonra düşüneceğiz. İşte bu düşüncenin adı tefekkürdür. Haa! Sen bu zikirden uzaksın, envayi türlü vesvese, fitne dedikodu aklına geliyor. Onunla giriyorsun bu dediğim malzemeleri düşünmeye. O tefekkür değildir. Allah bunun şeklini Kur'ân'da bize beyan ediyor.
Peygamber Efendimiz (s.a.a.) hadisinde: "Dikkat edin, cesette bir et parçası vardır; o iyi olursa cesedin hepsi iyi olur. O bozuk olursa cesedin tümü bozuk olur. Dikkat edin; o kalptir" diyor.
Hz. Mevlana; "Akıl, Allah'a giden yolda çamura saplanan bir merkep gibidir" diyor.
Akıl, insanı bir noktaya kadar getirir. O getireceği yere kadar akıl olmadan da gitmeniz mümkün değildir.
Mükellefiyet sahasında insanın ubudiyete açılan ve maddi âlemin gereklerini kabul veya redde makam olarak yetki sahibi olan akıldır.
Eğer bunda sizin vasıflarınız yeterli değilse mükellef değilsiniz. Onun için İslâm dairesine girmede o birinci esastır. Ama bir de o işin içine girdikten sonra deruni kısmı vardır. Aklın verâsı dediğimiz âlem vardır.
O olgunlaşmanın, kemâle ermenin, sır olan hakikatlerin keşfedilmesinin, işte o dünyaya geçmenin de.
Akıl, seni o teslimiyet kapısına getirir, orda bırakır. Oradan öteye de ruhla beraber yürürsün. Yani, o ruhun halleridir.
Esasen ikisi de birbirinin tamamlayıcısıdır. Birini diğerinden ayırt etmek doğru değil. Yani, akılsız bu iş olur demek de yanlıştır.
Efendim, "Hayır! İlla akılla bu iş olur, onun dışında bir şeye ihtiyaç yoktur" demek de yanlıştır.
Her ikisi de birbirinin mütemmimidir. Kul olması münasebetiyle insan her ikisine de ihtiyacı vardır.
Batı mantalitesinde işin mana cihetini, ruh cihetini inkâr ettikleri için akıl orda yaya kalmıştır.
İman meseleleri aklın ötesindeki olaylar olduğu için o kapıya insanı getirememiştir.
Getirip, ruha teslim etse sabrın, tevekkülün, tefekkürün, tezekkürün, izanın, imanın, taatın, ibadetin feyzini muhabbetini alacak tekemmül edip mirâc edecek ama bunları alamadığı için "öyle bir dünya yoktur" diyor.
Zaten onlarla, bizim aramızdaki bariz fark bu noktada ortaya çıkar, diyorum efendim."
Peygamber Efendimiz'in (s.a.a.) sıkça yaptığı bir dua var: "Ya Rabbi, sevgini lütfeyle. Seni sevenlerin, sevgisini ver. Senin sevgine ulaştıracakların sevgisini ver" diyor.
Biz, insan olarak direkt Cenâb-ı Hakk'ı sevebilme, imkân mı diyebilelim, kabiliyet mi, diyelim arık ismine ne, derseniz deyin başlangıçta böyle bir şeyimiz yoktur.
Bir vesileye sarılarak, o vesileyi kabul etmekle, bu sevgi bizi, ona taşıyacak demekle ondan yola çıkarsınız.
O bir binektir. Sizi, Cenâb-ı Hakk'ın sevgisine vasıl eder. O da, kimdir? O vesile, Kur'ân'dır. O vesile, zikrullah'tır. O vesile Kur'ân'ı ve zikrullah'ı kendisine vird edinmiş onla hayatını geçiren ve tamamlayan insandır. İnsan-ı kâmildir. Allah'ın dostlarıdır. Haa! Bunu çoğaltabilirsiniz.
Bunlarla beraber olmak Allah'a ait sevgiyi onların kalbinden, onların yolundan kazanmak manasına gelir ki, bununla birlikte siz, Cenâb-ı Hakk'ı seversiniz. Ondan, korkarsınız. Ubudiyetinizi o kurallara göre daha dikkatli ve hassas yaparsınız ve de yürümeniz gerektiği yere Allah'ın izniyle yürürsünüz.
Allah'ı bir kul severse Cenâb-ı Hak da: "Onun gören gözü, işiten kulağı, yürüyen ayağı, konuşan dili olurum Ben" diyor.
(Prof. Dr. Haydar Baş Ramazan Sohbetlerinden)
'Yaratan Rabbinin adıyla oku!'
İlk inen ayette Cenâb-ı Hak emrediyor. Peki, İslâm'ı tefekkür çok önemli ama biz okumak deyince, tefekkür deyince, neyi anlayacağız. Bazen bu halk arasında karıştırılıyor. Tefekkür çok büyük bir ibadet. Peki, tefekkür nedir?
Tefekkür, Allah'ın varlığını, azametini, gücünü, kudretini bütün şartlarıyla beraber düşünmektir ama bir insanın alelâde düşünmesinin adına, akletmesinin adına da tefekkür denmez. Bunu da nasıl olacağını Kur'ân bize tarif ediyor.
Esteûzü billah: "Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve "Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru." derler." (Ali İmran 191)
Ayakta, rükû halinde, otururken, yattığınız halde Allah'ı zikredeceksiniz. Bütün bu hallerden sonra kalbin, Allah'ın zikri ile cilalanacak o zaman da; "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır." (Ali İmran 190)
Semayı ve yerin yaratıcısın düşüneceksiniz. Tefekkür budur. Yoksa otur, kendi kendine vehmet, aklet bu tefekkür olmaz. Anlatabildim mi?
Onun için; çok zikrullahsız düşüncenin içinde hile vardır. Şeytan oraya girer, vesvese verir sana.
Felsefeciler, deli adam değil ki, çok akıllı adamlardır. Ama zikirden mahrum bir yolda oldukları için bak hiçbiri, birbirini kabul etmez. Hepsi birbirini inkâr ederler.
E, bu ne biçim akıl? Birinde farklı, birinde daha farklı ama tefekkür sahibi insanların arasında böyle bir ihtilaf yoktur. Ya? Birbirini tamamlama, tekemmül vardır. Anlatabildim mi?
Eğer Allah'ı tefekkür etmek istiyorsak; her halde Allah'ı zikredeceğiz. Kalbimizi Cenâb-ı Hakk'ın zikriyle cilalayacağız. Orasını ayine-i İlahi yapacağız. O şuur içinde aklı tabiri caizse zikrullahın bereketiyle. muhabbetiyle temizleyeceğiz.
Ondan sonra düşüneceğiz. İşte bu düşüncenin adı tefekkürdür. Haa! Sen bu zikirden uzaksın, envayi türlü vesvese, fitne dedikodu aklına geliyor. Onunla giriyorsun bu dediğim malzemeleri düşünmeye. O tefekkür değildir. Allah bunun şeklini Kur'ân'da bize beyan ediyor.
Peygamber Efendimiz (s.a.a.) hadisinde: "Dikkat edin, cesette bir et parçası vardır; o iyi olursa cesedin hepsi iyi olur. O bozuk olursa cesedin tümü bozuk olur. Dikkat edin; o kalptir" diyor.
Hz. Mevlana; "Akıl, Allah'a giden yolda çamura saplanan bir merkep gibidir" diyor.
Akıl, insanı bir noktaya kadar getirir. O getireceği yere kadar akıl olmadan da gitmeniz mümkün değildir.
Mükellefiyet sahasında insanın ubudiyete açılan ve maddi âlemin gereklerini kabul veya redde makam olarak yetki sahibi olan akıldır.
Eğer bunda sizin vasıflarınız yeterli değilse mükellef değilsiniz. Onun için İslâm dairesine girmede o birinci esastır. Ama bir de o işin içine girdikten sonra deruni kısmı vardır. Aklın verâsı dediğimiz âlem vardır.
O olgunlaşmanın, kemâle ermenin, sır olan hakikatlerin keşfedilmesinin, işte o dünyaya geçmenin de.
Akıl, seni o teslimiyet kapısına getirir, orda bırakır. Oradan öteye de ruhla beraber yürürsün. Yani, o ruhun halleridir.
Esasen ikisi de birbirinin tamamlayıcısıdır. Birini diğerinden ayırt etmek doğru değil. Yani, akılsız bu iş olur demek de yanlıştır.
Efendim, "Hayır! İlla akılla bu iş olur, onun dışında bir şeye ihtiyaç yoktur" demek de yanlıştır.
Her ikisi de birbirinin mütemmimidir. Kul olması münasebetiyle insan her ikisine de ihtiyacı vardır.
Batı mantalitesinde işin mana cihetini, ruh cihetini inkâr ettikleri için akıl orda yaya kalmıştır.
İman meseleleri aklın ötesindeki olaylar olduğu için o kapıya insanı getirememiştir.
Getirip, ruha teslim etse sabrın, tevekkülün, tefekkürün, tezekkürün, izanın, imanın, taatın, ibadetin feyzini muhabbetini alacak tekemmül edip mirâc edecek ama bunları alamadığı için "öyle bir dünya yoktur" diyor.
Zaten onlarla, bizim aramızdaki bariz fark bu noktada ortaya çıkar, diyorum efendim."
Peygamber Efendimiz'in (s.a.a.) sıkça yaptığı bir dua var: "Ya Rabbi, sevgini lütfeyle. Seni sevenlerin, sevgisini ver. Senin sevgine ulaştıracakların sevgisini ver" diyor.
Biz, insan olarak direkt Cenâb-ı Hakk'ı sevebilme, imkân mı diyebilelim, kabiliyet mi, diyelim arık ismine ne, derseniz deyin başlangıçta böyle bir şeyimiz yoktur.
Bir vesileye sarılarak, o vesileyi kabul etmekle, bu sevgi bizi, ona taşıyacak demekle ondan yola çıkarsınız.
O bir binektir. Sizi, Cenâb-ı Hakk'ın sevgisine vasıl eder. O da, kimdir? O vesile, Kur'ân'dır. O vesile, zikrullah'tır. O vesile Kur'ân'ı ve zikrullah'ı kendisine vird edinmiş onla hayatını geçiren ve tamamlayan insandır. İnsan-ı kâmildir. Allah'ın dostlarıdır. Haa! Bunu çoğaltabilirsiniz.
Bunlarla beraber olmak Allah'a ait sevgiyi onların kalbinden, onların yolundan kazanmak manasına gelir ki, bununla birlikte siz, Cenâb-ı Hakk'ı seversiniz. Ondan, korkarsınız. Ubudiyetinizi o kurallara göre daha dikkatli ve hassas yaparsınız ve de yürümeniz gerektiği yere Allah'ın izniyle yürürsünüz.
Allah'ı bir kul severse Cenâb-ı Hak da: "Onun gören gözü, işiten kulağı, yürüyen ayağı, konuşan dili olurum Ben" diyor.
(Prof. Dr. Haydar Baş Ramazan Sohbetlerinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.