Tasavvuf, kalp yoluyla Allah'a yapılan yolculuk demektir. Seyri süluk adı verilen bu yolculukta yolcunun burağı aşıktır. Aşk; sevilenin seveni ihata etmesi ve neticede sevenin yok olması halidir. Mevlana bu hali, ateşe atılan kömürün, kömürlüğü bırakıp ateşten bir parça olmasına benzetir. Yani aşkta iki yoktur, bir vardır ve "aşk" kelimesi ancak bu tarif için kullanılabilir; yoksa hevayı hevese ya da şehevî arzu ve ihtiraslara aşk demek esasen bir hakikate tecavüzden başka bir şey değildir.
Yolcu için nihaî hedef Allah'a aşık olmak, tasavvufî ifadesiyle "fenafillah" makamına erişebilmektir. Ancak adetullah gereği bundan önce "fenafiş şeyh" ve "fenafirresul" adı verilen iki menzili geçmek, yani bir insanı kâmile ve ardından Hz. Muhammed'e aşık olmak gerekmektedir. Her üç durumda da yolcunun tek sermayesi "aşk"tır.
Peki aşk, kulluğun da espirisi gereği fersah fersah yollar aşıp Allah'a ulaşmak mecburiyetinde olan insan için bir zarûret ise buna sahip olmanın yolu nedir?
Tevbe sûresinin 111. ayetinde şöyle buyurulmaktadır: "Allah mü'minlerin canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın almıştır. Onunla yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin."
Esasen "aşk" da Allah'ın bir nimetidir. Ve Allah kendisinden aşkını isteyen kullarından karşılık olarak teslimiyet talep eder. Yani aşkın bedeli teslimiyettir. Teslimiyet yolcunun, kamil insanın şahsında Rabb'ine karşı iradesini yok etmesidir. Bu teslim oluşun keyfiyetine işaretle, bir arif kendisine "Allah'a kavuşmak arzusuyla bir an evvel ölmek istemek mi daha üstündür, yoksa O'na ibadet etmenin verdiği lezzetle bu lezzetten ayrı düşmemek için yaşamayı istemek mi?" diye sorulduğunda "Bunların ikisinde de iş yoktur; çünkü sebep her ne olursa olsun ölmeyi veya yaşamayı arzulamak bir irade beyanıdır. Halbuki gerçek aşık irade beyan etmez, Allah öldürürse ölür, yaşatırsa yaşar" diyerek cevap vermiştir. Hz. Mevlana mürşidi Şems-i Tebrizi'ye teslimiyeti neticesinde sahip olduğu aşkını, yani kendinden geçişini, "senden başka başım varsa yok olsun" diyerek anlatmıştır.
Teslimiyette kişi kendi iradesini terkettikten sonra kamil insanın ve dolayısıyla Rabb'inin iradesini kendi iradesi edinir. Zira aşk vuku bulmuş, iki, bir olmuştur. Ortada tek irade vardır o da Hak dostunun şahsında Hakk'ın iradesidir. Kutsî hadiste buyurulduğu üzere Allah o kulun gören gözü, tutan eli, işiten kulağı olmuştur artık. Bu hale ulaşmak kolay değildir. Aşk hem Allah'a ulaşmak için bir zaruret, hem de kul için en büyük makam, en büyük saadet olduğuna göre ve bunun da bedeli teslimiyet ise elbette ki kolay olmayacaktır. Çekilen bütün meşakkatler unu kepekten ayıran elek gibi hakiki aşıkları diğerlerinin arasından çekip almak içindir. Ve işin bir başka boyutuyla "tokmakla halıya vuranın niyeti halıyı dövmek değil, tozunu silkelemektir".
Bir de şu var ki, kimse kimseyi kolundan çekip zorla imtihana sokmadığı gibi Allah da sadece dostluğuna talip olanları, üstelik şartlarını da baştan bildirerek bu sınava tâbi tutar. Yoksa bu dostlukta gözü olmayanları Allah da kendisine muhatap kabul etmez, mesela Firavun'un bütün hayatı boyunca bir kerecik olsun başı ağrımamıştır. Ancak bu insanların Allah'a dönüşleri zorakî olacaktır, azapları ise gayet çetin...
İnsan Rabb'ine teslim olduğunda, zahirde çok büyük meşakkatler yaşamasına rağmen belki de samimiyetinin en yakın mükafatı olarak çektiği bütün acılar kendisine sevinç olur. Bu hali yaşamadan anlamak mümkün değildir. Ama bunu anlamak için Kur'an'da anlatılan Hz. İbrahim kıssasını okumak yeterlidir. Rabbine teslim olan İbrahim'e ateş gülistan olmuştur.
Yolcu için nihaî hedef Allah'a aşık olmak, tasavvufî ifadesiyle "fenafillah" makamına erişebilmektir. Ancak adetullah gereği bundan önce "fenafiş şeyh" ve "fenafirresul" adı verilen iki menzili geçmek, yani bir insanı kâmile ve ardından Hz. Muhammed'e aşık olmak gerekmektedir. Her üç durumda da yolcunun tek sermayesi "aşk"tır.
Peki aşk, kulluğun da espirisi gereği fersah fersah yollar aşıp Allah'a ulaşmak mecburiyetinde olan insan için bir zarûret ise buna sahip olmanın yolu nedir?
Tevbe sûresinin 111. ayetinde şöyle buyurulmaktadır: "Allah mü'minlerin canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın almıştır. Onunla yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin."
Esasen "aşk" da Allah'ın bir nimetidir. Ve Allah kendisinden aşkını isteyen kullarından karşılık olarak teslimiyet talep eder. Yani aşkın bedeli teslimiyettir. Teslimiyet yolcunun, kamil insanın şahsında Rabb'ine karşı iradesini yok etmesidir. Bu teslim oluşun keyfiyetine işaretle, bir arif kendisine "Allah'a kavuşmak arzusuyla bir an evvel ölmek istemek mi daha üstündür, yoksa O'na ibadet etmenin verdiği lezzetle bu lezzetten ayrı düşmemek için yaşamayı istemek mi?" diye sorulduğunda "Bunların ikisinde de iş yoktur; çünkü sebep her ne olursa olsun ölmeyi veya yaşamayı arzulamak bir irade beyanıdır. Halbuki gerçek aşık irade beyan etmez, Allah öldürürse ölür, yaşatırsa yaşar" diyerek cevap vermiştir. Hz. Mevlana mürşidi Şems-i Tebrizi'ye teslimiyeti neticesinde sahip olduğu aşkını, yani kendinden geçişini, "senden başka başım varsa yok olsun" diyerek anlatmıştır.
Teslimiyette kişi kendi iradesini terkettikten sonra kamil insanın ve dolayısıyla Rabb'inin iradesini kendi iradesi edinir. Zira aşk vuku bulmuş, iki, bir olmuştur. Ortada tek irade vardır o da Hak dostunun şahsında Hakk'ın iradesidir. Kutsî hadiste buyurulduğu üzere Allah o kulun gören gözü, tutan eli, işiten kulağı olmuştur artık. Bu hale ulaşmak kolay değildir. Aşk hem Allah'a ulaşmak için bir zaruret, hem de kul için en büyük makam, en büyük saadet olduğuna göre ve bunun da bedeli teslimiyet ise elbette ki kolay olmayacaktır. Çekilen bütün meşakkatler unu kepekten ayıran elek gibi hakiki aşıkları diğerlerinin arasından çekip almak içindir. Ve işin bir başka boyutuyla "tokmakla halıya vuranın niyeti halıyı dövmek değil, tozunu silkelemektir".
Bir de şu var ki, kimse kimseyi kolundan çekip zorla imtihana sokmadığı gibi Allah da sadece dostluğuna talip olanları, üstelik şartlarını da baştan bildirerek bu sınava tâbi tutar. Yoksa bu dostlukta gözü olmayanları Allah da kendisine muhatap kabul etmez, mesela Firavun'un bütün hayatı boyunca bir kerecik olsun başı ağrımamıştır. Ancak bu insanların Allah'a dönüşleri zorakî olacaktır, azapları ise gayet çetin...
İnsan Rabb'ine teslim olduğunda, zahirde çok büyük meşakkatler yaşamasına rağmen belki de samimiyetinin en yakın mükafatı olarak çektiği bütün acılar kendisine sevinç olur. Bu hali yaşamadan anlamak mümkün değildir. Ama bunu anlamak için Kur'an'da anlatılan Hz. İbrahim kıssasını okumak yeterlidir. Rabbine teslim olan İbrahim'e ateş gülistan olmuştur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.