Bir insan için, mensubu olduğu inanç ve medeniyete yabancılaşmak ve başka kültürlere hayranlık beslemekten daha vahim bir durum herhalde söz konusu olamaz. Beyinleri işgale uğramış bu fertlerden oluşan cemiyetler de uzun süre ayakta kalamaz.
Hıristiyan âlemi; misyonerlik ve oryantalizm ile İslâm dünyasında "beyinleri işgal edilmiş" insanlar ortaya çıkarmaya çalıştı ve büyük ölçüde başarılı oldu. Bu faaliyetlerin başlangıç noktası Endülüs'e kadar uzanmaktadır. Meşhur oryantalist M.Watt bu konuda şunları söylüyor: "Endülüs'te Müslümanların kültürel üstünlüğü karşısında ezilen ve çoğu rahiplerden oluşan oryantalistler, kendi halklarına her şeye rağmen Hıristiyanlığın üstün olduğunu gösterebilmek için İslâm imajını çarpıttılar".
Oryantalistler Müslümanlar üzerinde iki önemli tahribata yol açmışlardır:
1. İslamî hakikatleri tahrif etmek.
2. Müslümanları, Hıristiyan batının değerleriyle yoğurmak ve bu değerlere hayran bırakmak.
Bu maksatla, hadisler başta olmak üzere İslâm'ın pek çok temel değerini tahribata uğratmaya çalıştılar. Goldziher, Renan, Massignon, Hurgrange, Caitana... bu oryantalistlerden sadece bir kaçıdır. Bu faaliyetlerin asıl maksadı, İslâm dünyasının sömürgeleştirilmesi için uygun bir zemin hazırlanmasıydı. Oryantalizm, bu manada sömürgeciliğin yan kollarından biri olarak işlemiştir.
İngiltere'nin Mısır ve Hindistan'daki sömürgecilik faaliyetlerinin devam etmesi için bu ülkelerin Müslüman halkı inancından uzaklaştırılmalı ve batı kültürünün değerlerinin benimsemeliydi. Bu gerçeği iyi bilen İngilizler buralarda C.Afgani, Muhammed Abduh gibi şahsiyetleri devreye koyarak Mısır'da İngiliz kültürünü yaymaya çalıştılar.
Aynı vazifeyi Hindistan'da Seyyid Ahmed Han ifa etmekteydi. Hizmetlerinden dolayı İngilizlerden "sir" ünvanı alan bu şahıs, kurduğu okullarda Hindistan halkını İslâmi değerlerden vazgeçirip, Victoria devri İngilteresi'nin hayat tarzını benimsemeye çağırıyordu. Belki bu sayede İngiltere, Hindistan'da yüz yıl daha fazla kaldı ve sömürgeciliğini devam ettirebildi.
Bu dönemi yansıtan filmlere, romanlara dikkatli bakıldığında, yerel değerlerine, gelenek ve inançlarına bağlı bir hayat süren Hintlilerin, sözde medeni İngiltere tarafından ihya edilişinin konu edildiği görülür. Sömürgeciliği, medeniyet kılıfına sokmak, karayı ak göstermek budur.
(Ancak ne kadar allanıp pullansa da, sömürgeciliğin acı yüzü kapatılamaz. İngilizlerin kendi kumaşlarının, Hindistan pazarında satılmasını temin etmek için 40 bin Hintli kumaş imalat ustasının kollarını kestirdiği tarihi bir gerçektir.
Evet, bir insanın kendi inancına, medeniyetine, milli ve manevi gerçeklerine yabancı olması, başka kültür ve inançlara ait değerlerle yoğrulması, tam bir felakettir. Bu duruma "manevi ölüm" demek de mümkündür.
Misyonerlik ve oryantalizm; asırlarca İslâm dünyasında bu vazifeyi ifaya çalıştı. İtikadî ve sosyal alanda kendini gösteren bu tahribat, siyasi sahada netice verdi. Osmanlı İmparatorluğu parçalandı. Ortadoğu-Filistin, Hicaz, İngiliz mandasına girdi. Mısır, Cezayir, Tunus, Fas gibi ülkeler bağımsızlıklarını kazanalı henüz 50-60 yıl oldu.
Tarih, en büyük derstir. Ve gereği gibi ders alınırsa tarih tekerrür etmez. Kültürüne, maneviyatına, örf ve âdetlerine tam manasıyla sahip çıkan fertlerden meydana gelen toplumlar, güçlü olur ve ayakta kalır. Tarih bu hakikatin sayısız örnekleriyle doludur.
Hıristiyan âlemi; misyonerlik ve oryantalizm ile İslâm dünyasında "beyinleri işgal edilmiş" insanlar ortaya çıkarmaya çalıştı ve büyük ölçüde başarılı oldu. Bu faaliyetlerin başlangıç noktası Endülüs'e kadar uzanmaktadır. Meşhur oryantalist M.Watt bu konuda şunları söylüyor: "Endülüs'te Müslümanların kültürel üstünlüğü karşısında ezilen ve çoğu rahiplerden oluşan oryantalistler, kendi halklarına her şeye rağmen Hıristiyanlığın üstün olduğunu gösterebilmek için İslâm imajını çarpıttılar".
Oryantalistler Müslümanlar üzerinde iki önemli tahribata yol açmışlardır:
1. İslamî hakikatleri tahrif etmek.
2. Müslümanları, Hıristiyan batının değerleriyle yoğurmak ve bu değerlere hayran bırakmak.
Bu maksatla, hadisler başta olmak üzere İslâm'ın pek çok temel değerini tahribata uğratmaya çalıştılar. Goldziher, Renan, Massignon, Hurgrange, Caitana... bu oryantalistlerden sadece bir kaçıdır. Bu faaliyetlerin asıl maksadı, İslâm dünyasının sömürgeleştirilmesi için uygun bir zemin hazırlanmasıydı. Oryantalizm, bu manada sömürgeciliğin yan kollarından biri olarak işlemiştir.
İngiltere'nin Mısır ve Hindistan'daki sömürgecilik faaliyetlerinin devam etmesi için bu ülkelerin Müslüman halkı inancından uzaklaştırılmalı ve batı kültürünün değerlerinin benimsemeliydi. Bu gerçeği iyi bilen İngilizler buralarda C.Afgani, Muhammed Abduh gibi şahsiyetleri devreye koyarak Mısır'da İngiliz kültürünü yaymaya çalıştılar.
Aynı vazifeyi Hindistan'da Seyyid Ahmed Han ifa etmekteydi. Hizmetlerinden dolayı İngilizlerden "sir" ünvanı alan bu şahıs, kurduğu okullarda Hindistan halkını İslâmi değerlerden vazgeçirip, Victoria devri İngilteresi'nin hayat tarzını benimsemeye çağırıyordu. Belki bu sayede İngiltere, Hindistan'da yüz yıl daha fazla kaldı ve sömürgeciliğini devam ettirebildi.
Bu dönemi yansıtan filmlere, romanlara dikkatli bakıldığında, yerel değerlerine, gelenek ve inançlarına bağlı bir hayat süren Hintlilerin, sözde medeni İngiltere tarafından ihya edilişinin konu edildiği görülür. Sömürgeciliği, medeniyet kılıfına sokmak, karayı ak göstermek budur.
(Ancak ne kadar allanıp pullansa da, sömürgeciliğin acı yüzü kapatılamaz. İngilizlerin kendi kumaşlarının, Hindistan pazarında satılmasını temin etmek için 40 bin Hintli kumaş imalat ustasının kollarını kestirdiği tarihi bir gerçektir.
Evet, bir insanın kendi inancına, medeniyetine, milli ve manevi gerçeklerine yabancı olması, başka kültür ve inançlara ait değerlerle yoğrulması, tam bir felakettir. Bu duruma "manevi ölüm" demek de mümkündür.
Misyonerlik ve oryantalizm; asırlarca İslâm dünyasında bu vazifeyi ifaya çalıştı. İtikadî ve sosyal alanda kendini gösteren bu tahribat, siyasi sahada netice verdi. Osmanlı İmparatorluğu parçalandı. Ortadoğu-Filistin, Hicaz, İngiliz mandasına girdi. Mısır, Cezayir, Tunus, Fas gibi ülkeler bağımsızlıklarını kazanalı henüz 50-60 yıl oldu.
Tarih, en büyük derstir. Ve gereği gibi ders alınırsa tarih tekerrür etmez. Kültürüne, maneviyatına, örf ve âdetlerine tam manasıyla sahip çıkan fertlerden meydana gelen toplumlar, güçlü olur ve ayakta kalır. Tarih bu hakikatin sayısız örnekleriyle doludur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ahmet Hamza Baş / diğer yazıları
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü (2) / 25.07.2014
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011