Sisli bir İstanbul sabahına, Süleymaniye'nin ayakucunda, sisleri delip geçen birbirinden güzel ezan sesleri ile uyandım.
İstanbul'un seher vakitleri, sabah ezanı vakitleri bir başka güzeldir, hele Fatih'te iseniz.. Fatih Camii başta olmak üzere; Şehzadebaşı, Süleymaniye, Hırka-i Şerif, Ali Paşa, Yavuz Selim, Mihrimah Sultan ve daha onlarca Osmanlı yadigârı minareler, kubbeler, seher vakitleri seslerini birleştirir, bütün bir İstanbul semasını doldururlar.
İstanbul camilerinin içinde Süleymaniye, oturduğu hakim tepeden midir, padişah gibi çok emin bir şekilde oturuşundan mıdır nedir, sanki daha bir heybetlidir, vakarlıdır, endamlıdır, kökleri denizin diplerine kadar ulaşan, dalları, budakları semalarda dolaşan ulu bir çınar gibidir. Yanımda, yöremde, yamacımda, bayırımda hiç kimse olmasa dahi, son din İslam'ın izzetini, vakarını, azametini, mükemmelliğini tek başına temsil edebilirim der gibidir.
Saraçhane'den Unkapanı istikametine gidiyorsanız, kemerleri geçer geçmez Süleymaniye ile gözgöze gelirsiniz.
Ben bu tepede iken başka bir yana, bir yöne bakamazsın dercesine, göklere yükselen dört parmağını uzatır, gözünüze sokar. Unkapanı Köprüsü'nden de geçseniz, sağa dönüp Eminönü meydanına da ulaşsanız, eğer araba kullanmıyorsanız hep sağ tarafa bakmaktan, Süleymaniye'yi seyretmekten ötürü boynunuz ağrır. Süleymaniye'nin bir köşesinde mütevazı türbesinde yatan Mimar Sinan, mimari dehasını öylesine nakşetmiştir ki, yaklaştıkça onun heybeti artar, sizinse hayranlığınız... İçine girince adeta büyülenirsiniz. Ayaklarınız yerden kesilircesine seyrettiğiniz kubbesi, süslemeleri, yazıları uhrevi alemlere alır götürür. O civarda madde ile mana eleledir. İstanbul ticaretinin en hararetli ve hareketli bölümü Süleymaniye eteklerinde cereyan eder gün boyu.
Usta edebiyatçı Nuri Pakdil; Galata Köprüsü'nden bakınca Süleymaniye ile Ayasofya'yı bir ananın göğüslerine yaslanmış süt emen ikizlere benzetir ve Süleymaniye'nin olabildiğine heybeti yanında, Ayasofya'nın, sonradan inanmış olmaktan kaynaklanan mahcubiyetine işaret eder. Ayasofya'nın mahcubiyeti ve mahrumiyeti yazık ki hala sürüyor.
Günlerden bir gündü, daha dündü, 2003'ün takvimini götürüp asmıştık, duvardan ilk yaprağını koparmıştık. Şimdi bakıyorum duvarın yüzüne tek yaprak gibi yapılmış, ne çabuk bitti diyeceğim ama bir bakıyorum ki, Süleymaniye'nin kıble tarafında yatan, Koca Sultan Kanuni'nin üzerinden asırlar geçmiş. İstanbul'un tam orta yerine yedi tepeden birine Süleymaniye gibi öyle bir mühür kondurmuş ki; dünya durdukça duracak, Cuma'dan Cuma'ya, bayramdan bayrama da olsa hınca hınç dolacak, adına daha nice yazılar, nice şiirler yazılacak. Daha nice Yahya Kemal'ler gelip, nice Süleymaniye'de Bayram Sabahları yazacak inşallah.
Mimar Sinan'ın, Kanuni Sultan Süleyman'ın torunları, dedelerinin eserlerinden istifade ederken, onların bıraktığı hanlarda, dükkanlarda ticaretlerini sürdürürlerken, onlara armağanlar göndermeyi ihmal etmemeli ve onların İstanbul'a, tarihe kazıdıkları mühürlere gözleri gibi, canları gibi bakmalılar. Sonraki nesillere sapasağlam, ezanları ile birlikte, ayyıldızları ile birlikte aktarmalıdırlar.
Bir Aralık sabahı, Süleymaniye'nin yamacında yeğenim Rümeysa'nın "Erzurum'un dadaşı/Düğünde çeker başı/Sen hiç içtin mi kardeş/Yaylada ayran aşı" şiirini dinlerken, bir küçüğü Ömer, yarım yarım kelimelerle onu taklit ederken, Tarık okula gitmemekte direnirken, abisi Sefa da dayısının yazısını fakslamak için hazırlanırken, Süleymaniye'nin eteklerinde ticari hareketlilik çoktan başlamıştı bile...
İstanbul'un seher vakitleri, sabah ezanı vakitleri bir başka güzeldir, hele Fatih'te iseniz.. Fatih Camii başta olmak üzere; Şehzadebaşı, Süleymaniye, Hırka-i Şerif, Ali Paşa, Yavuz Selim, Mihrimah Sultan ve daha onlarca Osmanlı yadigârı minareler, kubbeler, seher vakitleri seslerini birleştirir, bütün bir İstanbul semasını doldururlar.
İstanbul camilerinin içinde Süleymaniye, oturduğu hakim tepeden midir, padişah gibi çok emin bir şekilde oturuşundan mıdır nedir, sanki daha bir heybetlidir, vakarlıdır, endamlıdır, kökleri denizin diplerine kadar ulaşan, dalları, budakları semalarda dolaşan ulu bir çınar gibidir. Yanımda, yöremde, yamacımda, bayırımda hiç kimse olmasa dahi, son din İslam'ın izzetini, vakarını, azametini, mükemmelliğini tek başına temsil edebilirim der gibidir.
Saraçhane'den Unkapanı istikametine gidiyorsanız, kemerleri geçer geçmez Süleymaniye ile gözgöze gelirsiniz.
Ben bu tepede iken başka bir yana, bir yöne bakamazsın dercesine, göklere yükselen dört parmağını uzatır, gözünüze sokar. Unkapanı Köprüsü'nden de geçseniz, sağa dönüp Eminönü meydanına da ulaşsanız, eğer araba kullanmıyorsanız hep sağ tarafa bakmaktan, Süleymaniye'yi seyretmekten ötürü boynunuz ağrır. Süleymaniye'nin bir köşesinde mütevazı türbesinde yatan Mimar Sinan, mimari dehasını öylesine nakşetmiştir ki, yaklaştıkça onun heybeti artar, sizinse hayranlığınız... İçine girince adeta büyülenirsiniz. Ayaklarınız yerden kesilircesine seyrettiğiniz kubbesi, süslemeleri, yazıları uhrevi alemlere alır götürür. O civarda madde ile mana eleledir. İstanbul ticaretinin en hararetli ve hareketli bölümü Süleymaniye eteklerinde cereyan eder gün boyu.
Usta edebiyatçı Nuri Pakdil; Galata Köprüsü'nden bakınca Süleymaniye ile Ayasofya'yı bir ananın göğüslerine yaslanmış süt emen ikizlere benzetir ve Süleymaniye'nin olabildiğine heybeti yanında, Ayasofya'nın, sonradan inanmış olmaktan kaynaklanan mahcubiyetine işaret eder. Ayasofya'nın mahcubiyeti ve mahrumiyeti yazık ki hala sürüyor.
Günlerden bir gündü, daha dündü, 2003'ün takvimini götürüp asmıştık, duvardan ilk yaprağını koparmıştık. Şimdi bakıyorum duvarın yüzüne tek yaprak gibi yapılmış, ne çabuk bitti diyeceğim ama bir bakıyorum ki, Süleymaniye'nin kıble tarafında yatan, Koca Sultan Kanuni'nin üzerinden asırlar geçmiş. İstanbul'un tam orta yerine yedi tepeden birine Süleymaniye gibi öyle bir mühür kondurmuş ki; dünya durdukça duracak, Cuma'dan Cuma'ya, bayramdan bayrama da olsa hınca hınç dolacak, adına daha nice yazılar, nice şiirler yazılacak. Daha nice Yahya Kemal'ler gelip, nice Süleymaniye'de Bayram Sabahları yazacak inşallah.
Mimar Sinan'ın, Kanuni Sultan Süleyman'ın torunları, dedelerinin eserlerinden istifade ederken, onların bıraktığı hanlarda, dükkanlarda ticaretlerini sürdürürlerken, onlara armağanlar göndermeyi ihmal etmemeli ve onların İstanbul'a, tarihe kazıdıkları mühürlere gözleri gibi, canları gibi bakmalılar. Sonraki nesillere sapasağlam, ezanları ile birlikte, ayyıldızları ile birlikte aktarmalıdırlar.
Bir Aralık sabahı, Süleymaniye'nin yamacında yeğenim Rümeysa'nın "Erzurum'un dadaşı/Düğünde çeker başı/Sen hiç içtin mi kardeş/Yaylada ayran aşı" şiirini dinlerken, bir küçüğü Ömer, yarım yarım kelimelerle onu taklit ederken, Tarık okula gitmemekte direnirken, abisi Sefa da dayısının yazısını fakslamak için hazırlanırken, Süleymaniye'nin eteklerinde ticari hareketlilik çoktan başlamıştı bile...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Yorgun / 08.04.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Tuttuğumuz oruç bizi tutamıyorsa… / 06.03.2025
- Yaratıcının kolu olan kullar… / 28.03.2025
- Reçeteyi cebinde taşıyarak şifa bekleyen bir kitle / 25.03.2025
- Ahlakî ilkeler manzumesi bir sure… / 16.03.2025
- O gün gelmeden evvel… / 13.03.2025
- Doğum yıl dönümünde Kur’an ile dirilmek… / 12.03.2025
- Oruca tutunabilseydik… / 11.03.2025
- Oruç tutsaydı bizi… / 10.03.2025
- Çocukluğumuzun ramazanları / 07.03.2025
- Tuttuğumuz oruç bizi tutamıyorsa… / 06.03.2025