Faruk HAS
"İnsanlar konuşa konuşa..." derler. Doğrudur. Konuşmak, konuşabilmek bir kaç kelimelik taklitler hariç tamamıyla insana mahsus. Kişi inancını, düşüncesini, ideallerini, sevgisini, nefretini hülasa ne yapmak ve ne olmak istiyorsa bunları dili ile ifade eder.
Daha sonra bunları gerçekleştirmeye çalışır. Bunların kimi doğrudur, kimi yanlıştır. Kimine gücü yeter kimine gücü yetmez. Kiminde samimidir, kiminde samimi değildir. Kiminden vazgeçer kiminde devam eder.
Halk arasında "sözüm sözdür", "söz sözdür", "sözüm sünnettir", "sözüm kanundur", "sözüm ağızdan çıkar" gibi söz hakkında söylenmiş çok veciz ve de çok bağlayıcı sözler vardır. Hatta tâ ortaöğretim yıllarında şimdilerde rahmetli olan bir hocamızın "Bana benden olur her ne olursa, başım rahat olur dilim durursa" sözlerini hiçbir zaman unutmadım.
Kişinin yetki ve sorumluluğu arttıkça sözlerinin önemi de o derece artmaktadır. Mesela bir anne-babanın, bir öğretmenin, bir doktorun, bir tüccarın, bir siyaset adamının, hele hele bir devlet adamının sözü son derece önemlidir.
Meşhur tekerleme ile ifade etmek gerekirse "dün dündür, bugün bugündür" gibilerinden meseleleri geçiştirmek mümkün değildir. Ayrıca "hangisi doğrudur" belli olmazsa hepsinin yalan olması ihtimali kesinlik kazanır ki bu da sahibinin inandırıcı olmadığını gösterir.
Birilerinin yeni konuşmaya başlayan bebek gibi duyduklarını tekrar etmesi ne kadar yanlış ise hangi şartlarda olursa olsun devlete, millete, askere, bayrağa, milli ve manevi değerlere karşı saygı ve hukuk ölçülerinin dışına taşan konuşmalar yapması da yanlıştır.
Elbette hatalar, yanlışlar, kusurlar ve günahlar insanlar içindir. Ancak bunlardan pişman olup dönme faziletini göstermek ve bilhassa bu konuda inandırıcı olmak da yine insanlar içindir.
Ülkemiz bugün gerçekten tarihinin en büyük tehlikesi ile karşı karşıyadır. Yani bugün ülkeyi idare edenler ve idaresine talip olanlar, -Bağımsız Türkiye Partisi hariç- ülkeyi kendi elleriyle ABD ve AB'nin müstemlekesi yapma durumundadırlar. Hatta bunu Türkiye'nin geleceği açısından "olmazsa olmaz" şart olarak görüyorlar. Bunu yaparken de ABD ve AB'nin şartlarını halktan gizleyerek yapıyorlar.
Her ne kadar halkımız Prof. Dr. Haydar Baş'tan ve Bağımsız Türkiye Partisi yetkililerinden bu şartların ülke için ne büyük tuzaklar ve tehlikeler olduğunu öğreniyorlarsa da netice de medyanın da desteğiyle saman altından su yüzdürmeye çalışıyorlar.
Hiç şüphesiz "Köprülerin altından çok sular aktığı gibi Prof. Dr. Haydar Baş ve Bağımsız Türkiye Partisi'nin uyarıları ile halk şimdi şunu sorgulamaya başladı. Söylenen herhangi bir söz ve yapılan her hangi bir iş devlete, millete ve devleti, milleti meydana getiren bütün değerlere, kurum ve kuruluşlara faydalı mı, zararlı mı? Artık vatandaş bu ölçü ile neticeye hem kestirmeden hem de yanılmadan gidebiliyor.
Bu noktada bir gerçeği de ifade etmekte fayda var. Halk Prof. Dr. Haydar Baş'ı ve Bağımsız Türkiye Partisi'ni dinledikçe 'devlet ve millet' gerçeğini önüne koyuyor ve onu ölçü kabul ediyor. Söylenenler ve yapılanlar devlet ve millet gerçeğine uyuyor mu? Uymuyor mu? İşte ölçü bu...
Bence de bu ölçü hem ABD'nin, hem AB'nin ve hem de onlar adına iş görenlerin önünü tıkayacak tek ölçüdür. Dolayısıyla millet için de bu ölçü bir teminattır.
"İnsanlar konuşa konuşa..." derler. Doğrudur. Konuşmak, konuşabilmek bir kaç kelimelik taklitler hariç tamamıyla insana mahsus. Kişi inancını, düşüncesini, ideallerini, sevgisini, nefretini hülasa ne yapmak ve ne olmak istiyorsa bunları dili ile ifade eder.
Daha sonra bunları gerçekleştirmeye çalışır. Bunların kimi doğrudur, kimi yanlıştır. Kimine gücü yeter kimine gücü yetmez. Kiminde samimidir, kiminde samimi değildir. Kiminden vazgeçer kiminde devam eder.
Halk arasında "sözüm sözdür", "söz sözdür", "sözüm sünnettir", "sözüm kanundur", "sözüm ağızdan çıkar" gibi söz hakkında söylenmiş çok veciz ve de çok bağlayıcı sözler vardır. Hatta tâ ortaöğretim yıllarında şimdilerde rahmetli olan bir hocamızın "Bana benden olur her ne olursa, başım rahat olur dilim durursa" sözlerini hiçbir zaman unutmadım.
Kişinin yetki ve sorumluluğu arttıkça sözlerinin önemi de o derece artmaktadır. Mesela bir anne-babanın, bir öğretmenin, bir doktorun, bir tüccarın, bir siyaset adamının, hele hele bir devlet adamının sözü son derece önemlidir.
Meşhur tekerleme ile ifade etmek gerekirse "dün dündür, bugün bugündür" gibilerinden meseleleri geçiştirmek mümkün değildir. Ayrıca "hangisi doğrudur" belli olmazsa hepsinin yalan olması ihtimali kesinlik kazanır ki bu da sahibinin inandırıcı olmadığını gösterir.
Birilerinin yeni konuşmaya başlayan bebek gibi duyduklarını tekrar etmesi ne kadar yanlış ise hangi şartlarda olursa olsun devlete, millete, askere, bayrağa, milli ve manevi değerlere karşı saygı ve hukuk ölçülerinin dışına taşan konuşmalar yapması da yanlıştır.
Elbette hatalar, yanlışlar, kusurlar ve günahlar insanlar içindir. Ancak bunlardan pişman olup dönme faziletini göstermek ve bilhassa bu konuda inandırıcı olmak da yine insanlar içindir.
Ülkemiz bugün gerçekten tarihinin en büyük tehlikesi ile karşı karşıyadır. Yani bugün ülkeyi idare edenler ve idaresine talip olanlar, -Bağımsız Türkiye Partisi hariç- ülkeyi kendi elleriyle ABD ve AB'nin müstemlekesi yapma durumundadırlar. Hatta bunu Türkiye'nin geleceği açısından "olmazsa olmaz" şart olarak görüyorlar. Bunu yaparken de ABD ve AB'nin şartlarını halktan gizleyerek yapıyorlar.
Her ne kadar halkımız Prof. Dr. Haydar Baş'tan ve Bağımsız Türkiye Partisi yetkililerinden bu şartların ülke için ne büyük tuzaklar ve tehlikeler olduğunu öğreniyorlarsa da netice de medyanın da desteğiyle saman altından su yüzdürmeye çalışıyorlar.
Hiç şüphesiz "Köprülerin altından çok sular aktığı gibi Prof. Dr. Haydar Baş ve Bağımsız Türkiye Partisi'nin uyarıları ile halk şimdi şunu sorgulamaya başladı. Söylenen herhangi bir söz ve yapılan her hangi bir iş devlete, millete ve devleti, milleti meydana getiren bütün değerlere, kurum ve kuruluşlara faydalı mı, zararlı mı? Artık vatandaş bu ölçü ile neticeye hem kestirmeden hem de yanılmadan gidebiliyor.
Bu noktada bir gerçeği de ifade etmekte fayda var. Halk Prof. Dr. Haydar Baş'ı ve Bağımsız Türkiye Partisi'ni dinledikçe 'devlet ve millet' gerçeğini önüne koyuyor ve onu ölçü kabul ediyor. Söylenenler ve yapılanlar devlet ve millet gerçeğine uyuyor mu? Uymuyor mu? İşte ölçü bu...
Bence de bu ölçü hem ABD'nin, hem AB'nin ve hem de onlar adına iş görenlerin önünü tıkayacak tek ölçüdür. Dolayısıyla millet için de bu ölçü bir teminattır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.