Güneş dağların ardına doğru çekildi.
Ovada göz göz ateşler henüz sönmemişti.
Hüzünlü bir ifade ile ufka bakan yaşlı adam, esen rüzgarla şöyle bir titredi. Bir zamanlar gelip geçtiği orman yolu küle dönmüş; tek tük yangından kurtulmayı başarmış olan bodur ağaçlar kavruk, siyah bir renk almıştı.
Bazen insanın aklının almadığı, elinin ermediği şeyler var diye düşündü. Ateş nerden düşerdi? Su neden söndürmezdi? Eskiden kağnılarla taşırlardı suları, kazmalarla başa çıkarlardı. Şimdi uçaklar, arabalar yetişemiyordu alevlerin öfkesine… Niye kızmıştı, neden kızmıştı da sönmemişti orman?
Torunu inanamıyordu gördüklerine… Oysa oyun oynadığı, kuzularını otlattığı yerlerdi buralar… Şimdi yoktu çimeni, çemeni, kaplumbağası, kirpisi, saka kuşları…
Dedesi "Bir gün gelir yeşillenir elbet. Dallar yeşerir, toprak yeşerir, ağaç dalları… Börtü böcek, yine ürer bir gün, sen torununa anlatırsın buralarda olanları…" diyordu hüzünlü hüzünlü…
Dedenin aklına bulunduğu Yaş'ı geldi. Yüreğine bir acı saplandı. Torununa söyleyemedi. Ancak kendi kendine söylendi;
"Ben göremem artık. Ben göremem… O zamana kadar ben Kaybolurum…."
***
Sonra bir sabah birden bire kesildi yangın paylaşımları… Yanan ormanlar, yok olan yaşamlar, evler, ahırlar, bağlar bahçeler… Neden yandığı, nasıl yandığı, kaç saat sonra müdahale edildiği, ne yapılması gerektiği, bir daha yanmaması için ne yapıldığı konusunda herkes sus pus oluverdi. Sihirli bir el, ülkenin ciğerleri yanarken paylaşımları, görüntüleri, müdahale ederken neler olduğuna dair konuşmaları kesiverdi.
Söylenecek bir şey yok denildi. Söylenecek bir şey yok. Tartışılacak bir şey yok. Alınacak bir tedbir yok. Yanan sanki küçücük bir yerdi. Yazmak-çizmek-konuşmak gereksizmiş gibi söylenecek bir şey yok dendi. Oysa ağıtlar yakmak gerekirdi her bir ağaç için. Yok olan orman parçalarının çöle dönmesine oturup ağlamak gerekirdi. Acaba maden var mıdır yanan ormanların altında... Otel mi yapılacaktır? Kesilen ağaçlar hangi müteahhide verilecektir? Bahçe tarla mı olacaktır yeri?
Aklına deli sorular gelenler sorar dururlar, açıklaması yoktur tüm bu soruların…
Kim ne derse desin, söylenecek bir şey yoktur.
***
Ne zaman ki, köyler mahalle olmuştur. Ne zaman ki Büyükşehir Yasasını çıkaranlar, köylerin meralarını, köy ortak mallarını, köy konaklarını bir daire çizip belediyelere bağışlamışlardır, köy evlerinin musluklarından akan doğal sulara su saati bağlamışlardır, köy tapularını yok sayıp, fakir fukaranın başını sokacak bir göz oda köy evlerine ortak çıkmışlardır, toprağın üstüne asfalt döküp, belediyenin eski taka-tuka otobüslerine hat verip sabah akşam sefer koymuşlardır, köy meydanındaki pazarlara zabıta, kasaplara kaçak et kesimi diye ceza yazmaya başlamışlardır, köylerdeki çocukların okulları ellerinden alınmış, taşımalı sistem başlamıştır, köy okulsuz ve öğretmensiz kalmış, okullar ahır olmuştur. İşte her şey o zaman her köy yangına karşı bir kale olmaktan çıkmış, söylenecek bir şey kalmamıştır.
Maalesef o günden beri ormanlardaki ağaçlara köy küsmüş, köylü küstürülmüştür… Hayvanları serine, ağaç altına değil, güneşe sürülmüştür. Her köy kendi ormanını, merasını, malını korumaya devam etseydi ne bu kadar yangın olurdu, ne ormanlar yalnız kalırdı…
Ormanı yasaklar değil, sevginin koruduğunu öğretmişlerdi bize…
Ne karıştınız sevgimize?
Nedir bu kıskançlık?
Nedir bu baltaseverlik?
Bilemedik.
Söylenecek bir şey, seyredilecek bir orman kalmamıştır… Dinlenecek kuş sesi, beslenecek kirpi, sevilecek kaplumbağa kalmamıştır.
Mübarek olsun…
- Dost… / 15.04.2025
- Çöp dağları… / 11.04.2025
- Maaşının hırsızı… / 07.04.2025
- Rekabet ve geleceğin partisi olmak… / 05.04.2025
- İlahi adalet… / 04.04.2025
- Sahne… / 02.04.2025
- Sessizlik… / 01.04.2025
- Bayramlık… / 28.03.2025
- Gelecek kaygısı… / 21.03.2025