Demokrasi, idari sistemlerden biridir. İyi tarafları olduğu gibi kötü tarafları da vardır. Yani kusursuz bir sistem değildir. Zaten böyle bir iddiada bulunan da yok. Türkiye'ye gelince, durum değişiyor. Demokrasi, her derde deva, her sadre şifa olarak sunuluyor. Bütün iyilikler ve güzellikler demokrasiye yükleniyor. Varsa yoksa demokrasi. Sınırsız demokrasi olunca, herşey düzelecek, anlayış bu. Halbuki sınırsız demokrasi, sınırsız tehlikedir, daha doğrusu felâkettir. Aslında insanların aradığı şu veya bu sistem değil, adalettir. Adaleti sağlayan her sistem iyidir, adı ne olursa olsun. "Demokrasiyle ilgili pekçok yanlış anlayış vardır. Bazı insanlar demokrasinin sınırsız olması gerektiğine inanır. Sanırlar ki, demokratik usullerle alınan kararlar her zaman âdildir. Derler ki, böyle sınırsız bir demokraside demokratik usullere, tekniklere uygun olarak alınan kararlar halkın istediğini, iradesini yansıtır ve bu demokrasinin aslı, esası, özüdür" (Bkz. Marc Swanepoel, Sefaletten Zenginliği, s. 73). Bu, büyük bir yanılgıdır. Tarihi gerçek şudur: Başlangıçta idareciler, demokratik usullerle seçiliyordu, fakat sadece halkın kabul ettiği kanunları uygulamakla görevli idiler. Seçilmiş idareciler halk adına kanun koyamıyor, karar alamıyorlardı. Bugün ise demokrasi, seçilmişlerin dilediği her kanunu koyabileceği bir sisteme dönüşmüştür. Bundan dolayıdır ki, bazı yazarlar çizerler ve sosyal bilimciler, "demokrasi yozlaştı, birçok ülke demokratik tehdit ve tehlike altındadır" diyorlar.Maalesef, Türkiye de demokratik yolla uçuruma sürüklenen ülkeler arasında. Ergun Göze, 8 Nisan 2006 tarihli Tercüman gazetesinde bu gerçeği şöyle dile getiriyor: "Demokrasiyi putlaştırdılar, demokrasi adına milletimizi parçalamaya, vatanımızı bölmeye çalışıyorlar. Bunların demokrasileri milli irade düşmanı, istiklâl düşmanıdır". Gerçekten öyle. Demokrasiyi, seçimleri, seçim sandığını kutsallaştırdılar. Demokrasi adına her türlü otoriteye saldırıyorlar. Kendi kendilerine şu soruyu sormuyorlar: " Hiçbir otoritenin olmadığı yerde demokrasi kalır mı?". "Sandıktan çıkan milli iradenin temsilcisi olarak ülkeyi istediği gibi yönetir anlayışı dünyanın hiçbir ülkesinde kabul göremez. İktidara gelenler o ülkenin 'milli bürokrasisi' ve 'milli kurumları' ile birlikte Anayasa ve yasalara bağlı olarak devleti yönetirler. Türkiye'de uzunca bir süredir bunun aksine bir anlayış halkkitlelerine demokrasi diye yutturulabilmiştir ki, bunun dışarıdan manipüle edilen ve devlet otoritesini yok etmeyi amaçlayan bir anlayışın eseri olduğundan kuşku yoktur" (Bkz. İsmail Şefik Aydın, Uyan Türkiye-Tarih Tekerrür Etmesin, s. 319).Ülkemizde iktidara gelen her partinin devlete istediği gibi şekil vermesi demokrasinin gereği olarak algılanıyor. Bu, devletin yıkılmasına, ülkenin bölünüp parçalanmasına yol açabilecek yanlış bir anlayıştır. Her devletin, bir devlet politikası olması gerekir. Aksi halde devletin yaşaması söz konusu olmaz. Devlet politikaları hükümetten hükümete değişmez, değişirse devletin sürekliliği ortadan kalkar. Yıllar önce ABD eski başkanlarından Wilson, ABD demokrasisini şu sözlerle eleştirmişti: "Halk için oluşturulmuş devletin yönetimi, patronların ve onların memurlarının çıkarlarına hizmet edenlerin eline geçti. Demokratik kurumların üstünde gözle görülmeyen bir imparatorluk kuruldu". Bu imparatorluk, o dönemde ABD'de belki gözle görülmüyordu, ama Türkiye'de artık alenileşti. Öyle ki, "kimi sözde aydınlarımız, büyük bir küstahlıkla Sevr anlaşmasının Lozan'a göre daha demokratik olduğunu söyleyebilmektedirler" (A.g.e., s.113).Diyeceğimiz o ki, demokrasi diye sunulan bu sistem, mazlum milletleri parçalamak ve sömürmek için kurulmuş bir tuzaktır. Böyle olmasaydı, Amerikalı yazar Noam Chomsky, 'Medya Gerçeği' adlı kitabında şöyle söylemezdi: "Amerika Birleşik Devletleri kendisine bağlı ülkelerde 'demokrasiyi tesis etmek' için genellikle şiddete başvurmalıdır" (s.35). Nitekim ABD aynen öyle yapıyor. Demokrasiyi tesis etmek için ülkelerin işgali dahil, her türlü şiddete başvuruyor. Hasılı demokrasi, çağdaş sömürücülerin en büyük silâhı oldu.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018