Lise yıllarıydı. Fikrimin kendini tanımaya başladığı, kökleşip gelişme dönemine girdiği günler. Şahsiyetimin, azaları tamamlanan ve doğacak çocuğun şekillenip belirlenmesi gibi açığa çıktığı ilk ışıklarını verdiği zamandı benim için.Anadolu'dan gelmiş saf, utangaç saygıyı elbise olarak giymiş, mahcup biri. Sağ-sol fikirlerin düşünce, yorum, oluşumlarının Galata Köprüsü kalabalığı gibi gidip geldiğine, koşup durduğuna oturup kalktığına, şahit oluyordum.Yanılmıyorsam İstanbul'un Vatan Caddesi'nde bir konferansa gitmiştim. Salon hınca hınç doluydu. Okuldan öğretmenlerimiz ve arkadaşlarımız vardı.Program başladı. Hatırladığım kadarıyla biri, Necip Fazıl'ın Sakarya şiirini okudu. O şiir hala kulaklarımda yankılanır sanki.Şiirler okunduktan sonra, kısa skeçler ve mini bir tiyatro sahnelendi. Hani meşhur olaydır. Yanlış bir karar üzerine bir ustanın eli kesilmiş ve usta, mahkemeye şikayette bulunmuş. Kadı da dönemin padişahı Fatih Sultan Mehmet'i mahkemeye çağırmış. Usta ve Fatih, kadı'nın huzurundadır. Fatih, geçip oturmak isteyince birden kadı'nın gür sesi ile irkiliyor: "Padişah olabilirsiniz ama burada mahkeme huzurundasınız, lütfen, davacı gibi kalkıp ayakta belkeyiniz"... Fatih, böyle bir kadıya, böyle bir mahkemeye sahip olduğu için Rabb'ine hamd ediyordu. Kadı, her ne kadar padişahın elinin kesilmesine karar verse de, usta, bu ulvi adaletin tecellisi karşısında davasından vazgeçiyor...O konferansta gördüğüm bir şeyler vardı. Tek tek taşları yerine oturan bina mı inşaa ediliyordu içimde. Belki de sadece kapısı kalmıştı. Darmadağınık fikirler, nereye vuracağı belli olmayan dalgalar, yönümü, istikametimi bir türlü düzene sokamamış, kimlik ve kişiliğimin bir türlü adını koyamamıştım. Ben kimim ve nasıl olmalıyım?Ve o konferansın son konuşmasında Sayın Prof. Dr. Haydar Baş Beyefendiyi dinlemeye gelmişti sıra. Kürsüye çıktı ve başladı konuşmaya. Dinledikçe fikir pınarımızın berraklaştığını, gönül evimizin huzurla dolduğunu, hikmet, hakkaniyet, gayret, nefsi tatmin, vatan, bayrak konularının ilmik ilmik, hakiki ve en isabetli tesbitlerle açıklandığını görüyordum.Kısaca; lise döneminde içeride ve dışarıda gördüğüm ayrılık tohumlarının ayıklandığını, açmazların, çıkmazların ortadan kalktığını ve kişiliğimin resminin çizildiği o günü hâlâ unutamam.Prof. Dr. Haydar Baş Beyefendiye konuşması sonunda bir Kur'an'ı Kerim ve bir Türk bayrağı hediye etmişlerdi. Açık renk takım elbise giymiş yüzü tebessüm doluydu. Kur'an'ı Kerim'i öpüp göğsüne koydu. Bayrağı hürmetle açıp bir başörtüsü gibi başına örttü, elleriyle yüzüne sürdü...Anladım ki daha, bayrak demekten çekinen, daha vatan demekten korkanlar ve bunu anlamayanlar varken Sayın Baş, bayrak ve vatan sevgisini bayraklaştırdı; ve o gün elinde bayrakla yürüyen bu Büyük İnsan bugün de yürüyüşüne devam ediyor. Onu o gün tanımayan, ona inanmayanlar şimdi sözlerini tekrarlamaya çalışıyorlar.Saklamayın!Saklanmayın!Prof. Dr. Haydar Baş'ı baş tacı edin; göreceksiniz işinize bereket gelecek, aşınız tatlanacaktır. Zaman, geç olmadan bu vatan evladını öne çıkarmak zamanıdır... Hürmet, sevgi ve saygılarımla tekrar diyorum ki:Gözler hep seni bekler Gönüller sana aşık.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (A) / diğer yazıları
- RESUL BALCI: Karlar düşerken / 22.02.2025
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012
- Niçin organik cilt ürünlerini tercih etmeliyiz? / 01.06.2014
- Ali Ekber ARAS / 17.12.2013
- İbretlik ve dramatik bir olay: Yassıçemen Savaşı / 15.10.2012
- Savaşsız işgal ya da kaldırım taşlarını yemek / 12.10.2012
- Gavur Kadı / 21.09.2012
- Doğru söze ne denir? / 14.09.2012
- Süslü cümleler.... / 14.09.2012
- Çözümün önünden çekil! / 07.09.2012
- 2011'de neler olmadı' (Hüsamettin Çalışkan) / 04.01.2012