Küçük bir zeytinci dükkânı…
Cam kavanozlarda çeşit çeşit zeytinler…
Güleryüzlü bir teyze "Hoş geldin oğlum…" dedi.
Ege'nin zeytin diyarında bir köyde böyle seslenilmek hoşuma gitti… Bakışlarında da, seslenişinde de bir içtenlik var teyzenin. "Hoş bulduk… Bir sipariş var, zeytin alacaktım" dedim. Rafları işaret edip hepsi hakkında teker teker bilgi verdi. Yeşili, siyahı, kalamatası, biberlisi… Az tuzlusu, salamurası…
Zeytin ve zeytincilik bizim en büyük zenginliğimiz aslında da farkında değiliz. Biraz alışveriş, biraz da yarenlik bizimki. Söz döndü dolaştı pandemiye, geçim derdine, esnafın sıkıntısına geldi. Dükkân oğlunun imiş. Ancak eskisi gibi iş olmadığından Balıkesir'deki bir akrabasının yanına çalışmaya gitmiş. Hafta sonları geliyormuş. Köyden dışarıda çalışan birisi korona olmuş. Herkes vebalı gibi evinden de, kendinden de uzak duruyormuş. Maske mesafe hijyen konusunda titizlenmişler.
"Sen korkmuyor musun? Dükkândasın…" dedim. Duracak başka kimsesi olmadığını, torunlarının küçük olduğunu, gelininin onlara baktığını, temizlik ve ara sıra nöbetleşe geldiklerini söyledi. "Eskiden esnaf olmanın bir itibarı vardı. Şimdi hiçbir şeyin değeri kalmadı. Böyle giderse kapatırız dükkânı… Vergimizi ödeyemedik" dedi.
Alacağımı alıp dükkândan çıktım. Uzaktan şöyle bir baktım. Boğazım düğümlendi. Fatura yırtmanın ne kadar ağır bir iş olduğunu bildiğim için bu güzel yerin bir dahaki sefere geldiğimde kapanmış olacağından korktum. Şartlara esef ettim.
Bu günler hepimiz için zor günler. Arkadaşlarımızdan hastalananları, hayatını kaybedenleri, evinin kapısını açamadıklarımızı düşündüm.
Yaşam, birilerinin zannettiği gibi bir lokma, bir hırka ile karnını doyurmaktan ibaret değil. Çünkü sadece karnınızı doyurmanız yetmiyor. Neyi nasıl ve ne kadar yediğiniz de önemli. Uğradığınız haksızlıklar karşısında sesinizi de duyurmak gerekiyor. Doğruları savunmak, doğru bildiğin yolda yürümek de ne yazık ki varlıkla oluyor. Yoklukla değil.
* * *
Bursa sokakları karlı… Kışın ortası gibi ayaz var. Rüzgâr iri kar taneleri ile yüzümüzü dövüyor. Doktor kontrolünden sonra 2. aşıya gitmem gerekiyor. Ertesi günü hazır bulunmam gereken bir oturum var. Aşının ortaya çıkabilecek yan etkisinden korkuyorum.
İnsanlar soğuk havaya rağmen yollarda, çarşılarda, pazarlarda dolanıyorlar.
Zeytinci teyzenin sözleri geliyor aklıma. Sadece karnını doyurmak yetmez elbette… Okula gitmek lazım, bilgili olmak lazım… Tiyatro, resim, müzik, spor ve aklıma gelmeyen bir yığın aktivite hayatımızın bir parçası olmuş. Her geçen gün tümünden uzaklaşıyoruz. Beyaz camda bol bol vurdulu kırdılı polisiye filmler, ağlamaklı iç karartıcı diziler, zengin evlerindeki özendirici yaşantılar, bağımlılık yapan programlar, yarışmalar sunuluyor. Sokağa çıkma yasakları ikinci dünya savaşındaki gibi…
Pek çok öğrenci okula arkadaşları ile buluşmak için gidiyor. "Kültür, bilgi, görgü" falan pek umurlarında değil. Öğretmenler ortalarından yarılsalar da her öğrencinin alabileceği bilgi sınırlı… Aklının ne kadarını eğitime ayırdı ise o kadarını doldurabiliyorsunuz.
Birde adam sendecilik var tabii… Nasıl olsa bilgi kitaplarda yazıyor, internette bulunuyor. Lazım olduğunda açar bakarız değil mi ya!
Güneşli günleri, gerçeklerin konuşulduğu yerleri, can arkadaşları, sevgi söylemlerini özlemişiz. Kapalı kaldığımız günlerde dervişlere inat dudaklarımızda dua, gözlerimizde yaş, gönlümüzde hüzün ve özlediğimiz anıların resmigeçidi var.
Çile ki, ne çile? İpi kalın, şişi ince, rengi siyah…
Tıpkı Karagül gibi…
- Dost… / 15.04.2025
- Çöp dağları… / 11.04.2025
- Maaşının hırsızı… / 07.04.2025
- Rekabet ve geleceğin partisi olmak… / 05.04.2025
- İlahi adalet… / 04.04.2025
- Sahne… / 02.04.2025
- Sessizlik… / 01.04.2025
- Bayramlık… / 28.03.2025
- Gelecek kaygısı… / 21.03.2025