Bazı gazeteciler Washington-Brüksel hattında fink atmaktan fırsat bulup Türkiye topraklarına adım atamıyorlar galiba...
Sadece fiziksel olarak değil, bu fiili uzaklık ülke meselelerine de yabancılaştırıyor kimi gazetecileri...
Geçtiğimiz günlerde bütün Türkiye'yi ayağa kaldıran Ulusal Bağımsızlık mitinglerini izleme zahmetine katlanmadan bir hafta öncesinde otobüsün önünde gördüğü bez afişten yola çıkarak tahlil eden Emin Çölaşan'ın gazetecilik anlayışını ele veren yazısını eleştirmiştik.
Çölaşan'ın çizgisi, saplantıları belli. O bir ölçüde mazur da görülebilir.
Beni en çok şaşırtan Fehmi Koru'nun Emin Çölaşan'ın da gerisine düşerek Trabzon'da marjinal bir çevrenin ağzından Mitingleri okuyucularına aktarması...
Empati grubu tarafından Türk devletine "korsan devlet" diyecek kadar pusulasını şaşırmış, "ya Avrupa Birliği ya da Cehennem" diyecek kadar mandacı ruha sahip üç beş entelle birlikte Trabzon'a davet edilen Fehmi Koru, "daha önce de kulağıma geliyordu, ama burada kesin bilgi haline dönüştü: TV kanalları, gazetesi, dergileri bulunan hayli hareketli grup, bir de siyasi parti ile toplumun karşısına çıkmaya hazırlanıyor..." demiş.
Emin Çölaşan hiç değilse pankartları, afişleri okuyarak zekası nispetinde olanı biteni anlamaya çalışmıştı.
Ancak Fehmi Koru, "kulağına gelen bilgilerden hareketle", yani kulaktan dolma bilgilerle bu sonuca varmış. Bu da yeni bir gazetecilik türü olsa gerek.
Sayın Koru, "Prof. Dr. Haydar Baş'ın önderliğindeki grup, son haftalarda, Trabzon, İstanbul ve Ankara'da "Ermeni soykırım iddialarını kınama" amaçlı mitingler düzenlemişti de konu ile grup arasında bir ilişki kuramamıştım" diyerek safını belli ediyor.
Sayın Koru'nun ilişki kuramaması doğal. Etrafı azınlık kökenli dostları ile çevrili bu sınıraşan gazetecimiz fırsat bulup Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in çizgisini izleyebilseydi bu aşinalık ünsiyete dönüşebilirdi belki... Ama anlaşılıyor ki artık çok geç. Yanlış dostluklar, yanlış düşünce adreslerine sürüklüyor insanı...
Öyle ki dindar bir kitlenin soykırım iddialarını reddetmesinden alerji duyacak kadar. Bu yönü ile hiç bir konuda anlaşamayan Çölaşan ile Koru'nun yolları nasıl da kesişiyor?
Kulaktan dolma bilgilerle "Haydar Baş'ın önderliğindeki grubun kuracağı partinin 'Kuvayı Milliyeci' olacağını ve 'Milli Dava' genel başlığı altına girebilecek konuları takip edeceğini" ifade ediyor Koru...
Bu soğuk ifadeler, yazının, Türkiyeli bir gazeteciden çok yabancı servislere rapor yazan bir batılı gözlemciye ait hissi uyandırdı bende.
"Kuvayı Miliyeci" olmak Koru'yu rahatsız etmiş. Soralım öyleyse, sayın Koru, yoksa siz mütarekeci misiniz?
Gazetenizde Amerika'nın Türkiye'ye atadığı komisere övgüler dizildiğini biliyorduk da, sizin bu mandacılar kervanına dahil olduğunuzu yeni öğreniyoruz.
Kurulacak bir partinin "Milli Dava" gütmesinden daha tabii ne olabilir. Demek ki, ABD ve İsrail lobileri, elçilikleri arasında mekik dokuyan yeni oluşumculara mihmandarlık yapmanız sizi "milli davalar"dan hayli uzaklaştırmış.
"Haydar Baş'a yakın grubun AB karşıtı ve Öcalan'ın idamından yana olduğunu öğrenme fırsatım oldu" diyorsunuz.
Peki siz AB yandaşı mısınız? "Ya AB ya cehennem; evet ben AB'nin işbirlikçisiyim diyen" entel dostlarınız gibi mi düşünüyorsunuz?
Sahi Öcalan'ın idamına niye bu kadar taktınız. Yoksa siz Öcalan'dan yana mısınız? Bizim böyle özel bir gündemimiz olmadığı halde bu meseleyi niçin bu kadar öne çıkardınız. Demek "Öcalan asılmasın lobisi" çalıştığınız gazeteyi de ele geçirmiş.
Empati grubunun davetlisi olarak Trabzon'a giden Koru'ya bir tavsiye; Empati, kendini karşı tarafın yerine koyarak onun gibi düşünme, hissetme yöntemidir.
Ne olur bir kez de kendinizi o anlam veremediğiniz "Soykırımı İddialarını Red ve Ulusal Bağımsızlık Mitingi için" caddeleri dolduran milyonların yerine koyun.
"Şehitler ölmez, bu vatan bizimdir, bizim kalacak" diye haykıran o şehit annesinin yerine koyun kendinizi.
O zaman belki kurulacak bir partinin "Milli Davalar" gütmesini anlarsınız.
Son bir soru da Ahmet Taşgetiren Bey'e olsun...
Dün "tırnak yemek" üstüne yazdığınız yazıda, ülkemizde yaşanan çarpıklıkların tırnak yedirtecek cinsten olduğundan hareketle Erbakan'ın düğününü eleştiriyorsunuz. Peki, "Türkiye'nin güzel Kur'an okuyacak düzgün sakallı insanlara değil, iyi idarecilere ihtiyacı var" diyen Tayyip Erdoğan'ın sözlerini duyunca tırnak yeme ihtiyacı hissettiniz mi?
Sadece fiziksel olarak değil, bu fiili uzaklık ülke meselelerine de yabancılaştırıyor kimi gazetecileri...
Geçtiğimiz günlerde bütün Türkiye'yi ayağa kaldıran Ulusal Bağımsızlık mitinglerini izleme zahmetine katlanmadan bir hafta öncesinde otobüsün önünde gördüğü bez afişten yola çıkarak tahlil eden Emin Çölaşan'ın gazetecilik anlayışını ele veren yazısını eleştirmiştik.
Çölaşan'ın çizgisi, saplantıları belli. O bir ölçüde mazur da görülebilir.
Beni en çok şaşırtan Fehmi Koru'nun Emin Çölaşan'ın da gerisine düşerek Trabzon'da marjinal bir çevrenin ağzından Mitingleri okuyucularına aktarması...
Empati grubu tarafından Türk devletine "korsan devlet" diyecek kadar pusulasını şaşırmış, "ya Avrupa Birliği ya da Cehennem" diyecek kadar mandacı ruha sahip üç beş entelle birlikte Trabzon'a davet edilen Fehmi Koru, "daha önce de kulağıma geliyordu, ama burada kesin bilgi haline dönüştü: TV kanalları, gazetesi, dergileri bulunan hayli hareketli grup, bir de siyasi parti ile toplumun karşısına çıkmaya hazırlanıyor..." demiş.
Emin Çölaşan hiç değilse pankartları, afişleri okuyarak zekası nispetinde olanı biteni anlamaya çalışmıştı.
Ancak Fehmi Koru, "kulağına gelen bilgilerden hareketle", yani kulaktan dolma bilgilerle bu sonuca varmış. Bu da yeni bir gazetecilik türü olsa gerek.
Sayın Koru, "Prof. Dr. Haydar Baş'ın önderliğindeki grup, son haftalarda, Trabzon, İstanbul ve Ankara'da "Ermeni soykırım iddialarını kınama" amaçlı mitingler düzenlemişti de konu ile grup arasında bir ilişki kuramamıştım" diyerek safını belli ediyor.
Sayın Koru'nun ilişki kuramaması doğal. Etrafı azınlık kökenli dostları ile çevrili bu sınıraşan gazetecimiz fırsat bulup Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in çizgisini izleyebilseydi bu aşinalık ünsiyete dönüşebilirdi belki... Ama anlaşılıyor ki artık çok geç. Yanlış dostluklar, yanlış düşünce adreslerine sürüklüyor insanı...
Öyle ki dindar bir kitlenin soykırım iddialarını reddetmesinden alerji duyacak kadar. Bu yönü ile hiç bir konuda anlaşamayan Çölaşan ile Koru'nun yolları nasıl da kesişiyor?
Kulaktan dolma bilgilerle "Haydar Baş'ın önderliğindeki grubun kuracağı partinin 'Kuvayı Milliyeci' olacağını ve 'Milli Dava' genel başlığı altına girebilecek konuları takip edeceğini" ifade ediyor Koru...
Bu soğuk ifadeler, yazının, Türkiyeli bir gazeteciden çok yabancı servislere rapor yazan bir batılı gözlemciye ait hissi uyandırdı bende.
"Kuvayı Miliyeci" olmak Koru'yu rahatsız etmiş. Soralım öyleyse, sayın Koru, yoksa siz mütarekeci misiniz?
Gazetenizde Amerika'nın Türkiye'ye atadığı komisere övgüler dizildiğini biliyorduk da, sizin bu mandacılar kervanına dahil olduğunuzu yeni öğreniyoruz.
Kurulacak bir partinin "Milli Dava" gütmesinden daha tabii ne olabilir. Demek ki, ABD ve İsrail lobileri, elçilikleri arasında mekik dokuyan yeni oluşumculara mihmandarlık yapmanız sizi "milli davalar"dan hayli uzaklaştırmış.
"Haydar Baş'a yakın grubun AB karşıtı ve Öcalan'ın idamından yana olduğunu öğrenme fırsatım oldu" diyorsunuz.
Peki siz AB yandaşı mısınız? "Ya AB ya cehennem; evet ben AB'nin işbirlikçisiyim diyen" entel dostlarınız gibi mi düşünüyorsunuz?
Sahi Öcalan'ın idamına niye bu kadar taktınız. Yoksa siz Öcalan'dan yana mısınız? Bizim böyle özel bir gündemimiz olmadığı halde bu meseleyi niçin bu kadar öne çıkardınız. Demek "Öcalan asılmasın lobisi" çalıştığınız gazeteyi de ele geçirmiş.
Empati grubunun davetlisi olarak Trabzon'a giden Koru'ya bir tavsiye; Empati, kendini karşı tarafın yerine koyarak onun gibi düşünme, hissetme yöntemidir.
Ne olur bir kez de kendinizi o anlam veremediğiniz "Soykırımı İddialarını Red ve Ulusal Bağımsızlık Mitingi için" caddeleri dolduran milyonların yerine koyun.
"Şehitler ölmez, bu vatan bizimdir, bizim kalacak" diye haykıran o şehit annesinin yerine koyun kendinizi.
O zaman belki kurulacak bir partinin "Milli Davalar" gütmesini anlarsınız.
Son bir soru da Ahmet Taşgetiren Bey'e olsun...
Dün "tırnak yemek" üstüne yazdığınız yazıda, ülkemizde yaşanan çarpıklıkların tırnak yedirtecek cinsten olduğundan hareketle Erbakan'ın düğününü eleştiriyorsunuz. Peki, "Türkiye'nin güzel Kur'an okuyacak düzgün sakallı insanlara değil, iyi idarecilere ihtiyacı var" diyen Tayyip Erdoğan'ın sözlerini duyunca tırnak yeme ihtiyacı hissettiniz mi?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
İbrahim Berk / diğer yazıları
- Cübbe düştü haç göründü / 07.01.2020
- Darbe fragmanı / 22.07.2016
- Suriye bumerangı / 24.02.2016
- AKP'nin hali pürmelali / 17.02.2016
- Atlantik'in iki yakasından Türkiye'nin görünümü / 22.10.2015
- Stratejik derinlikte çırpınan Türkiye / 18.09.2015
- Ya felakete, ya felaha / 05.09.2015
- Teröristleri takviye Mehmetçiği tasfiye operasyonu / 25.02.2015
- AKP IŞİD'i niçin vuramaz? / 15.10.2014
- Kuklalar düşünemez / 09.10.2014
- Darbe fragmanı / 22.07.2016
- Suriye bumerangı / 24.02.2016
- AKP'nin hali pürmelali / 17.02.2016
- Atlantik'in iki yakasından Türkiye'nin görünümü / 22.10.2015
- Stratejik derinlikte çırpınan Türkiye / 18.09.2015
- Ya felakete, ya felaha / 05.09.2015
- Teröristleri takviye Mehmetçiği tasfiye operasyonu / 25.02.2015
- AKP IŞİD'i niçin vuramaz? / 15.10.2014
- Kuklalar düşünemez / 09.10.2014